Kürt, insan değildir

Türk toplumsal bilinçdışı şöyle işler: “Aa! Kürdüm diyorsun ama hiç de Kürde benzemiyorsun.” Bahçeli, Ahmet Türk’ü tanır ama ağa olarak, kayyım atanmış bir belediyenin başkanı olarak zinhar değil.

Fotoğraf: Arşiv
Google Haberlere Abone ol

Devlet Bahçeli, yakın zamanda Ahmet Türk’ün değerli bir şahsiyet olduğunu, “ağalık” vasfının bulunduğunu, ağalığının bazı önemli vasıflar taşıdığını, onun aşının da bol olduğunu, birileri onu ziyaret ettiğinde 42 davar kesmesinin nedeninin de sofrasının bol olmasından kaynaklandığını söylemişti. İnsanı samimiyet krizine sokan, yüzünü gülümseten ve barış rüzgarları estiren bu sözlerin “toplumsal bilinçdışı” eşelenip kazılırsa eğer, ortaya bambaşka bir tablo çıkar. Ahmet Türk’ün eskiden milletvekili olduğunu, parti liderliği yaptığını ve belediye başkanlığı payesi taşıdığını unutup onu “yurttaşlık” felsefesine göre değil de “ağalık” gibi feodal bir kategori içinde değerlendirmek, bana bu yazının başlığını esinlendirdi. Bahçeli, Ahmet Türk’ü neden bir yurttaş olarak değil de ağa olarak görmektedir? Belki onu onore etmek istedi ya da bölgedeki ekonomik-sosyal gücüne atıfta bulundu veya geleneksel Kürt misafirperverliğini vurguladı. Görünen gerçekliğin ardını eşelerken toplumsal bilinçdışının koşullandırdığı meşru bilinç çerçevesinde Kürdün, içinde kalıplaştırıldığı geleneksel veya klasik kategorilerin neler olduğu düşünülmelidir. Bir insana seslenme biçiminiz veya hitabınız, ona bakış açınızı belirler. Bahçeli’ninki lapsus (dil sürçmesi veya hata) değil, bilakis bir bakıma Kürdü, “insan” kategorisine sokmamak adına, “eksiklik” olarak kodlamanın yol açtığı bir hatalı imalat sürecine göndermek demektir. O zaman ne demek istediğimi biraz filozoflar Deleuze ve Guattari üzerinden anlatmaya çalışayım.

***

Deleuze ve Guattari, arzunun toplumsal bilinçdışı olduğunu söylerler. Arzu, bilinci oluşturur ve koşullandırır. Sonuçta bilinçdışı arzu, çıkarlara ve bilinçli isteklere karşı hareket edecek şekilde üretilebilir. Ama gerçekten böyle midir? Ben burada “milli arzu” diye bir şeyden bahsedeceğim. Ancak bu “milli arzu”, Deleuze ve Guattari’nin arzuya biçtikleri özgürleşme ediminin ötesinde, kendine bir “socius” (“bireysel kişi” ve “sosyal benlik”) oluşturabilmek için “Kürt”ü tüm tarihsel olumsuzlukları yüklenen bir arketip olarak tanımlama ihtiyacı duyar. İşte bu noktada Kürt, “pozitif geçmiş”i (bin yıllık kardeşlik, et-tırnak hikayesi, mert insan söylemi vb.) tehdit eden, silmeye çalışan “negatif gelecek”i temsil eder. “Pozitif geçmiş” söylemi, Kürdü, farklı değil, farkının bütünün içinde içerildiği bir parça-unsur (bütün değil) olarak ele alır. Burada söylemeye gerek yok: Türk, aklı temsil eder, Kürt ise duyguyu; ilki düşünür, ikincisi hislenir. Hegel’in efendi-köle diyalektiğinde olduğu gibi, çelişkinin sürebilmesi için zıtlar aktif olmalı ve fakat “mutlak”a (diyalektiğin en yetkin biçimi ve ürünü) varmalıdır süreç. Efendinin düşünebilmesi için köle eylemelidir. Ahmet Türk, yurttaş olarak değil, ağa olarak nasıl davranacağı (ağalık yapmak, davar kesmek, sofra kurmak vb.) konusunda düşünceyle yönlendirilmelidir. Luca Mavelli, “aşkın özne” yerine “pratik özne” olarak Batı-dışı kültür ve kimliklere yakıştırılan “eksikliğin” (deficit), kolonyalist söylemi kuran asıl unsur olduğunu söyler ve Kant’ın evrenselci felsefesini eleştirir. Ahmet Türk’ün “yurttaşlığı” eksiktir, o ancak feodal bir kategori olabilir (ağa), zinhar belediye başkanı, milletvekili veya parti lideri olamaz (“parti başkanı” yerine “elebaşı” gibi daha aşağılayıcı ifadeler de kullanılır ki bunların daha eski kullanımları eşkıya veya şaki gibi feodal kategoriler idi).  

