Kürt Aşiretleri: Siyaset içinde doğrudan ve güçlü bir etkileri var
Yalçın Çakmak ile Tuncay Şur'un derlediği 'Kürt Aşiretleri' çalışması İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. Çakmak ve Şur'la kitabı konuştuk.
DUVAR - 2018 yılında İletişim Yayınları’ndan ilk olarak 'Kürt Tarihi ve Siyasetinden Portreleri' isimli bir kitap derleyen Yalçın Çakmak ile Tuncay Şur, bu kez 'Kürt Aşiretleri' isimli bir kitap daha derledi. “Aktör, Müttefik, Şakî” üst başlığıyla yayımlanan kitap, yine İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. Tarihi bağlamda Kürt aşiretlerini merkeze alan, siyasi, ekonomik, kültürel ve askeri yönleriyle birlikte masaya yatıran Çakmak ve Şur ile bir araya geldik ve çalışmalarını konuştuk.
'Kürt Aşiretleri', birlikte derlediğiniz ikinci kitap… Nasıl yürütüyorsunuz ortak üretimi, çalışma biçiminizi anlatır mısınız? Ek olarak, bu çalışma biçiminin olumlu ve olumsuz özellikleri neler sizce?
Evet, 'Kürt Aşiretleri' birlikte hazırladığımız ikinci kitap, bunun dışında da ortak çalışmalar yapıyoruz. Kolektif çalışmak, nitelikli akademik üretim için neredeyse temel unsurlardan biri fakat ne yazık ki özellikle Türkiye’de bunu gerçekleştirmek bir yığın sebepten ötürü oldukça güç bir hale geldi. Kolektif çalışma yapmanın temel şartlarından biri -ki bu ortaya çıkacak işin niteliğini ve selametini de belirleyecek bir şeydir- disiplinli ve titiz çalışmaktır. Dostluk-arkadaşlık hudutları ile profesyonel çalışma sınırlarını iyi ayırt etmek, çalışmayı ve neticesini doğrudan etkiliyor. Biz buna dikkat etmeye çalışıyoruz.
Tabii bir de üzerinde çalışanların da yakından bildiği gibi derleme yapmak başından sonuna kadar gerçekten de çok meşakkatli bir süreç. Bir kere her şeyden önemlisi kendi adımıza konuşacak olursak, konu ve yazar kadrosunu belirlemek ve bu hususta da gerekli ihtimamı göstermek ciddi bir emek gerektiriyor. Çünkü yazar kadrosu ve makalelerin muhtevası artık tüm derlemenin bir parçası ve niteliğini de belirliyor. Adeta bir aile gibi oluyoruz. Yani bir makale artık kitabın ruhuyla bütünleştiği için diğer makaleleri de etkiliyor… Ama takdir edersiniz ki yaptığımız iş bir derleme. Bu nedenle bazen okurlardan “şu neden yok” gibisinden sorular da alıyoruz. Fakat bu ne yazık ki hacimsel olarak düşündüğümüzde ne teknik olarak ne de bahse konuya dair azami yetkinlikte yazarı bulma hususunda mümkün.
Son yüzyılda yapılan akademik çalışmalarda Kürt tarihi, biraz da aşiretler üzerinden tanımlana geldi, diyebiliriz. Siz bugüne değin yapılan çalışmalara ek olarak ya da bu çalışmalardan farklı olarak aşiret olgusu ve Kürt ulusunu akademik olarak nasıl ele aldınız?
Son yüzyılda yapılan akademik çalışmalarda iddia ettiğinizin aksine aşiret olgusu oldukça az işlendi. Kuşkusuz bazı Kürt aşiretleri üzerine münhasıran çalışan araştırmacılar oldu ya da Kürtlük üzerine yazılan birçok metinde aşiret bir dinamik olarak ele alındı. Ama Kürt aşiretleri üzerine dört başı mamur antropolojik, tarihi ya da siyasi çalışmalar oldukça sınırlıdır. Bizim çalışmamızın bu noksanlığa bir katkı sunmasını arzuluyoruz. Biz bu çalışmada spesifik olarak “aşiret” olgusu ve “Kürt ulusu” arasında bir bağlam kurmadık elbette, böyle bir amacımız da yoktu. Ancak çalışma bu iki kavram üzerine çalışacak araştırmacılar için veri sunma potansiyeli taşımaktadır.
