Kürdistan milletvekili Çiya Şerif: Kürt Ulusal Kongresi gelmeli

Kürdistan Parlamentosu Milletvekili Çiya Şerif, Irak'ın Kürdistan bölgesinde 1991 Mart ayında başlayan ayaklanmanın yıldönümünde etkilerini ve bugüne yansımalarını değerlendirdi.

Google Haberlere Abone ol

Mustafa Zengin

DUVAR - Saddam Hüseyin liderliğindeki Irak rejimi, Ağustos 1990'da Kuveyt'e karşı Körfez Savaşı'nı başlatmıştı. Ocak 1991'de Amerika öncülüğündeki koalisyon güçlerinin savaşa dahil olması, Saddam Hüseyin rejiminin yenilgisini getirdi. Aynı yıl 28 Şubat'ta imzalanan ateşkes anlaşması ile yenilgi resmileşti. Saddam Hüseyin rejiminin zayıflaması sürecinde Kürtler ile Şiiler, ülkenin kuzeyinde ve güneyinde kitlesel ayaklanmalara hazırlanmıştı. Irak Kürdistan Bölgesi'nde Kürtler, "Raperîn" dedikleri ayaklanmayı 5 Mart 1991'de kitlesel olarak başlattı. Yaklaşık 1,5 ay gibi kısa bir sürede, Kerkük dahil neredeyse tüm Kürt kentleri Kürt güçlerinin kontrolüne geçti. Kürtlerin bu başarısı, askeri gücünü kısa sürede toparlayan Saddam Hüseyin'in başlattığı şiddetli ve yoğun saldırıyla sekteye uğrasa da, Kürtler için önemini, bir dönüm noktası olma özelliğini hep korudu. 1991 ayaklanmasını ve sonrasında yaşananları, bunun Kürtler açısından önemini, Irak Kürdistan Yönetimi Parlamentosu'nda milletvekili olan Çiya Şerif ile konuştuk.

‘1991 AYAKLANMASI, ÖZGÜRLÜĞÜN DEĞERİNİ ANLAMAMIZI SAĞLADI’

Çiya Şerif, Kürtlerin “Raperîn” diye adlandırdıkları 1991 ayaklanmasını, "birbirinden farklı siyasi ve ideolojik görüşlerden tüm Kürtlerin birlik içinde elde ettiği büyük bir kazanım" olarak yorumladı. Bu kazanımın Saddam Hüseyin ve Baas rejimince Kürdistan Bölgesi’nde Kürtlere yönelik uygulanan onca baskı ve zulme karşı birlik içinde hareket etmelerine vesile olduğunu söyleyen Şerif, “Aynı zamanda bu ayaklanma süreci, özgürlüğün değerini anlamamızı ve dünya devletlerinin biz Kürtlerin mazlum bir halk olduğumuzu, Halepçe ve Enfal gibi kimyasal saldırılarla, Barzanilerden 8 bin kişinin katledilmesiyle, binlerce köyümüzün yakılmasıyla bize uygulanan baskı ve zulmü görmelerini sağladı. Ayaklanma, Saddam ve Baas diktatörlüğünün bunca zulmüne karşı büyük bir başarı oldu” diye konuştu. Kürt sorununun ve Kürtlerin o süreçte yaşadığı trajedinin uluslararası bir nitelik kazanmasında bu ayaklanma sürecinin önemli olduğuna dikkat çeken Şerif, bu süreçte bir milyondan fazla Kürt’ün İran ve Türkiye sınırına doğru göç etmesinin birçok dünya devletini harekete geçirdiğine işaret etti. İlgili sınır bölgelerinin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) aldığı 688 sayılı kararla Irak güçlerine karşı “Güvenli Bölge” olarak ilan edildiğini hatırlatan Şerif, “Bu sınır bölgelerinin güvenli bölge ilan edilmesi Kürtlerin Saddam rejiminin uyguladığı baskı ve zulümden kaçarak korunmasını sağladı” dedi.