***

İlginç olan şu: Kürdün legal her türlü yapılanma içinde olabileceği çeşitli sıfatlar (subay, hatta cumhurbaşkanı vb.) sayılırken ancak bütün bunları Türkün başardığı modern bir sistem içinde olabilmesi anlamında Kürdü şu mantığa davet eder: Bak modern bir sistem kurduk, al bu sistemin içinde eyle; ne olmak istiyorsan ol, engelleyen mi var? Evet var, madunlaştırıcı mantığın kodlar şeklinde işlediği bir toplumsal bilinçdışı hala iş görüyor. Madunlaştırmanın kültür kodlarını hala üreten üç temel mekanizma var: Feodalleştirme, müzeleştirme ve popülerleştirme. Feodalleştirme, “Şark” genel sıfatı veya kimlik belirteci altında Kürdü, Batı’ya karşı "Doğu"nun içine kilitler. Yeşilçam’ın filmlerinde veya yerli dizilerde bozuk bir Türkçeyle konuşan, yerel giysiler (poşu, şalvar vb.) içinde resmedilen, çeşitli “sorunlarla” (ağalık, kaçakçılık, terörizm, kız kaçırma, şiddet düşkünlüğü, çocuk yaşta evlendirme, medrese/sofuluk, göç, illegal işler vb.) anılan, okumamış-cahil-eğitime muhtaç, ilkel koşullarda yaşayan Kürt tipi, nihayetinde Türkiye kapitalizminin bir önceki sistemi olan “geri” feodal ilişkiler ağı içine yerleştirilir. Dersimli çoban genç Robert Koleji kazandığında bunun abartılıp medyada popülerleştirilmesi, nüanstan (önemsiz bir değişik durum) ziyade Kürde “olunması gereken” yol olarak sunulur. Burada mesele, Kürdün Robert Koleji kazanacak denli bir akla sahip olması değil, ideal yol olarak “Türk Robert Koleji” kazanması için çaba göstermesinin iyi, doğru ve güzel yani etik bir şey olduğuna dair bir anlayışın yeniden üretilmesidir. Dolayısıyla Kürt için ikili bir hat çizilir: Ya feodal ilkellik içinde kalacak (kalması Türk toplumsal bilinçdışından hem arzulanır çünkü Kürt arketipi hala TV dizileri gibi pek çok alanda iyi iş yapar ve Türkün üstünlüğünü vurgularken Kürdün geriliğini bir kez daha teyit eder ki Bahçeli’nin meramı aslında buydu) ya da devletin modernleştirici hizmetlerini kabul edip “ehlileştirilmiş Kürt” olarak sistem içinde yerini alacak. Fakat bu iki yol da Kürdü hala “insan” olarak görmez çünkü numunelik, müzelik veya gösteri nesnesi olarak Kürt, siyasi temsillerden ziyade kültürel semboller kullanılarak müzeleştirilmeye devam edilir. Müzeleştirme derken Kürt, folklorik bir şey olabilir ama siyasi bir şey olamaz; o yüzden Ahmet Türk, bir yurttaş değil, feodal bir ağadır. Attığı oyla siyaset yapan biri değil, davar kesip misafirini rahat ettirmesi beklenen bir ağadır.

