YAZARLAR

Küresel Güney’de yeşil dönüşüm

Yeşil dönüşüm gündeminin odağında ise ‘yeşil’ olarak adlandırılan sektörlere olan yatırımların artması yer almakta. Sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ortamda yatırımları canlandırmak için faiz indirimleri döviz krizleri ve enflasyona neden olduğundan, finansal bağımlılık, Küresel Güney’deki iklim politikaları açısından temel bir engel olarak karşımızda durmaktadır.

İklim politikaları giderek daha fazla tartışılmaya hatta resmi metinlere girmeye başladı. Şu ana kadar ana akım yaklaşım, iklim krizine piyasa temelli çözümler bulmaya odaklandı. ‘Yeşil’ olduğu düşünülen sektörlere sağlanan yatırım teşvikleri, vergi indirimleri ya da bu sektörlere verilen ‘yeşil krediler’ bir yandayken, diğer yanda yüksek karbon emisyonu yapan sektörlere ilişkin caydırıcı önlemlerin -henüz uygulanmasa da- tartışıldığını görüyoruz.

Ancak bu piyasa temelli ana akım yaklaşımın işlemediği ortada. Financial Times başyazarı Martin Wolf’un önceki gün yayınlanan ‘Piyasa Güçleri İklim Değişikliğini Durdurmak İçin Yeterli Değil’ (Market forces are not enough to halt climate change) başlıklı yazısı, bir çeşit itiraf olarak görülebilir.

Gerek Wolf’un iklim değişimi sorununun piyasanın kendi kendine işleyişine bırakılamayacak kadar ciddi olduğunu belirtmesi; gerekse Daron Acemoğlu’nun demokrasinin ayakta kalabilmek için işçi yanlısı olması gerektiği önermesi, esasında içinden geçmekte olduğumuz çoklu kriz dönemin temel karakteristiğini yansıtıyor: Devletin daha aktif olarak ve sadece düzenleyici olmayacak şekilde ekonomilerin gidişatını yönlendirmesi çağrısı. Bu çağrının sanayi politikalarının geri dönüşü tartışmasında bazı somut örneklerini görüyoruz.

Buraya kadar sözünü ettiğim gelişmeler daha çok Kuzey Amerika ve Avrupa ile ilgili. Zaten yeşil dönüşüm tartışması ve ortaya çıkan bazı uygulamalar da henüz Kuzey Amerika ve Avrupa odaklı olarak sürüyor. Bu tartışmanın çeşitli boyutlarına önümüzdeki dönemde değineceğin. Genellikle Kuzey Amerika ve Avrupa dışındaki ülkeleri adlandırmak için tercih edilen ‘Küresel Güney’ tabirini kullanırsak, bu ülkelerinin iklim politikaları konusundaki konumlarının ne olacağı ise ayrı bir tartışma konusu. Zira eğer iklim politikalarını ciddiye alacaksak, Küresel Güney ülkelerinin karşılaşacağı sorunların Küresel Kuzey ülkelerinde görülen sorunlardan farklılaşan yanları var.

Bu uzun giriş sonrası, bu yazıda Küresel Güney ülkelerinin yeşil dönüşüm gündemine dahil olurken karşılaştıkları sorunlardan dört yapısal soruna işaret edeceğim.

FİNANSAL BAĞIMLILIK

Küresel Güney ülkelerinin ulusal paraları genellikle uluslararası parasal hiyerarşide alt basamaklarda yer aldığından, bu ülkelerdeki ekonomi yönetimleri ülkeye sermaye çekmek için Küresel Kuzey ülkelerindeki faiz oranlarından daha yüksek faiz önermek durumunda kalırlar. Bu ise, ulusal para ile yapılan yatırımları baskılayan bir mekanizma olarak işler.

Yeşil dönüşüm gündeminin odağında ise ‘yeşil’ olarak adlandırılan sektörlere olan yatırımların artması yer almaktadır. Sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ortamda yatırımları canlandırmak için faiz indirimleri döviz krizleri ve enflasyona neden olduğundan, finansal bağımlılık, Küresel Güney’deki iklim politikaları açısından temel bir engel olarak karşımızda durmaktadır.

TEKNOLOJİK HEGEMONYA

İlkiyle ilişkili ikinci temel konu teknolojik bağımlılıktır. Küresel değer zincirlerine dahil olan ülkeler açısından lider firma ile ona alt sözleşme ilişkisiyle bağlı olan diğer firmalar arasındaki ilişkiye bakıldığında, teknoloji üretimi ve yenilik kısmının Küresel Kuzey’de, uygulama ve üretim kısmının Küresel Güney’de yer aldığını görüyoruz. Bu bağlamda değer zincirlerine dahil olmak, Küresel Güney ülkeleri açısından teknoloji açıklarını kapamak için otomatik bir reçete sunmuyor.

