Kurgunun ötesinde parçalı bir roman: İdeal Defter
'İdeal Defter', teknik bakımdan alışılmışın dışı bir roman olarak anlatıcı gibi okurun da “Yaklaşıyor muyum, yoksa uzaklaşıyor muyum?” sorusunu sormasını sağlayan bir metin olarak karşımıza çıkmakta.
Brenda Lozano’nun 'İdeal Defter' isimli romanı, Nergis Gürcihan çevirisiyle Notos Kitap tarafından raflarda yerini aldı. Klasik anlamdaki roman kurgusundan uzak, parçalı bir yapıya sahip olan kitap, sevgilisinin dönüşünü bekleyen bir kadının içsel yolculuğu üzerinden hayata dair çok yönlü bir anlatı sunmakta.
Brenda Lozano, 1981 yılında Meksiko’da doğdu. Edebiyat eğitiminin ardından FONCA Genç Yaratıcılar bursu kazanan yazar ABD, Avrupa ve Güney Amerika’daki yazarlık programlarına katılarak birçok antolojide yer aldı. Editörlük ve gazetecilik yapan yazarın ilk romanı 'Todo nada' 2009 yılında, ikinci romanı 'İdeal Defter' ise 2014 yılında yayımlandı. Bunların dışında yazarın 2017 yılında yayımlanan bir öykü kitabı ile 2020 yılında yayımlanan, yine Notos Kitap tarafından yayına hazırlanmakta olan bir romanı mevcut.
“Bugün bir cüce bana gülümsedi” cümlesiyle başlayan 'İdeal Defter', ilkin teknik özellikleriyle ön plana çıkan bir metin zira klasik anlamda bir roman kurgusuna sahip değil. Öte yandan, betimleme, psikolojik tahlil gibi bilindik unsurlara yer vermiyor. Aksine, parçalı bir kurgusu var. Birinci tekil şahıs diliyle ve kahraman bakış açısıyla yazılan metinde anlatıcı hariç karakterin olup olmadığı dahi tartışılır çünkü adı geçen herkes tiyatro sahnesinde yer yer beliren figüranlar gibidir adeta. Yine de kurguda iki kişi ön plana çıkmaktadır, ilki kahraman/anlatıcı kadın. Ötekiyse, arka kapakta da yazdığı gibi “annesinin anısının izinde” kadını Meksika’da bırakıp ülkesi İspanya’ya bir süreliğine dönen Jonás. İkisinin tanışması iki farklı olaydan sonra gerçekleşmiştir: İlki kadının ağır bir kaza geçirip iyileşmesi, ikincisi Jonás’ın annesinin vefatı. Bu olaylardan sonra tanışan adam ve kadın, bir ay sonra Meksika’da birlikte yaşamaya başlamış fakat Jonás ardından İspanya’ya gitmiştir. Bu ana eksen çevresinde gelişen romandaki tali olay, kadının ideal defter arayışı denilebilir. Bu arayış, anlatının pek çok yerinde karşımıza çıkmakta zira ideal defterin özelliklerinin belirtildiği ve tanımının yapıldığı pasajlarda ideal-arzu-gerçek çatışması da okura aksettirilmekte. “İdeal olan her zaman gerçeklikten daha büyük ya da daha küçüktür. İdeal olan farklı bir boyuttadır.” (s.44)
Yine bu bağlamda zaman-bellek-hatıra-aile kavramları da iç içe geçerek anlatıya dahil olmakta. Ancak bu irdelemeyi çoğu zaman doğrudan değil imgeler vasıtasıyla yapmayı tercih ediyor Lozano. Romanın ilk sayfasında karşımıza çıkan cüce, bazen şık giyimiyle bazen de baba kimliğiyle kızını elinden tutarken beliriyor sayfalarda. Buradan hareketle “Doğanın aynı şeyi farklı boyutlarda yapma eğilimi neden?” diye soran anlatıcı, normları masaya yatırıyor.
