Kürt meselesinin en kestirme çözümü: Onurlu ve adil bir barış

Demokratik çözüm süreci, toplumun tüm kesimlerini kapsayan bir diyalog zeminine dayanmalıdır. Çatışmacı dilin yerini barışçıl bir söyleme bırakması, güven inşası ve toplumsal uzlaşı hayati önemdedir. 

Fotoğraf: ANKA
Google Haberlere Abone ol

Türkiye ve Ortadoğu’nun çözüm bekleyen en köklü meselelerinden biri olan Kürt meselesi, bölgede toplumsal barışın, demokrasinin ve insan haklarının geliştirilmesi açısından kritik bir öneme sahiptir. Tarihsel, kültürel ve siyasal boyutlarıyla ele alınması gereken bu mesele, yalnızca Kürtlerin değil, tüm bölge halkının geleceğini etkileyecek bir mesele olarak devletlerin karşısında durmaktadır. 

Peki, bu sorunu demokratik yollarla çözmek mümkün mü? Bu soruya ağız dolusu bir şekilde evet diyerek cevap verebiliriz. Zira Kürt meselesinin Türkiye Cumhuriyeti ile ilgili olan kısmı konusunda son 40 yıllık çatışmalı süreçte bile bir yandan güvenlikçi politikalar ile askeri operasyonlar yapılırken bir yandan da meselenin diyalog yoluyla çözümü konusunda güçlü olmayan girişimlerde bulunulmuştur. Bu girişimlerin kalıcı barış ortamına olanak sağlayacak kararlılıkta devam ettirilmemesine rağmen yaşanılan diyalog süreçleri sırasında uygulanan çatışmasızlık halinin toplumda yarattığı rahatlama ve yaşam hakkının korunmasına katkısı yadsınamaz bir gerçeklik olarak ortaya çıkmıştır. Son olarak 2013-2015 yılları arasında sürdürülen diyalog ve müzakere görüşmeleri sırasında oluşan çatışmasızlık halinin tüm coğrafyada sağladığı huzur ortamı sürecin başarısızlıkla sona ermesi akabinde tekrardan başlayan çatışmalı süreç nedeniyle insan bünyesi ve psikolojisinin kaldıramayacağı çok ağır insan hakkı ihlallerine neden olmuştur. Yaklaşık 10 yıldır tekrardan başlayan çatışmalı sürecin ülkenin ekonomik durumuna, sosyal ve siyasal yaşantıya, hukuk devleti ilkesi ile yargı bağımsızlığına olan olumsuz etkileri nedeniyle toplumun içine girmiş olduğu buhran siyasi iktidar temsilcileri tarafından göz ardı edilerek sürekli bir şekilde milliyetçi bir dil ile hamaset üretilmeye çalışılmıştır. Öyle ki rutin aralıklarla paylaşılan bilançolarla Türkiye sınırları içinde kaç PKK militanı kaldığı ve çatışmalarda yaşamını yitiren militan sayıları kamuoyu ile paylaşılarak meselenin askeri operasyonlarla çözümünün başarı getireceği şeklinde bir algı yaratılmak istenmiştir. İktidarın geliştirmiş olduğu bu siyaset tarzı karşısında ana muhalefet partisi dahil olmak üzere siyasi partilerin büyük çoğunluğu pasif bir konumda yer alarak iktidarın Kürt meselesi konusundaki politikasını zımnen kabul etmişlerdir. 

2015 yılı Temmuz ayından bu yana kavramsal olarak dahi tartışılamayan diyalog, müzakere, barış gibi kavramlar 1 Ekim 2024 günü Meclis'te gerçekleşen bir tokalaşma ve akabinde hiç beklenmeyen bir yerden gelen hiç beklenmeyen çağrılarla tekrardan Türkiye siyasetinin gündemine girmiş bulunmakta. Her ne kadar iktidar ortakları tarafından müzakere yok, süreç yok şeklinde açıklamalar yapılıyor olsa da yaklaşık 4 yıl aradan sonra PKK lideri Abdullah Öcalan ile yapılan iki görüşme ve kendisi tarafından kamuoyuna iletilen mesajlara bakıldığında devlet ile PKK lideri arasında gerçekleşen diyalogun bir müzakere sürecine dönüşme ihtimalinin güçlü olduğu söylenebilir. İlk olarak 1993 yılında Turgut Özal döneminde başlayan ve 30 yılı aşkın bir süredir kesintili olarak da olsa devam eden müzakere görüşmeleri, devletin de Kürt meselesinin savaş / çatışma dışı yollarla çözümünün mümkün olduğu konusunda ikna olduğunu göstermektedir. Peki, bu konuda ikna olan bir yapı neden meselenin diyalog ve müzakere yolu ile çözümü konusunda bu kadar isteksiz ve her an caymaya hazır şekilde davranmaktadır? Bu sorunun cevabı devlet kibri ile açıklanabilir. Kendi çizmiş olduğu sınırlar ve belirlediği koşullar dışına çıkılmasına tahammülü olmayan bir anlayış ile müzakere yapmak hayli zor ve yıpratıcı olduğu kadar sağlıksız da bir durum ortaya çıkaracaktır. Özelikle kamuoyunda tanınan ve geliştirilecek politikalar konusunda etkinliği bilenen temsilcilerin sürece dair sarf etmiş oldukları sözlerinde üstenci dil kullanmaktan imtina etmeleri önemli bir husustur. Bu nedenle eğer yeni bir süreç başlayacak ve sağlıklı bir zeminde devam edilmesi isteniyorsa her şeyden önce devletin kibrinden kurtularak pozisyon alması gerekmektedir. 