İklim politikalarının, sanayinin düşük karbon emisyonu yapan sektörlere kaydırılmasını amaçladığını, bunun ise sermaye yoğun üretimi ve yüksek teknoloji içeren yatırımları gerektirdiğini düşünürsek, yapısal olarak cari açık veren ülkeler açısından iklim politikalarının mevcut finansal sorunları daha da kronikleştirmesi olası. Dolayısıyla, finansal bağımlılıkla birlikte teknolojik bağımlılık da, Küresel Güney’de iklim politikalarının uygulanmasını engelleyen bir unsur olarak karşımızda duruyor.

EKSTRAKTİF SANAYİLERİN AĞIRLIĞI

Üçüncü yapısal sorun, yeşil dönüşüm için gerekli olan emtia ve hammaddelerin büyük kısmının Küresel Güney ülkelerinde bulunması ve bunların çıkarılması için uygulanan madencilik yöntemlerinin ağır işçi sömürüsüne ve doğa tahribatına dayanmasıdır.

Bir başka ifadeyle, Küresel Kuzey’deki yeşil dönüşümün ortaya çıkardığı yeni ihtiyaçlar, Küresel Güney’deki doğa tahribatını ve sömürüyü artırmak için yeni teşvik mekanizmaları ortaya çıkarmaktadır. Bu bağlamda dünya iş bölümündeki hiyerarşik sıralanma, yani emperyalizm, Küresel Güney’de iklim politikalarının uygulanması için temel engellerden biri olarak görülebilir.

DEVLET KAPASİTESİ SORUNLARI

Son olarak, bir an için yukarıdaki tüm sorunların bir şekilde aşıldığını düşünsek bile, iklim politikalarının uygulanması için iyi işleyen, sermayenin farklı fraksiyonlarının kısa dönemli taleplerinden izole olmuş bir bürokratik karar mekanizması ve siyasi yapı gerekmektedir.

Kalkınmacı devlet literatüründe geniş bir şekilde tartışıldığı gibi, bu devlet biçiminin ortaya çıkması oldukça nadirdir ve ortaya çıkması için belirli koşulların yerine gelmesi gerekir. Bu anlamda devlet kapasitesi sorunları, iklim politikalarının somut olarak nasıl tasarlanacağı ve uygulamanın nasıl hayata geçeceğiyle doğrudan ilgilidir. Dolayısıyla, Küresel Güney ülkelerinin önemli bir kısmı için devlet kapasitesi meselesinin de iklim politikaları konusunda yapısal sorunlardan biri olduğunu düşünülebilir.

Kısacası, piyasa temelli iklim dönüşümü politikaları Küresel Kuzey’de beklenen sonuçları vermiyor. Ancak Küresel Güney açısından, finansal bağımlılık, teknolojik hegemonya, ekstraktif sektörlerin ağırlığı ve devlet kapasitesi gibi çok daha büyük ve yapısal sorunlarla karşı karşıyayız. Bu denli büyük ve yakıcı sorunlar varken, toplumların kaderini piyasaların kaderine bağlamak ve bu tercihte ısrar etmek, herhalde olası seçeneklerin en kötülerinden biri. Sadece neoliberalizm-sonrası değil, kapitalizm-sonrası modelleri de tartışmak ve geliştirmek, önümüzde duran en temel ve acil konulardan biri.


Ümit Akçay Kimdir?

Doç. Dr. Ümit Akçay, 2017 yılından bu yana Berlin Ekonomi ve Hukuk Okulu’nda (Berlin School of Economics and Law) ders vermektedir. Akçay lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde, yüksek lisans ve doktora eğitimini Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kalkınma İktisadı ve İktisadi Büyüme programında almıştır. Güncel olarak, büyüme modellerinin ekonomi politiği, merkez bankacılığı ve finansallaşma, yeni otoriterliğin ekonomi politiği konularıyla ilgilenmektedir. Daha önce İstanbul Bilgi Üniversitesi, ODTÜ, Atılım Üniversitesi, New York Üniversitesi ve Ordu Üniversitesi’nde çalışmıştır. Akçay, Krizin Gölgesinde En Uzun Beş Yıl: Türkiye'de Kriz, Devlet ve Siyaset (İstanbul, Doğan Yayınları, 2024), Para, Banka, Devlet: Merkez Bankası Bağımsızlaşmasının Ekonomi Politiği (İstanbul: SAV, 2009) ile Kapitalizmi Planlamak: Türkiye’de Planlamanın ve Devlet Planlama Teşkilatının Dönüşümü (İstanbul: SAV Yayınları, 2007) kitaplarının yazarı; Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş: Küresel Kapitalizmin Geleceği (Ankara: Notabene Yayınları, 2016) kitabının ortak yazarıdır. Akçay’ın Cambridge Journal of Economics, Contemporary Politics, Globalizations, Internaltional Journal of Political Economy, European Journal of Economics and Economic Policies ve Journal of Balkan and Near Eastern Studies gibi dergilerde uluslararası yayınları bulunmaktadır.