“Cüce olan. Küçük olan. Normlara göre ufak kalan. Önemsiz olan. Farklı boyutlara sahip olan. Nedense hoşuma giden hikâyeler hep küçük şeylerden oluşuyor. Ayrıntılar. Kayda değer olmayan şeyler. Bugünlerde insanlar büyük şeylere ilgi gösteriyor. Büyük mevzular, büyük satışlar, başarı. Işıklar, röportajlar, flaşlar. Meşhur olmak. Şöhrete dayalı nem. Belki de düzeni baltalayan küçük olandır. Normların mütevazı boyutunda yaşayanlar. Belki de bu devrin kahramanı cücelerdir.” (s.95)
Bu doğrultuda gündelik olanın, gündelikliğin içerisinde norm dışı olduğu için önemsiz gözükenin, kayıp zamanın peşine düşüyor. Başka bir deyişle, gündelik hayat içerisinde yakaladığı gerçek veya hayal ürünü birtakım kavramları imgeleştirerek bir poetika kuruyor gibi ancak bu poetikanın çift veçheye sahip olduğu söylenebilir: İlki, Georges Perec’in 'Bir Paris Semtinin Tüketilme Denemesi' adlı, birtakım sıradan olayları saatiyle kaydettiği küçük hacimli eserinde olduğu gibi sıradanın kurgusallığını vurgulamak. İkincisi ise bunun düşünsel boyutunu katmanlaştırmak. Örnek vermek gerekirse, yüksek sesle haber dinleyen komşusundan muhabir cinayetlerinin yüzde doksan beşinin çözülemediğini öğrenir kadın. Ancak böyle sıradan olayları parça parça metne yediren Lozano aslında siyasi bir eleştiri yapmaktadır. Bu siyasi eleştiri, romanın sonuna doğru ağırlaşır. Meksika, son yıllarda doksan bin ölümün yaşandığı, kadın haklarının hiçe sayıldığı, basın özgürlüğünün olmadığı bir ülke olarak karşımıza çıkar. “Felaketler toplumsal kuvveti doğruyorsa bunu siyasete de uygulayabilir miyiz?” (s.97) diye sorar anlatıcı. İlk romanın Cervantes’ten önce, X. yüzyılda Japonya’da bir kadın, Murasaki Shikibu tarafından yazıldığını, İspanya’nın yeni dilinde ilkin Rahibe Juana’nın yazdığını, İo’nun ise kumlara yazdığını belirterek “Üç kadın kelimeleri dönüştürdü” (s.98) diye vurgulayarak eril tarihin yanlış kurgusuna dikkat çeker. Cüce, kırlangıç, elektrikli kalemtışra gibi kavramlarla Proust, Kafka, Pessoa gibi birçok yazın insanına yapılan göndermelerle oldukça bireysel bir roman gibi görünse de 'İdeal Defter' toplumsal yönü kuvvetli bir eser. Öte yandan Shakespeare’den Pessoa’ya kadar birçok ismin geçtiği metinde belki de en çok vurgulanan Proust’tur. Onun en sevdiği kuş olan kırlangıç da metinde çokça karşımıza çıkar. Ancak bu karşılaşmalar bir laytmotif olmaktan uzaktadır çünkü okurun imgeyle her karşılaşması farklı bir biçimdedir. Böylece hem bir döngü hem de bir dönüşüm söz konusudur. Döngü, dönüşümü sağlayan sistemken dönüşüm de dil vasıtasıyla gerçekleşen bir olgudur:
“Örneğin Daphne bir ağaca dönüştü. Dönüşümü ceza değildi. O kadar çok arzu ediyordu ki sonunda gerçekleşti. Kelimeleri ona dönüşümü getirdi. Dönüşüm bir karakterin hikâyesinin devam etmesidir: Ceza da olabilir, armağan da. Yazılı sözcük de aynı güce sahip midir, kelimeler bizi değiştirebilir mi? Yazmak ve okumak bizi dönüştürür mü?” (s.75)
Bu kavramların rollerinin romanın sonunda daha açık bir hal aldığını da belirtmeli. Öte yandan bahsedilen tüm bu kavramlar hem bireysel olanın potasında erir hem de dil/langue-dil yetisi/langage-kurgu/fiction üçgeninde irdelenir. Özne, yüklem, sıfat gibi dil bilgisine dair unsurlar gündelikliği analiz etmek için birer enstrüman olarak kullanılır. Anlatıcı, gerçeğin karşısına kurguyu koymayı tercih eder fakat onun kurgu tanımının kerterizi işe yaramazlıktır. Böylece modern hayatın bütün direttiklerini paranteze almaya çalışan bir düşün insanı gibi de davranır. Bireyselden toplumsala, toplumsaldan bireysele, kurgudan gerçeğe, gerçekten arzu edilene, arzu edilenden ideale geçer ve hepsini kıyaslarken böyle parçalı bir anlatı içerisinde cem etmeyi başarır yazar.
Son olarak, bekleyiş temasına da değinmekte fayda var zira romanın merkezinde de bir bekleyiş söz konusu. Jonás’ın yokluğunda sık sık anne-sevgili çatışmasına değinir anlatıcı. Bu çatışmalardan hareketle de aileyi masaya yatırır. Ailevi ilişkiler, arkadaşlık ilişkileri geçmişle harmanlanırken kayıp zamanın izi de sürülmüş olur. Böylece duyular da müdahil olur: Bir fotoğraf, bir şarkı, bir koku da kurguda bir rol üstlenir. Yeri gelir bir fotoğrafın ölümsüz olduğu söylenir, yeri gelir geçmiş bir şarkıyla şimdiye siner.
“Çerçeveler isimler gibi: İnsanlar hayatta ya da ölmüş olabilir ama o anda fotoğrafın içindeler, şimdiki zaman. Şişerek yayılan isim, geniş zaman, çerçeve, ismimizi oluşturan durağan harfler. Rahatsız edici biçimde ölümsüz.” (s.69)
Bu minvalde anlatının zamanı yer yer geçmişi sırtında taşıyan sürekli bir şimdiki zamana dönüşerek mitolojik/destansı bir boyut kazanır. Nitekim antik destanlardan, Odysseus’u bekleyen Penelope’den de bahsedilir, Jonás, yani Yunus, isminin dini mitolojik boyutu da yansıtılır.
Bu özellikleriyle incelemesi zor bir roman olarak karşımıza çıkan 'İdeal Defter', pek çok noktaya temas eden teknik bakımdan alışılmışın dışı bir roman olarak tıpkı anlatıcı gibi okurun da “Yaklaşıyor muyum, yoksa uzaklaşıyor muyum?” cümlesini sıklıkla sormasını sağlayan bir metin olarak karşımıza çıkmaktadır. Belki de romanı yine romana dair bir alıntı en iyi şekilde açıklar:
“O kadar çok sorum var ki. Hepsi de işe yaramaz. Cevaplardansa soruları tercih ederim. Seyir halinde olmak en iyisi, pencereleri açarsın ve rüzgâr saçlarını dağıtır.” (s.71-72)