Kürt meselesinin çatışma dışı yollarla çözümü konusunda bir yola girilmesi halinde onurlu ve adil bir çözüm için öncelikle meselenin temelinde yatan sorunların doğru bir şekilde tespit edilmesi gerekir. Bu sorunları ikiye ayırırsak; ilki Kürtlere anadilde eğitim hakkının tanınmaması, kültürel hakların tanınmaması, eşit yurttaşlık hakkının tanınmaması, kendi kaderini tayin hakkının tanınmaması gibi Kürt meselesinin ortaya çıkmasına neden olan konulardır. İkincisi ise seçilmiş yerel yönetim temsilcileri hakkında kayyım atama kararları, idare ve gözlem kurulu kararları ile infaz süreçleri uzatılan mahpusların durumu, politik nedenlerle hapishanelerde tutulan hasta mahpusların tahliye edilmemesi, uluslararası yargı makamları tarafından verilen kararların iç hukukta uygulanmaması gibi Kürt meselesinin çözümsüzlüğü nedeniyle ortaya çıkan konular olarak belirtebiliriz. Salt Kürt meselesinin çözümsüzlüğü nedeniyle ortaya çıkan sorunların çözümü, Kürt meselesini doğuran sebepleri ortadan kaldırmayacağı için kalıcı bir çatışmasızlık hali ve toplumsal barışın tesisi için bu sorunların tamamını ortadan kaldıracak adımlar atılması elzemdir. Bu alanlarda atılacak adımlar, yalnızca Kürtlerin haklarını genişletmekle kalmaz, aynı zamanda Türkiye’nin demokratik standartlarını yükseltir. Demokratik çözüm süreci, toplumun tüm kesimlerini kapsayan bir diyalog zeminine dayanmalıdır. Çatışmacı dilin yerini barışçıl bir söyleme bırakması, güven inşa edilmesi ve toplumsal uzlaşının sağlanması bu sürecin başarıya ulaşması için hayati önem taşımaktadır. Demokratik çözümün en önemli şartlarından biri de güçlü bir siyasi iradedir. İktidarın ve muhalefetin, Kürt meselesini siyasi bir rekabet unsuru olarak değil, ortak bir sorun olarak görmesi gerekmektedir. Bu noktada siyaset kurumunun, toplumsal kutuplaşmayı körükleyen politikalar yerine, birleştirici bir yaklaşım benimsemesi gerekir. Toplumun katılımı ise sürecinin meşruiyetini güçlendiren bir diğer unsurdur. Sivil toplum örgütleri, akademisyenler, kanaat önderleri ve medya, sürecin her aşamasında aktif rol almalıdır. Halkın farklı kesimlerinin görüş ve talepleri dikkate alınmadan kalıcı bir barış ortamı sağlamak mümkün değildir.

Kürt meselesinin çözümünde yalnızca siyasal adımlar yeterli değildir. Bölgesel eşitsizliklerin giderilmesi, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişimin artırılması ve ekonomik kalkınmanın sağlanması da sürecin bir parçası olmalıdır. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki yatırımlar, iş imkanları ve altyapı projeleri, bölge halkının yaşam kalitesini artırarak toplumsal barışa katkı sağlayabilir. Geçmişte yaşanan acılarla yüzleşmek, kalıcı bir çözüm için önemli bir adımdır. İnsan hakları ihlallerinin araştırılması, mağdurların haklarının iade edilmesi ve toplumsal hafızanın onarılması, güven ortamını yeniden inşa eder. Bu bağlamda, adalet mekanizmalarının şeffaf ve tarafsız bir şekilde işlemesi, toplumun her kesiminde adalet duygusunu pekiştirir. Bu meselenin demokratik yollarla çözümü, yalnızca Kürt halkının değil, Türkiye’de yaşayan herkesin barış, adalet ve özgürlük içinde yaşamasını sağlayacak bir sürecin başlangıcı olabilir. Bu sürecin başarısı, siyasi liderlerden sivil topluma, akademiden medyaya kadar herkesin elini taşın altına koyarak sorumluluk üstlenmesine bağlıdır. Unutulmamalıdır ki, bu tür süreçler bir sabır ve kararlılık gerektirir. Kürt meselesinin çözümsüz kalmasından çeşitli sebeplerle memnuniyet duyan çok sayıda yapının olduğu bir bölgede yaşandığının bilinciyle davranarak süreç boyunca yaşanacak tıkanmalarda meselenin sulh yolu ile çözümü isteğinde olan tüm kesimlerin aktif rol alarak tarafları cesaretlendirici girişimlerde bulunması gerekebilir. Ancak güçlü bir irade, şeffaf bir diyalog ve herkesin eşit yurttaşlık temelinde birleştiği bir anlayışla Kürt meselesi çatışma ve ayrışma kaynağı olmaktan çıkarılarak toplumsal barışın inşasına dönüştürülebilir.

*İHD Diyarbakır Şubesi Başkanı