Kültüre sığınan politik karamsarlık
Kitlelerin politik tercihlerinin ülkede otoriter sisteme eriştiği karanlık bir ortamdan geçiyoruz. Ve biz politik karamsarlık içinde kültüre sığınan bir muhalefet yapıyoruz.
Gerçekliği o büyük çelişkisi içinde ifşa eden muhteşem bir Tolstoy cümlesi şöyle diyor: “Hiç kimse durumdan hoşnut değil, ama herkes aklından memnun.” Bu cümle bizim muhalefet erbabını mükemmel özetliyor. Bizde de hiç kimse ülkedeki durumdan hoşnut değil, ama maşallah herkes kendi aklından son derece memnun!
En son Erkan Oğur hadisesinde açığa çıktı bu özelliğimiz… diye devam edecek bu yazı ama günlerdir bu konuyu konuşmaktan bıkkınlık gelmiş olabilir, hatta eminim ki bıktık. Ama biz, “bizden olan” bir müzisyenin “onlardan olan” birinin türküsüne eşlik edişini konuşmaktan, daha doğrusu bu eşlikçiliğe duyduğumuz kızgınlığı konuşmaktan bıktık, bu kızgınlığın bir muhalefet etme biçimi olarak anlamı üzerinde hiç durmadık.
Sanıyorum Erkan Oğur’u yeterince hırpaladık, içimiz biraz olsun soğumuştur. O yüzden artık bazı şeyleri konuşabiliriz.
Erkan Oğur’u seviyoruz, gönlümüzde taht kurmuştur. Ezgileri kişisel tarihimizde, anılarımızda yer etmiştir, izler bırakmıştır. O yüzden kızmışızdır. Ve bu da hakkımızdır. Onca sitemi bu hak üzerinde yükselerek etmişizdir zaten. Yine de Erkan Oğur hadisesini hiç kişiselleştirmeden, hem kendi dünyamızdan hem de onun şahsından çıkarak, daha geniş bir yerden bakarak değerlendirmemiz gerekiyor. Çünkü bu ilk değildi, son da olmayacak. Daha önce de Erdoğan’ın elinden ödül aldığı için Şener Şen’e de gücenmiştik, hatırlayın… Muharrem ayında Saray’da verilen iftar yemeğine katıldığı için Cengiz Özkan’ı harcamıştık… Konserine Erdoğan’ı davet etti diye de Fazıl Say’a demediğimizi bırakmamıştık.
Şimdi benzer biçimde Erkan Oğur, hele ki İbrahim Kalın ile yan yana geldiğinde, böyle bir alışkanlık için ideal bir hedeftir. Çünkü evet, İbrahim Kalın sadece türkü gönüllüsü biri değildir. Roma’nın bilge filozofu Epiktetos, her makama özenen, bugün tüccar, yarın konsül, öbür gün sanatçı olmak isteyenlere “Bir tek adam olman gerek” diye öğüt veriyordu; "İyi ya da kötü, ama bir tek adam." Akademisyendir, bürokrattır, Cumhurbaşkanı Sözcüsü’dür İbrahim Kalın. Bu bolluğa bakılırsa aynı anda hem o hem bu olma arzusu taşıdığı aşikâr. Aksi halde zaten sorun olmazdı. Türkü söyleme tercihi şayet "bir de türkü söyleyeyim" şeklinde bir fantezi değil de kötü dünya karşısında duyulan kaygının türkü söylemek formunda açığa çıkışı, yüreğin derinliklerinden kopan bir çığlık olsaydı, ne sorun olacaktı ki! O yüzden, İbrahim Kalın, bir tek kişi değil. Ama Erkan Oğur, bir tek kişi. Müziğin bütün varoluşuna hâkim bir erdeme dönüşmüş olduğu tek bir kişi olduğu için saygı uyandırıyor. Ve bu bir tek kişi, gitti İbrahim Kalın'ların halk müziği icracısı olanına eşlik etti.