Bir de Türkiye’de Kürtlük gibi resmî paradigma dışı alan ve toplulukları çalışmak ve üstelik kabul edile gelen resmî anlatıyı yapı bozuma uğratmanın ciddi sonuçları oluyor. Yani siz, temel mantığı reddetmek üzerine kurulu bir mekanizmaya tarihte sesi kıstırılmış yahut daha doğru bir ifade ile görmezden gelinmiş özneleri görünür kılmaya çalışıyorsunuz. Tabii bu hususta müstakil iyi örnekler de var. Ama bir bütünlük içerisinde böylesine bir kompilasyon gördüğümüz kadarıyla bir ilk. Hatta derlememize önsözüyle çok kıymetli bir katkı sunan Kürdoloji uzmanı Martin van Bruinessen’in ifadeleriyle toparlayacak olursak Ziya Gökalp’in nispeten az bilinen çalışmasından takriben yüz yıl sonra, tabii niyetler farklı olmak kaydıyla, bir ilk.
Tarihsel bağlamda ele alındığında Kürt aşiretlerinin farklı etnik, dinsel ve mezhepsel kimliklere sahip olmasının ulus olma olgusunu ne denli etkilediğini nasıl yorumlarsınız?
Uluslaşma olgusu- tabii kuşkusuz bu belirlemeyi batılı manada ulus olma aşamaları dikkate alarak yapıyoruz- klasik manada belirli basamakları zorunlu olarak beraberinde düşündürüyor; kapitalistleşme, burjuvazinin doğuşu ve gelişimi, bir pazarın oluşumu, ortak mitler, tarih yazımı vs. Tüm bunları belirli ölçülerde Kürt uluslaşma süreçlerinde de görmek mümkün. Ancak burada aşiretler ve belki onlar kadar önemli bir başka etken olan tarikat ve şeyhlik gibi kurumların rolü de oldukça önemli. Bu konularla ilgili detaylı çalışmalar yapmak zorunlu görünmektedir.
Öte yandan Kürt coğrafyası yüzyılın başında sadece topografik manada ikinci kez bölünmedi, beraberinde zihinsel ve kültürel bir bölünme de getirdi. Sizin de bahsettiğiniz gibi hâlihazırda var olan heterojen yapı, aşiretler özelinde ve daha sonra politik organizasyonlarda ki bu iki olgu da önemli ölçüde birbiri ile oldukça geçişken ya da bağlantılı bir ilişki içinde gelişti. Topografik bölünme ve sonrasında farklı egemenlik ilişkileri ile birlikte daha da karmaşık bir hal aldı. Fakat Kürt aşiretlerinin farklı dini ve mezhep saiklerine sahip olmasının bir sorun teşkil ettiğini tarihsel olarak söylemek pek mümkün olmadığı gibi bundan sonrası için geleceğin bize neler göstereceğini ve cari siyasal alanın nasıl bir gelecek yaratacağını şimdiden söylemek de pek mümkün değil. Ama tarihsel manada konuşacak olursak Kürtler arası dini ve mezhepsel ayrılıklar belirli bölgelerde lokal birtakım güç ilişkileri bağlamında çatışmalar yaratsa da bu her bir tarafın yine de kendilerini genel Kürt dairesinin dışında tutmadığını göstermekte. Ayrıca Kürtler arası ilişkilerde dinin ne denli önemli bir saik olup olmadığı bugün artık ciddi bir tartışma konusu ve son dönemlerde üretilen birtakım çalışmalar gerçekten de ezber bozucu ve biline gelen klasik anlatıları ters düz eden bir katkı sunmakta.
Mesela bir örnek vermek gerekirse genel itibarıyla 2. Abdülhamid’in Kürt Sünni aşiretlerden devşirdiği Hamidiye Alaylarının hem Sünni aşiretler arası rekabetin bir yansıması olduğu hem de bizzat aynı mezhepten olsalar da diğer inançlardan Kürtlerdense kendi aralarında ve hatta aynı aşiret içi çatışmalarda daha etkin olduğu görülmekte. Tabii burada şu gerçeği de göz ardı etmemek gerekiyor: İnsanların toplumsal olarak bir sözlü hafızası var ve bu kuşaklar boyunca aktarıla geliyor. Ama ne yazık ki resmî ideolojinin bu hafızanın olağan akışı içerisinde kırılmalar yarattığı çok ciddi ve mühim müdahaleleri oluyor ki bu bugün Kürtler arasında buna dair giderek ön plana gelen birtakım hususlarla karşı karşıyayız. Üstelik tüm bunlar yapılırken de herkes tarihi kendi cephesinden eğip bükerek haklılığını ispata kalkışmakta.
