Kürt sorunu diye bir şey var arkadaş, Alevi sorunu da!
Almanya’da Kürtlüğünü, Belçika’da Aleviliğini gizlemek zorunda kalmayan bir insanın kendi ülkesinde bunu yapmak zorunda kalmasını problem olarak görmüyorsak eğer problem eşiğimiz epey yüksek demektir.
Sık sık gündeme gelen, gündeme geldiği her defasında ise gereğinden çok daha fazla politik bir çerçevede ele alınan iki konu; Kürt sorunu ve Alevi sorunu. Bahsi geçen sorunların nasıl çözülmesi gerektiği üzerine kafa yoranlar olduğu gibi ortada herhangi bir sorunun olmadığını iddia edenler de var.
Var mı peki gerçekten böyle sorunlarımız?
Ne şiş yansın ne kebap tarzıyla yanıtlanacak türden bir soru değil. O zaman net olalım; evet, var!
Kürt ya da Alevi sorununun varlığı/yokluğu üzerine yapılan tartışmaların bir geçerliği yok. Nitekim yoruma açık konular değil bunlar. Ülkemizde yaşayan Kürtlerin sadece Kürt oldukları, Alevilerinse sadece Alevi oldukları için yüzleşmek zorunda kaldıkları büyük zorluklar var. Bunun adına da Kürt sorunu, Alevi sorunu deniyor.
Kürtler ve Alevilerle yürütülecek geniş çaplı araştırmalarla problemin varlığını, boyutlarını, altında yatan nedenleri en berrak haliyle görebilecek olsak da buna gerek duymadan, oturduğumuz yerden küçük bir düşünce seansı ile problemin sağlamasını yapabilir hatta varlığını ispat dahi edebiliriz.
Şöyle…
Doğulu Kürt bir ailenin çocuğu, ömrünün tamamına yakınını Kürt coğrafyasında geçirdikten ve eğitimini de yine bu coğrafyada tamamladıktan sonra nüfusunun tamamına yakınını Türklerin oluşturduğu Batıdaki bir şehre memur olarak atanıyor. Göreve başladığı kurumda bir komisyon toplantısına katılmak üzere onbeş mesai arkadaşıyla birlikte içerisinde uzunca bir masanın bulunduğu dolayısıyla herkesin rahatlıkla göz göze gelebildiği, birbirinin sesini kolaylıkla duyabildiği toplantı salonuna geçiyor.
Toplantı henüz başlamamış ve herkes ikili-üçlü gruplar halinde sohbet ederek toplantının başlayacağı ana kadar olan süreyi can sıkıntısından arındırmaya çalışıyor. Tam o esnada bizim Kürdün telefonu çalıyor.
Toplantı başlamamış olduğundan telefonu kaldırıp karşısındaki kimseye şu an müsait olmadığını, onu birkaç saat sonra arayacağını söylemesinde etik açıdan bir sakınca yok. Ama başka bir sorun var. Arayan kişi annesi ve anne tek kelime Türkçe bilmiyor. Telefona cevap verilecekse konuşma Kürtçe olmak zorunda.
Bu ülkede yaşayan kaç Kürt böyle bir senaryoda o telefona cevap verir? Ya da soruyu biraz daha net bir formda sormaya çalışalım. Hangi Kürt böyle bir durumla baş başa kaldığında hiçbir tereddüt yaşamaz?
Şöyle de sorabiliriz…
Zihninde “Tepki gösteren olur mu? Yanlış anlaşılır mıyım? Bana karşı olan tutumlarda bir değişiklik olur mu?” vb. tarzı soruların belirmeyeceği tek bir Kürt var mıdır bu ülkede?
Yoktur!
İşte bu yüzden Kürt sorunu denen şey vardır ve üzerinde tartışılmasına gerek dahi olmayan bir gerçektir.
Bu sorunun inkâr edilmesinden yana tavır koyanların temel argümanları olan “Yüzlerce yıldır birlikte yaşıyoruz, et ve tırnak gibiyiz, kardeşiz, karşılıklı kız alıp kız veriyoruz” vari söylemler, yukarıda bahsedilen senaryo gerçekliğini muhafaza ettiği sürece bir anlam ifade etmekten çok uzaktırlar.
