Kurtlar sofrasında son durum
Bu kan kokusu, bu kurtlar sofrası havası, hezeyan ya da feveranı tek bir şeyi işaret ediyor: Demokrasi korkusu, eşitlik, birlik, birliktelik isyanıdır bunun adı. Görüyor ve yaşıyoruz ki her renkten, her boydan sağ siyaset bu korku, bu nefret üzerinden biçimleniyor.
Bir yönetim aracı ve yöntemi olarak küfür üzerine konuşmak gerekir mi?
Evet gerekir.
Dil, söz ve üslubun ötesinde, yöneticilerimizin her tür ve her düzeyden muhaliflerine ve elbette biz aciz kullarına; yönetilenlere yaklaşım biçimi olarak küfür, uzun zamandır etkin, yaygın davranış biçimi, yöntemi olarak karşımıza çıkıyor.
Küfrün yanına ondan daha yaygın, daha sık kullanılan bir yönetim yöntemi ve aracı olarak yalan üzerine konuşmak gerekir mi?
Kesinlikle gerekir. Kaldı ki, küfrün başka bir türüdür yalan.
Çünkü yalan, akıl, idrak, bilgiden yoksun zavallıların gerçeği onlardan sakladığınızı, tersini ifade ettiğinizi fark etseler bile buna boyun eğmekten ya da sesiz kalmaktan başka bir şey yapamayacakları kabulüne dayanır. Bu nedenle de örtme, gizleme, çarpıtmanın ötesinde yalan, bir yönetme, hükmetme; karşınızdakini tâbi kılma, değersizleştirme biçimi, yöntemidir.
Peki, “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçlamasına ne buyurulur? Bunu da bir yönetim araç ve yöntemi, hatta silahı olarak incelemek gerekir mi?
Elbette gerekiyor. Duruma bakılırsa, son yıllarda kolluk güçleri ve yargı da en çok bu suçu takiple meşgul.
İddia o ki, tek tek kişilerden her tür yayın organına, grev gibi en temel hak arayışından sokak gösterilerine; konserlerden, şarkılardan, şarkıcılardan stadyum tribünlerindeki tezahürata… her an her yerde, herkes bu suça giderek daha fazla tevessül ediyor. “Küfür ediyorsun, hakaret ediyorsun, yalan söylüyorsun… cezanı çekeceksin” deniyor insanlara da, onların sesini, sözünü iletenlere de…
Aşağıdakilerin davranışları yukarıdakilere böyle görünüyor.
DEMOKRASİ KORKUSU YA DA NEFRETİ
Bu üç temel yöntem ve araç, deprem sürecinde fazlasıyla karşımıza çıktı. Enkaz hâlâ ortada. Ama bugün bunların hiçbirini konuşmayacağız. Hepsine tüy diken daha yeni, başka bir enkazla karşı karşıyayız çünkü. İttifak adıyla kurulan masanın enkazı var ortada!
Masanın devrilmesi değil mesele. Şu yukarıdaki hal ve gidişi, yönetim yöntem ve biçimlerini değiştirmek amaç ve iddiasıyla bir araya gelip yola çıkanların, yol arkadaşlarına dair duygu ve düşünceleri, enkazın ta kendisi.
Altı yol arkadaşından biri, diğer beşinin tutumu için şu ifadeleri kullanıyor: Kıskaç -yani kumpas, hile-, şahsi hesap ve hırs - her şeyi, herkesi şahsi hesaplarına, çıkarlarına alet etme-, kuyruklu yalan -sahtekârlık-, dayatma -zorbalık- vd…
***
Küfür, dil, üslup ve aracın ötesinde politik yöntem olarak burada da karşımıza çıkıyor, evet.
Bu feverana, isyana yol açacak gözlem, bilgi ve algı bir günde ortaya çıkmadığına, çıkmayacağına göre, daha önce hiç bu türden ifadeler kullanılmadığına göre, geçmiş ya da şimdiki zaman için, daimi yalan, bir siyasal araç ve yöntem olarak burada da karşımıza çıkıyor. Evet.
Kin ve düşmanlığa tahrik – aşağılama ithamı, evet bir siyasal araç, yöntem olarak burada da geçerli.
***
Bu kan kokusu, bu kurtlar sofrası havası, hezeyan ya da feveranı tek bir şeyi işaret ediyor: Demokrasi korkusu, eşitlik, birlik, birliktelik isyanıdır bunun adı. Ranciére daha açığını söyledi, yazdı: Demokrasi Nefreti.
Görüyor ve yaşıyoruz ki her renkten, her boydan sağ siyaset bu korku, bu nefret üzerinden biçimleniyor.
BİZ NEYE MECBURUZ?
Kemal Tahir’in Kurt Kanunu, edebiyatın klasiklerinden. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki iktidar kavgasını ve ilkelerini anlatır. Deyim haline gelen “kurtlar sofrası” ise, kimilerine göre Attila İlhan’ın icadıdır. Pek parlak bir roman olmayabilir Kurtlar Sofrası. Ama Attila İlhan’ın 1954 – 1961 arası, yedi yılda tamamlayıp ancak 1963/1964’de iki cilt olarak yayımladığı roman, iktidar aygıtlarını, aktörlerini, cinayete uzanan yöntemlerini işaret eden zengin bir galeri olarak ele alınabilir. İlk yayınlanışından 60 yıl sonra bile, bugünü okumak açısından da ipuçları verebilir.
Demokrat Parti dönemini; 1950’leri konu eden roman dağınık bir yapıya sahip. Yazım sürecinde defalarca değişime uğramış olsa gerek. Sonuçta, DP’nin darbeyle devrildiği 27 Mayıs 1960 sonrasında son nokta konuluyor ve yayınlanıyor. Romanın adı da sonradan konmuş olabilir. Kurtlar Sofrası, Attila İlhan’ın 1960’da yayınladığı bir başka kitaba adını veren şiirdeki dizeden gelip romanın kapağına konmuş sanki.
Ben Sana Mecburum’un son dizeleri:
ne vakit bir yaşamak düşünsem
bu kurtlar sofrasında belki zor
ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
ne vakit bir yaşamak düşünsem
sus deyip adınla başlıyorum
içim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
hayır başka türlü olmayacak
ben sana mecburum bilemezsin..
***
Kurt kanunundan da, kurtlar sofrasından da kurtulmak için o adla başlamak zorundayız, ona mecburuz: Korkulan, nefret edilen demokrasiye.
Küfürden, yalandan, kin ve nefretten, kurtlar sofrasından kurtulmak için demokrasiye mecburuz.