Coğrafi olarak bakıldığında Kürt coğrafyasının ticaret yolları üzerinde olmasının aşiret olgusunu nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz? Bu durumun ekonomik karşılığı, aşiretlerin biçimlenmesini nasıl belirledi?
Özellikle Tanzimat’tan sonra başlayan “yeniden aşiretleşme” ve sonrasındaki dönemde artık önemli ölçüde modern ticaret yolları ve teknikleri kullanılır hale geldi. Dolayısıyla Kürt coğrafyası ve geleneksel ticaret yolları ve aşiretler arasında bir analoji kurmak biraz zorlama olabilir. Aşiretlerin ticari angajmanları öncelikle imparatorluklar arası (Osmanlı-İran) sonrasında ise imparatorluk içinde önemli ölçüde patronaja dayalı bir ilişki biçiminde seyretti. Tabii burada bir de aşiret olgusunun Osmanlı ile sınır olan, mesela İran gibi devletlerle aşiretlerin geliştirdikleri ilişkilerin esnekliği de mühim. Yani karşımızda durağan ve tamamen yerleşik olmayan kimi aşiretler var ve bunlar adeta devletler ile geliştirdikleri ilişkilere göre pozisyon alıp mobilize olabiliyorlar. Çok iddialı olmayacaksa eğer bunlar için sınır artık “aşınmış” bulunmaktaydı. Tabii diğer yandan ticareten de belirli Kürt şehirleri zaten geçmişlerinden beri bölgede merkez haline gelmiş bulunmaktaydı ki buralarda üretilen ürünlerin Anadolu ve çevresi ve hatta Avrupa’ya kadar ihraç edildiğini biliyoruz.
Merkezi yönetimler ve Kürt aşiretleri arasında değişken ve dönüşümlü bir ilişki olduğuna tarihsel metinlerde sıkça rastlanıyor. Bu bağlamdan hareketle merkezi yönetimler için “uygun” aşiretin belirlenmesinde etkili olan durum nedir? Din, mezhep ya da etnik kimlik ne derece belirleyici?
Kürt aşiretleri 16. yüzyıldan itibaren Osmanlı egemenliğine girmeleriyle devletle karşılıklı ve değişen bir ilişki ağı içerisine girdi. Bunu, birlikte kaleme aldığımız ve pek yakında çıkacak ortak bir makalemizde daha detaylı bir biçimde ele aldık. Bu vesile ile şunun altını çizmek isteriz: Tıpkı 'Kürt Aşiretleri' kitabımızın üst başlığında olduğu gibi aşiretlerin Osmanlı ile ilişkilerinde “aktör, müttefik ve şakî” olmak üzere hem özgün hem de tarihsel manada değişen bir izlek söz konusu. Yani Osmanlı ile tamamen düz ve mutlak bir ittifak söz konusu değil. Bu nedenledir ki Bedirhan Bey İsyanı’nın bastırılmasından sonra resmi beyanlara da yansıdığı gibi “Kürdistan’ın yeniden fethi ve ele geçirilmesinden” bahsedilecektir.
Diğer taraftan aşiretlerle merkezi yönetimler arasındaki ilişkinin oluşumu ve seyrinde mezhep unsurunun etkin olduğunu bazı açılardan dile getirmek elbette mümkün. Buna oldukça somut örnekler vermek de mümkün. Mesela yukarıda da temas ettiğimiz gibi Hamidiye Alayları’na defaten başvurmalarına rağmen Varto ve Dersim’deki Kızılbaş aşiretler kabul edilmedi. Zira Ahmet Şâkir ve Zeki paşalar ret gerekçelerinde doğrudan Kızılbaş olmalarını dile getirirler. Öte yandan özellikle imparatorluk sonrası dönemde aşiretin etnik kimliği ya da mezhebinin yanı sıra politik pozisyonu da belirleyici oluyor. Bunun oldukça somut örnekleri mevcuttur. Türk Millî Mücadelesinin yanında yer alan aşiretlerin yanı sıra benzer dönemlerde zuhur eden Kürtlük mücadelesinin taraftarı olan aşiretler de söz konusudur. Bu ilişki biçimi Türkiye’de olduğu gibi Irak ve Suriye’de benzer dinamikler üzerinden yürümüştür.