Gerçekliğin derin anlamı ile yüzeysel dışavurumları, karşılıklı olarak birbirini aydınlatır. Erkan Oğur’un İbrahim Kalın’a enstrüman çalarak eşlik etmesinin yarattığı tartışmalar, kutuplaşmış, gergin bir toplum olduğumuzun (geçmiş örneklerine benzer biçimde) yüzeydeki yeni bir dışavurumuydu. Bu son örnekte de kültürü politikaya bağlayan bir tartışmaya tanık olduk, ki zaten kültür her zaman politikaya bağlıdır, ayrı olması düşünülemez; ama bizde iktidar muhipleriyle muhalif kesimler kültüre belli sebeplerden ötürü ayrıca önem vermekteler. Kısaca, muhalifler açısından kültürel alan, kendi politik güçsüzlüğünü telafi edebildiği için önemlidir; iktidar ise, bildiğiniz gibi, o meşhur “kültürel iktidar” meselesi çerçevesinde bakmakta olaya. Bu da kültürel alana ilişkin konularda iki kesimde farklı yaklaşımlara sebep olmakta.
Kültür konusunda çok rasyonel bir tavrı var iktidarın: İktidar olamadığı bu alanı, onun (Şener Şen gibi, Fazıl Say gibi) sahipleriyle bir arada görünmek suretiyle, muktediri olduğu politik alanı normalleştirme, olağanlaştırma vasıtası olarak kullanmaya çalışıyor, politikaya tahvil ediyor yani. Aynı rasyonel tavrı muhalif kesimde görmek pek mümkün değil. Onlar elinde kültür politikayı ikame ediyor, politikaya dönüşemiyor. Politik alandaki güçsüzlük, Cumhurbaşkanlığı ödülünü aldığı için Şener Şen’e gücenmek, Erdoğan’ı konsere davet etti diye Fazıl Say’a yüklenmek ve şimdi de Cumhurbaşkanı Sözcüsü'ne eşlik etti diye Erkan Oğur’a kızdığını göstermek gibi basit bir itibar stratejisiyle telafi ediliyor.
Bütün dramatik şeylerin dün yaşandığı ve en az onun kadar dramatik olanlarının yarın yaşanmak üzereymiş gibi olduğu müphem ve tekinsiz bir döneme denk geldi bu buluşma. Politik bir karamsarlık içindeyiz. Ve yapabildiğimiz şeyi yapıp halen bizim olan kültürel alana sığındık yine, onu savunduk. Politik alanı belirleyememekten ileri gelen muhalif kimlikleri kültürel alanda yeniden ve yeniden üretmeye yarayan böyle bir savunma stratejisi, politikayı belirleme gücü vermiyor, sadece kişiye kendi muhalifliğini yaşama imkânı sunuyor, o kadar.
Sanat ve kültür, şikâyetçi olunan kötü dünyayı kendi başına kurtaramaz, hatta kendi başına bu kötü dünyaya karşı kendi alanını koruyamaz bile. Sanatın ve kültürün uzun vadede kendini koruyabilmesi, kendini tehdit eden dünyanın topyekün kurtarılışına, yani politikaya bağlıdır. O yüzden, her türlü kültürel savunu politikaya dönüşemeyip kendi başına kaldığında, can sıkıcı gerçekliğe gösterişli bir tepki olabilir sadece. Maalesef, Türkiye’nin "ilerici", "devrimci" kültür ortamının güncel karakteri budur.
"İlerici” ve “devrimci” bir kültür, sanatçının tavrından önce toplumun tavrını sorgulamalıdır. Erkan Oğur, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü’ne eşlik etmiş olmakla otoriterleşmenin normalleşmesine hizmet etmiş olduysa eğer, bu, ülkenin otoriterleşmenin normalleşebildiği bir ülke olmasındandır. Bunda da muhalefetin sorumluluğu vardır. Muhalefet, böyle bir toplumun yaratılmış olmasında payına düşen sorumluluktan, kitleler nezdindeki güçsüzlüğü üzerine düşünmekten, toplum üzerindeki etkisizliğini sorgulamaktan kaçınamaz. Kitlelerin politik tercihlerinin ülkede otoriter sisteme eriştiği karanlık bir ortamdan geçiyoruz çünkü; bir yanda unutma ve yok sayma kültürü, öte yanda sorumsuz hedonizm, bunun tam tersini iddia etse de böyle bir karanlık var, kimse bunu inkâr edemiyor. Ve biz bu politik karamsarlık içinde kültüre sığınan bir muhalefet yapıyoruz.