Ne var ki kardeş, kardeşinin yanında anadilini konuşmakta tereddüt etmez. Bu acı gerçeğin farkında olmasına rağmen görmezden gelen kimselerin ısrarla “kardeşiz, akrabayız, et-tırnağız” benzeri söylemleri fazlaca ucuz bir yol. ‘Konforlu alanımdan bir adım dahi dışarı çıkmayayım ama dağ gibi büyük bir problemi de bir şekilde çözmüş oluvereyim’ yaklaşımı kendini kandırmak, etrafındakileri saf yerine koymaktır.
Tam olarak bu aşamada sorulması gereken bir soru daha var; dünyanın başka bir yerinde aynı anda hem her şeyin güllük gülistanlık olduğu iddia edilirken hem de birilerinin sadece milliyetinden ötürü bu derece ötekileştirildiği, ırkını, kültürünü, dilini saklamak zorunda bırakıldığı bir örnekle karşılaşmak mümkün müdür acaba?
Sanmam.
Gelelim Alevilere…
Onlar kendi kültürlerini saklamak zorunda kalıyorlar mı peki?
Evet, kalıyorlar!
Alevilerin baskın nüfusa sahip olmadığı herhangi bir yerde yaşayıp da Aleviliğini hiçbir şekilde saklamak zorunda kalmayan, az önceki örnekteki Kürdün toplantıda çalan telefonla birlikte zihninden geçirdiklerini birebir düşünmek zorunda kalmayan, bir iş başvurusunda “acaba Alevi olduğum öğrenilirse bunun başvuruma olumsuz bir etkisi olur mu?” diye aklından geçirmeyen tek bir Alevi var mıdır sizce bu ülkede?
Gördüklerimiz, duyduklarımız, ne yazık ki, bu ülkede yaşayan her Alevinin yüksek ya da düşük düzeyde bahsi geçen problemle yüzleşmek zorunda kaldığını gösteriyor bize.
Bu örnekler Kürtlerin ve Alevilerin yaşamış oldukları yegâne ya da temel sorun değil. Problemin kapsamıyla ilgili etraflıca bir fikir sahibi olabilmemizi sağlayabilmeleri de söz konusu değil. Sadece problemin varlığını net olarak görmemizi sağlayan küçük birer örnekten ibaret bunlar.
Varlar, oradalar, çözülmeyi bekliyorlar.
Yaşadıkları ülkede milyonlarca nüfusa sahip iki ayrı kültürden gelen insanlar bir problemlerinin olduğunu iddia ediyorlar. Duruma hümanist bir bakış açısıyla yaklaşmayı başarabilen herhangi bir kimse, başka hiçbir delile ihtiyaç duymadan sadece kendi topraklarında kimliklerini gizleme çabalarını göz önünde bulundurarak, bu insanların çözüme kavuşturulmayı bekleyen bir soruna sahip olduklarını kabul edecektir.
Almanya’da Kürtlüğünü, Belçika’da Aleviliğini köşe bucak gizlemek zorunda kalmayan bir insanın kendi ülkesinde bunu yapmak zorunda kalmasını problem olarak nitelendirmiyorsak eğer problem eşiğimiz Everest dağının zirvesinden dahi yükseklerde bir yerlerdedir.
Toplumdaki farklılıklara olan önyargı ve bünyelerdeki yüksek dozajda nefreti göz önünde bulundurarak bir değerlendirmeye gittiğimizde, problemin kısa vadede çözülebilmesinin ancak birilerinin nefret objesi haline getirilmeyi, en ağır hakaret ve eleştirilere maruz kalmayı göze alarak sorunun üstüne gitmesiyle mümkün olabileceğini fark ediyoruz. Bu birilerinin ise ‘herhangi’ birileri olmadığını belirtmemize gerek yok herhalde.
Arkadaşı Andrea, mahkemede idamla cezalandırılmamak için dünyanın yuvarlak olduğu fikrinden geri dönen Galile’ye, “Kahramanı olmayan toplumlara yazıklar olsun!” der. Galile, “Kahramana ihtiyaç duyan toplumlara yazıklar olsun!” yanıtını verir arkadaşına.