Kurak Günler: Çürümüş toplumun 'korkunç' bir metaforu

"Kurak Günler", linç kültürü üzerinden varlığını meşrulaştıran otoriter rejimi eleştiriyor; kamerasını homofobiye, hayvanın pragmastistik konumuna, şakşakçı güruhun işaret ettiği karanlığa çeviriyor.

Google Haberlere Abone ol

Gizem Üstündağ

Dünya prömiyerini 75. Cannes Film Festivali’nin Belirli Bir Bakış bölümünde yapan ve dakikalarca alkışlanan, pek çok film festivalinden ödüllerle dönen Emin Alper imzalı "Kurak Günler", 9 Aralık'ta vizyona girdi. Film, etkileyici ve özgün sinema diliyle Türkiye'nin sarsıcı bir panoraması, öyle ki Emin Alper filmografisinin de başyapıtı.

Emin Alper anlatısı, yapısını bir obruk etrafında kuruyor ve meseleyi su mefhumunun politikleşmesi üzerinden özgün bir biçimde aktarıyor. Linç kültürü üzerinden varlığını meşrulaştıran otoriter rejimi eleştiriyor; doğanın tahribatına, baskı altında yok olan insana, homofobiye, hayvanın pragmastistik konumuna, şakşakçı güruhun sistematik olarak işaret ettiği karanlığa kamerasını çeviriyor.

Filmde, Yanıklar Kasabası’na savcı olarak tayin olan Emre üzerinden çarkı daima kendine döndüren fırsatçıların politik açmazları işleniyor. Bir süredir kuraklık sorunu ile mücadele eden Yanıklar sakinlerinin maruz kaldıkları sorundan kurtulabilmek adına sarıldıkları yılanları ve bunların çürümüşlüğünü, sağ siyaset tekelinin zehrini tüm gerçekliği ile önümüze getiriyor ve gark olduğumuz karanlığı yeniden hatırlatıyor.

TÜRKİYE SİNEMASININ EN İYİ AÇILIŞ SEKANSLARINDAN BİRİ

Film, obruğun etrafında duran yeni atanmış genç bir savcı(Emre) ve bir hakim(Zeynep) ile açılıyor. Karşılaştığımız bu ilk sahne, ülke sinema tarihinin en iyi açılış sekanslarından biri olabilir hissi veriyor. Zeynep, Emre’ye "Ne kadar korkunç görünüyor değil mi Savcı Bey?" diyor. Obruk imgesi, filmin can alan noktasına temas ediyor; siyaset anlayışı yalnızca bireysel çıkarlarına dayanan yoz bir iktidarın ve bu iktidara kendi çıkarları için hizmet eden çürümüş bir toplumun 'korkunç' bir metaforu olarak konumlanıyor.

Emre’nin kasabaya gelişi oldukça ilkel bir törenle karşılanıyor; galeyana gelen kasaba halkı, bir yaban domuzunun peşinden koşarak etrafa hunharca ateş ediyor. Emre olan biteni anlamaya çalışırken, kasabanın belediye başkanı ve eşraflarınca Savcı Emre’ye "hoşgeldin rakı sofrası" düzenleniyor. Emre, kontrolü kaybediyor ve zihin akışının işlevini yitirdiği noktada bir cehennemin içine düşüyor. Obruk giderek daha 'korkunç' bir hal alıyor...

SÜRECİN DEV KARANLIĞI

Emin Alper, karikatürize edilmiş bir iyilik ve buradan doğmuş yıkıcı bir mağduriyet resmetmiyor. Savcı Emre, safi bir iyilik timsali olmaktan çıkıyor, aksine suçun bir parçası haline geliyor. Böylelikle adalet timsali olduğuna inanmak istediğimiz Savcı Emre, beklentilerimize gölge düşürerek hikâyenin aksını değiştiriyor.

Seçimleri kazanmak ve iktidarını korumak için elinden geleni ardına koymayan Yanıklar Kasabası yerel güçlerini ve bu siyasi konjonktüre baş kaldıramayan ikiyüzlü topluluğa ziyadesiyle aşinayız. Savcı Emre suça karıştığı bu noktada, tepeden baktığı kasabalılardan bir farkının olup olmadığı şüphesini aklından atamıyor.

Yaklaşan seçimler, kasabanın çözülemeyen su probleminin yanında Savcı Emre’nin muhalif gazeteci Murat ile tanışıp yakınlaşması ile tansiyon yükseliyor. Savcı Emre’nin bir suça tanıklık etmesi ile gerilim giderek artıyor, bu gerilim nihai bir sona ulaşmıyor pek tabii. Emin Alper, hikâyenin sonunda kurguyu seyirciye bırakıyor. "Kurak Günler", linç kültürü ile çevrelenen ahlakçı kasaba sakinlerinin geldiği son noktayı muğlak bıraksa da sürecin dev karanlığını yüzümüze yüzümüze haykırıyor...