Ayrıca o süreçte İran ve Türkiye’ye doğru yaşanan Kürt göçünün Kürdistan Bölgesi Kürtleri ile Türkiye’deki Kürtler arasında yakınlaşmayı da beraberinde getirdiğini kaydeden Çiya Şerif, “Özellikle sınır bölgelerinde akrabalık ve dostluk ilişkileri vardı, ama var olan çatışma ve savaş ortamından dolayı ilişkiler çok zayıflayabiliyordu. Göçten sonra, her ne kadar göç trajik bir durum olsa da, aralarında hiçbir ilişki ve iletişimin olmadığı Kuzey ile Güney Kürtleri arasında bile, örneğin, Mardin, Diyarbakır ve Muş kampları vardı, kültürel ve dilsel bir yakınlaşma oldu” ifadelerini kullandı.

‘1991 AYAKLANMASI EYLÜL VE MAYIS DEVRİMLERİNİN TAMAMLAYICISIDIR’

Çiya Şerif, Kürtlerin 11 Eylül 1961’de Irak devletine karşı başlatıp 11 Mart 1970’de Irak hükümeti ile yapılan Özerklik Anlaşması ile sonlandırdığı “Eylül Devrimi” ile 26 Mayıs 1976’da başlatılan “Mayıs Devrimi”ne değinerek, “1991 Ayaklanması da, Kürtlerin başlattığı Eylül ve Mayıs devrimlerinin devamı ve tamamlayıcısı olmuştur” vurgusunu yaptı. Şerif bu konuda şunları dile getirdi: “Eylül ve Mayıs devriminin dayanışma, birlik, mücadele ve peşmergelik ruhu olmasaydı, halk birlik ve beraberlik içinde şehirlerde başlayan 1991 ayaklanmasını gerçekleştirmeyebilirdi. Toplumun farklı siyasi kesimleri arasındaki birlik ve beraberlik bu ayaklanmanın başarıya ulaşmasında önemli bir faktör olmuştur."

‘KÜRTLER BİRLİK OLDUKLARI HER DÖNEMDE BAŞARILI OLMUŞTUR’

1991 ayaklanmasının halkın “spontane” bir şekilde başlattığı bir süreç olmadığını ifade eden Çiya Şerif, o dönemin tüm Kürt siyasi partilerinin kendi şehir teşkilatlarını örgütleyerek birlikte başlattıkları bir süreç olduğunu belirtti. Şerif sözlerine şöyle devam etti: “En önemlisi de o dönem sayın Mesud Barzani ile Mam Celal’ın (Talabani) birlikte yaptıkları ve yürüttükleri birlik temelli plan ve program bu başarının sebebi olmuştur. Burada Kürtlerin birlikte hareket etmelerinin getirdiği başarıya iki örnek vermek istiyorum. Birincisi, işte 1991 ayaklanmasıdır. Bu ayaklanma başladığında Kürtlerden hiç kimse, ‘bu KDP’dir, şu YNK’dir, o İslamcı partidir’ demeden birlikte mücadele etti ve başardı. İkincisi ise, Eylül 2017’de yapılan Bağımsızlık Referandumu’dur. Uluslararası güçler her ne kadar karşı çıktıysa da, ki bölgedeki birçok komşu devlet bize büyük bir baskı uyguladı ve tehditlerde bulundu, referandum sürecinde de Kürdistan Bölgesi’ndeki tüm siyasi partiler birlikte hareket etti ve büyük bir oy oranıyla referandumda başarılı bir sonuç aldı. Bunların yanında Kürtler içerisindeki aynı birlik ve dayanışmayı ve bunun getirdiği başarıyı IŞİD’e karşı verilen mücadelede de gördük. Dolayısıyla Kürtler birlik oldukları her dönemde başarılı olmuştur.”