***

Türk toplumsal bilinçdışı biraz da şöyle işler: “Aa! Kürdüm diyorsun ama hiç de Kürde benzemiyorsun.” Kürt olduğunuz halde pozitif şeylere, hasletlere veya iyi-güzel-doğru şeylere (mesela olumlu karakter, mesleki başarı, yüksek performans, düzgün Türkçe) sahipsiniz ama hiç de Kürtlere benzemiyorsunuz demek, Kürdün “iyi-doğru-güzel” şeylerden “uzak”, “eksik” ve “mesafeli” olduğu anlamına gelir. “Kürt” (aşkın özne) ile “Kürtler” (pratik özne) arasında bağlantı kurabilmek için soyut ile somut arasında sürekli gidilip gelinir. Bu gidip-gelme sürecinde Kürdün film ve dizilerde maskaraya çevrilmesi, hırtlaştırılması/kırolaştırılması, karikatürize edilmesi (tiyatro/sinema oyuncusu Yılmaz Erdoğan bu anlamda canlandırdığı tiplerle “gönüllü kul/köle” rolünü çok iyi oynadı ama ideal örnek elbette İbrahim Tatlıses’tir-viski-lahmacun-Oxford sembolik evreninde) çok görülen bir olgudur. Kürdün ya “eksik” ya da “tamam” olması istenir. Eksikse feodal (ilkel, yaban, yontulmamış, tarih-öncesi vb.) harita içine yerleştirilir, tamamsa artık Türk’ün kurduğu sistemi kabul ederek görece modernleşmiş biri olarak alkışlanır. Türk eğitim sistemi bu anlamda Kürde medeniyet götüren bir mekanizmadır; Kürt kim ki medeniyeti olsun! O yüzden konuştuğu dilin “bilinmeyen dil” (ama mahkemelerde tercümana izni verildiğinde ya da Kürtçe, bir suç unsuru olarak görüldüğünde “dışlayarak tanınan” bir dildir) olarak dil coğrafyasının dışına itilir, balta girmemiş ormanlar diyarına (Kürtçeyle bilimi bırakın eğitim bile yapılamayacağını iddia eden Türk münevverleri oldu). Kürt, ya “bilinmeyen”dir ya da “tanınarak dışlanan”dır. “Affedersin Kürdün teki”nden başlayan bir hitabi söylem evreninin genişliği ve enginliği, dışlamak için önce tanımak zorunda olduğunu iyi bilir. Bahçeli, Ahmet Türk’ü tanır ama ağa olarak, davar kesip sofra donatan biri şeklinde, kayyım atanmış bir belediyenin başkanı olarak zinhar değil. Bu kültürel söylem, Kürdü başka bir yoldan “etkisiz hale getirmek” için kullanılır. Masum mu, hiç değil. Ya işte “toplumsal bilinçdışı” yani bilinçli eylemler değil bunlar denilip geçiştirilecek şeyler de değil. Bilinçdışını kuran bilinçtir. Ama bir noktadan sonra bilinçdışı asıl oyun kurucu olur. 

***

Kürdün kadimliği, yiğitliği, mertliği, sofrası, karakteri falan da övülürken aynı bilinçdışı mekanizma tersinden de çalışabilir. “PKKlaştırma” ile “övme” sonuçta aynı çizgiye çıkar: Bir türlü olan veya olması gerekeni görmeme, kabul etmeme. Bir kez olsun Kürdün bir yurttaş, eşit haklara sahip olması gereken bir bilinçli insan olarak görülmesi söz konusu olmaz, olmadı da. Devlet Bahçeli, Ahmet Türk’ü Kasrı Kanco’da ziyaret edeceğine TBMM’de ağırlasa, olmaz mı? Hep “sorun” olarak etiketlenen Kürt elbette “çözüm”ün dışında görülür. Bu dediklerim, önyargı, kalıpyargı, etiketleme veya damgalamanın çok daha ötesinde olan çarpık bilinç örnekleridir, tabii demokrasi ve evrensellik açısından. Eğer devlet olarak bunları aşmak istiyorsanız, mesela Kürtçe anadilinde eğitime geçin (isteyen alır, istemeyen almaz), Kürt tipine sosyal derslerde Türk kadar yer verin. İlkel toplumsal bilinçdışı ancak böyle aşılabilir.