Özellikle ulus-devlet olgusunun ortaya çıkışından sonra Kürt aşiretlerinin varlığı nasıl etkilendi?
Aşiretler Kürt coğrafyası üzerinde farklı ulus devletler kurulmasına rağmen mevcudiyetini korudu. Denilebilir ki imparatorluklar döneminde aşiretlerin üstlendikleri rol, merkezi yönetimlerle kurdukları ilişki ulus devletler döneminde de belirli veçheleri ile dönemin koşullarına uygun dönüşümlerle devam etti. Türkiye örneğine bakacak olursak, bazı aşiretler bir yandan Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren ulus devletin destekçisi, onun yereldeki nüfuzunun temsilcisi ve hatta kimileyin paramiliter gücü olabilmektedir. Öte yandan aşiretler aynı zamanda Kürt ulusal davasının özellikle insan kaynağı, militanları ya da sempatizanı da olabilmektedir. Bu durum Türkiye dışındaki Kürt mevcudiyetinin olduğu ulus devletler için de geçerlidir. Tabi, bütün bunları tarih boyunca değişen siyaset yapma anlayışı ve güncel koşullardan bağımsız değerlendirmemek gerekiyor. Ama yine de aşiret faktörünün bugün bilhassa Türkiye siyasetinde legal yahut illegal siyasetlerin görmezden gelemedikleri bir husus olduğunu söylemekle beraber bilhassa legal siyasetin oy devşirmek adına aşiret yöneticileri ile ilişkilerini sıcak tuttukları malumdur. Diğer taraftan şöyle bir gerçek de var: Legal siyaset, aşiretler ile ilişkilerini daha çok bu düzeyde tutarken, diğer Kürt partilerinin bununla beraber aşiret olgusunun dışına çıkarak daha evrensel iddialarla aşiretlerle ilişkilerini geliştirdiklerini görüyoruz.
Her ne kadar seçim dönemlerinde görünür hale bürünse de Kürt siyasal partilerinin ve sivil toplum örgütlerinin ortak hareket etme çalışmaları her daim sürüyor. Bu çalışmalara aşiret olgusunun ne denli etkisi var? Belirleyici olduğunu düşünüyor musunuz?
Bir önceki son cümlemizden devam edersek, şunu söylemek gayet mümkün: 1918’den itibaren, yani programında Kürtler için siyasal ve teritoryal egemenlik talebini açıkça dillendiren milliyetçi Kürt organizasyonlarının ortaya çıkmasından beri Kürt siyasal hareketleri içinde aşiretlerin doğrudan ve oldukça güçlü bir etkisi var. Her ne kadar yüzyılın başından itibaren batılı manada bir Kürt entelijansiyasının mevcudiyeti açıkça görülse de bu elit grubun Kürt nüfusunu mobilize edecek bir gücü yoktu. Bu yüzden aşiretler – ve elbette şeyhler de- Kürt siyasal davasının insan kaynağını ve militanlarını oluşturdu, siyasal taleplerin kitleselleşmesinin taşıyıcılığını yaptı. Bunun örneklerini Şeyh Said, Ağrı gibi başkaldırılarda ve daha sonra 1980’lerden sonra açıkça görmek mümkün. Benzer bir durum cari manada da geçerliliğini korumaktadır. Çünkü çok basitçe ifade edersek aşiret Kürt toplumunda hala oldukça güçlü bir siyasal, ekonomik ve insan gücünü temsil etmekte. Ama tabii yine bağlarsak bu karşılıklı ilişki Kürt milliyetçi hareketinin tesiriyle bir değişim ve dönüşüm de yaşamakta. Tabii bunda artık değişen dünya koşullarıyla beraber Türkiye için kentleşme olgusuna paralel göçlerle, güçlü bir Kürt diasporasının etkisi de bulunmakta.
Hazırladığınız yeni bir çalışma var mı? Günleriniz nasıl geçiyor?
Evet var. Pek yakında ortak bir İngilizce makalemiz yayımlanacak. Bununla beraber malumunuz ilk ortak derlememiz “Kürt Tarihi ve Siyasetinden Portreleri” çalışırken, bu çalışmamızda daha genel bir organizasyon olarak aşiret olgusuna eğildik. Bunun sonrasında da yine tarih ve güncel gelişmelerle bağını koparmadan Kürt tarihini farklı veçheler ile okumanın olanaklarına odaklanmayı hedefleyen bir çalışma düşünüyoruz.