‘TÜRKİYE’DEKİ KÜRT MESELESİNİN EN İYİ ÇÖZÜM YOLU DİYALOG VE MÜZAKEREDİR’

Etnik ve ulusal bir yapı olarak Kürtlerin temel haklarını elde etmesi için çalışan ve çabalayan her Kürt siyasi partiyi, ayrım yapmaksızın desteklediğini belirten Şerif, Türkiye’de Kürt sorununun çözümü konusunda da en iyi yolun diyalog ve müzakere olduğunu kaydetti. Şerif, “Mevcut durumda diyalog ve müzakere yoluyla Kürtler ile Türkiye hükümeti arasında başlatılacak bir ‘Barış Süreci’ en iyi çözüm yoludur. Biz kendimiz yaşayıp gördük bunu. Yıllarca silahlı olarak mücadele edip savaştık. Ancak yine de 1991 sonrasında heyetlerimiz, Saddam Hüseyin o kadar kanımızı dökmüş olmasına rağmen, Kürdistan Bölgesi’nin ve buradaki Kürtlerin temel haklarını elde etmek için onunla görüşmeye gitti, müzakerelerde bulundu. Yine Saddam’ın idam edilmesinden sonra da, 2005 (anayasa) sürecinin başlatılması için sayın Mesud Barzani ile Mam Celal, Kürtlerin hakları için 40-50 gün Bağdat’ta kalıp müzakereler yürüttü. Şu an Türkiye için de en iyi çözümün, oradaki Kürt siyasi partilerinin birlik olmaları ve hükümetle müzakereye dayalı bir barış sürecini başlatmaları olduğunu görüyorum. Hendek siyaseti, evleri ve mahalleleri yıkma siyaseti desteklenmedi. Çünkü bu siyaset barış sürecine büyük bir zarar verdi. O süreçte Türkiye parlamentosunda 80’den fazla Kürt milletvekili olmasına rağmen, maalesef iyi bir diplomatik ilişki yürütemediler ve kültürel ve dilsel haklar başta olmak üzere, Kürtlerin temel haklarını anayasal güvenceye almak için hükümete ortak olamadılar. Zira biz de Kürdistan hükümeti olarak barış sürecini destekledik.”

‘KENDİ DENEYİMİMİZİ DİĞER KÜRTLERE ULAŞTIRMAK İÇİN HER ALANDA İLİŞKİLERİMİZİ GÜÇLENDİRMELİYİZ’

Şerif, Türkiye’deki Kürtlerin talep ettiği ulusal ve siyasal haklar bağlamında Kürdistan Bölgesi’nin geçmişinden ve deneyiminden faydalanabilmesi, o deneyimin ve hafızanın Türkiye Kürtlerine ihraç edilmesi için neler yapılması gerektiği hakkında da şunları söyledi: “Ulusal ve siyasal alandaki inancımızın, deneyimimizin ve mücadelemizin, başta Kuzey Kürdistan parçasındaki Kürtler olmak üzere, tüm Kürdistan parçalarındaki Kürtlere aktarılması, bizim ile o parçalardaki Kürt siyasi partileri arasındaki ilişkileri güçlendirmek için gereklidir. Zira Kuzey Kürdistan’da birçok Kürt siyasi partisi olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla öncelikle bu siyasi partilerle ilişkilerimizi güçlendirmemiz gerekiyor. İkinci olarak, medya alanında ilişkiler güçlendirilmeli. Bildiğiniz üzere, burada Kürdistan Bölgesi’nde K24, Rûdaw TV, Kürdistan TV, Waar TV, Kurdsat gibi Kürtçe’nin Kurmancî lehçesinde de yayın yapan televizyon kanallarımız var. Böylece medya yoluyla da ilişkilerimizi güçlendiriyoruz. En önemlisi de, siyasetçilerimizin, okuyan eğitimli insanlarımızın bir araya gelerek müzakerelerde bulunduğu konferanslar yapılmalı. Üniversite gençlerimiz arasında karşılıklı ziyaretler, bilgi alışverişleri olmalı. Diğer bir şey de, düzenlenmesi gereken Kürt Ulusal Kongresi'dir. Zira ulusal kongre tüm parçalardaki Kürt siyasi partilerinin yakınlaşmasını sağlayacak önemli bir meseledir. Her ne kadar bu kongre vaktinde yapıldıysa da, başta çok iyi gittiyse de, maalesef siyasi taraflar bu kongrenin sekteye uğramasına yol açtı. Ancak bu kongrenin yavaş yavaş başlayacağı görülüyor. Zira birkaç ay önce sayın Mesud Barzani’nin öncülüğünde Erbil’de hem Kürdistan’ın diğer parçalarından hem de Avrupa, Amerika, Avustralya gibi yerlerden birçok Kürt’ün katıldığı Kürt Diasporası Kongresi düzenlenmişti. Bu tarz kongrelerin artmasıyla birlikte ulusal kongrenin düzenlenmesinin de mümkün olacağını söyleyebilirim. Kısacası, siyaset ve eğitim alanlarıyla birlikte kültür, sanat ve spor alanlarında da ilişkilerimizi güçlendirmeliyiz. Bu şekilde de kendi tecrübemizi diğer Kürtlere de ulaştırma imkânımız olur.”

‘KÜRDİSTAN BÖLGESİ’NDEKİ DEMOKRASİ ÇOK AZ ÜLKEDE VAR’

Son olarak demokrasi ile düşünce ve ifade özgürlüğünün Kürdistan Bölgesi’ndeki durumu hakkındaki soruya yanıt veren Çiya Şerif, Kürdistan Bölgesi’nde olan demokrasinin, düşünce ve ifade özgürlüğünün çok az ülkede olduğunu savunarak şunları ifade etti: “Biz Kürdistan Bölgesi Parlamentosu’nda demokrasi, basın özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü ile ilgili anayasal süreci, birçok Avrupa devleti ile müzakere ederek yürüttük. Ayrıca şu an en iyi basın kanunlarından biri Kürdistan Bölgesi’nde bulunmaktadır. Özgürlük, tabii ki her sınırı aşmak demek değildir. Kürdistan yöneticilerine, bayrağına, ulusal marşına, Kürt ulusal sembollerine ve değerlerine saygısızlık yapmak değildir. Bu özgürlük değildir. Kürt ulusal değerleri ve kutsallarına saygısızlık kabul edilemez. Çünkü demokrasi, saygı duymaktır. Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir demokrasisinde saygısızlık yapılması, yöneticilere iftira atılması kabul edilmez. Hollanda’da okudum ve orada da böyledir. İzinsiz gösteri ve eylemlerde bulunursan şayet, orada da seni gözaltına alıp götürürler. Gerekirse zorla da götürürler. Kürdistan Bölgesi’nde de aynı sistem var. Yapılmış yasalar var, gösteri ve eylemler de onlara göre yapılır. Kürdistan Bölgesi’nde var olan demokrasiyi, düşünce ve ifade özgürlüğünü çok az ülkede gördüm. Evet, eksiklerimiz var, eleştirileri kabul ediyoruz, ama yasalara göre demokratik bir yönetimiz. Bu konuda onur duyduğumuz en büyük başarımız da, Hıristiyanlar, Ermeniler, Ezidiler, Türkmenler gibi tüm etnik ve dini yapıların birlikte yaşayabiliyor olmasıdır.”

Çiya Şerif kimdir?

1975'te Irak Kürdistanı'nda, Zaho kentinde doğdu. 6 aylık iken ailesi Irak'ın güneyine sürüldü ve orada yaklaşık 2 yıl cezaevinde tutuldular. Daha sonra İran ve Türkiye'ye mülteci olarak gelen Şerif, 1991'de üniversite eğitimi için Hollanda'ya gitti ve yüksek lisans ile doktorasını orada tamamladı. 2004'te ülkesine dönen Şerif, burada KDP'nin seçim sorumlusu olarak çalışmaya başladı. Yaklaşık on yıl Zaho bölgesinde bu görevi yürüten ve 6 dil bilen Şerif, 2018'den beri iki dönemdir Kürdistan Parlamentosu'nda KDP milletvekili olarak bulunuyor.