Kutlamasız 100. yıla itirazımdır
İktidarın 100’üncü yıl kutlamalarını hangi bahaneyle sönük geçireceğini içten içe merak ediyordum. Cumhuriyetle kavgalı bir ideolojinin iktidarında 100. yılımızı kutlamaya hazırlanırken eminim aynı endişeyi çok kişi yaşıyordu. Aranan bahane Filistin’de bulundu.
100 yılını tamamlamayı heyecanla beklediğimiz Cumhuriyetimizin, tuhaftır ki ilk asrını bitirmeye sessiz sedasız yaklaşıyoruz. 100 yılın bitimine bir hafta kala hala şenlikler, kutlamalar planlanmış değil. Büyükelçiliklere tören daveti bile gitmediğini öğreniyoruz. 100. yıl çok önemli bir dönüm noktası oysa. Ve tam da böyle çok önemli bir dönüm noktası olduğu için kendi toplumuyla kültür savaşı yürüten iktidarın, 100’üncü yıl kutlamalarını hangi bahaneyle sönük geçireceğini içten içe merak ediyordum. Cumhuriyetle kavgalı bir ideolojinin iktidarında 100. yılımızı kutlamaya hazırlanırken eminim aynı endişeyi çok kişi yaşıyordu. Aranan bahane Filistin’de bulundu. İsrail işgali ve kurduğu apartheid rejimi altında parçalanmış Filistin'e bizim üç günlük yas ilan edip kutlamaları ertelememiz umut olamaz. Çünkü işgal karşısında yas değil direniş ruhu kurtarıcıdır.
DEDEM BENİM MİLLİ MÜCADELE KAHRAMANIM
105 yıl önce işgale uğramış yurdumuzda, dedelerimizin direnişi, savaşı ve zaferi Cumhuriyetle taçlandırması bize gurur, sömürgeci istilası altında yaşayan toplumlara umut olmuştu. Dedem Molla Ahmet (Çağırgan), Denizli'nin Acıpayam ilçesinin Evgire köyünden (şimdi Çamlık Mahallesi) katıldığı Milli Mücadele’nin başından sonuna kadar batı cephesindeydi. Milli Mücadele’ye emek, Cumhuriyet'e gönül vermiş dedemin ruhu muazzeptir şimdi. Muhabere çavuşu olarak İsmet İnönü ile karşılaşmışlığı varmış. Gerçi Atatürk’ü hiç görmemiş ama ona ve Cumhuriyet'e sıkı sıkı tutunmuş insanlardandı. Bir o kadar da yufka yürekliydi. İstiklal Madalyası ve gazi maaşı kararı çıktığında başvurmasını isteyen babamı ve kardeşlerini konuşturmamış bile. “Biz maaş için savaşmadık” diyerek kestirip atmış. Hiç değilse madalyasını alıp göğsüne takmasını teklif ettiklerinde ise öfke seline kapılmış: “Bedenimde bir nişanım bile yok yarın rabbimin huzuruna nasıl varacağım diye yanarken siz bana göğsüne nişan tak mı dersiniz?”
Tahminen muhaberatta çalıştığı için hiç yaralanmamış. Yanı başında şehit olan, yaralanan, uzuv kaybeden silah arkadaşlarını düşünür kendinden utanırdı. Böylesi yüce gönüllü insanlardı dedelerimiz. Allah hepsinden razı olsun. Dedem benim Milli Mücadele kahramanım. Ancak ölümünden sonra tek oğlu olarak babam müracaat edip hak ettiği madalyayı aldı. Kendi üstüne takmayı reddettiği madalyayı biz alıp çerçevelenmiş fotoğrafına taktık. En kıymetli aile yadigarımıza bakıp iç geçiriyorum şimdi.
Geçen hafta memlekete gidip dedemi ve babasının ayak ucunda yatan babamı ziyaret ettiğimde duymuştum ilk olarak erteleme ve iptal haberlerini. Öyle canım yandı ki anlatılır gibi değil. Dedelerimize layık torunlar olamama duygusu çok yıkıcı, çok yakıcı. Tasada ortaklaşanların torunları kıvançta ortaklaşmazsa halimiz nice olur? Bu sorunun cevabını bilmek de bulmak da istemiyorum. Ancak şundan eminim ki biz Cumhuriyet'in 100. yılını layıkıyla kutlamazsak emek verenlerin, şehitlerin, gazilerin ruhları şâd olmaz.
HALK OLARAK COŞKUYLA KUTLAYALIM
Ortak hafızayı canlı tutacak böylesi vesileleri kaçırmak ortak gelecek tahayyülünü imkansız kılar. Bizi birbirimize yakınlaştıracak vesileleri bile isteye yok etmekle maruf iktidara inat halk olarak coşkuyla kutlayalım. 29 Ekim'de sokaklara taşarak, sarılarak, kucaklaşarak kutlayalım bize zaferi ve zafer sayesinde kurulan Cumhuriyet'i armağan edenleri. Cumhuriyet'e ve Cumhuriyet değerlerine yan gözle bakan dahili ve harici bedhahlara meydanı boş bırakmaya gelmez.
Murat Bardakçı’nın 31 Mayıs 2015 tarihli yazısından şu satırları okumayı öneriyorum: “1953’te fethin 500. yıldönümü idi, İstanbul’da çok daha öncesinden hazırlıklar yapılmış, fetih ve Fatih ile ilgili kitaplar çıkartılmış, kuşatma sırasında şehid olan askerlerden bazılarının mezarları bulunup restore edilmiş ve Fatih Sultan Mehmed’in gündemde olması için büyük çaba gösterilmişti. Ama bütün bu faaliyetleri üniversiteler, dernekler ve gönüllüler yapmıştı; hükümet işin içerisinde yoktu, zira fetih kutlamalarının resmî bir şekil alması hâlinde ilişkilerimizin düzelmeye başladığı Yunanistan’ın 'rencide olabileceğinden' endişe ediliyordu.”
Aynı yazıda yer alan Abdülhamid’in “Rumlar üzülmesin” diye fetih kutlamalarına izin vermediği; ittihatçıların ise fethi kutlama törenlerini 11 Haziran'a ertelediği bilgisi ile bugünkü iptalleri birlikte düşünelim.
İktidarını kültür savaşları odaklı toplumsal ayrışmaya borçlu olanların, toplumun kıvançta ortaklaşmasına tahammülü yok diyebiliriz sanırım. Ve 1953 yılında üniversitelerin, derneklerin, gönüllülerin gerçekleştirdiği kutlamaları bu 29 Ekim'de 100. yıl kutlamaları için bizler halk olarak yapma ödevini üstlenmeliyiz. Bir haftada organize olamayız denirse 29 Ekim günü Cumhuriyet Bayramı'nı sokaklarda alanlarda, her yerde birbirimizi kutlayarak coşkuyla yaşayalım en azından. Dedelerimize olan Cumhuriyet'e, Cumhuriyet değerlerine sahip çıkma borcumuzu en azından bu şeklide eda etmeye çalışalım. Unutmayalım bugün kıvançta ortaklaşmamızı önleyenler geçmişte tasada ortaklaşmayı önlemek için İngiliz uçaklarıyla Anadolu semalarında, Kuvayı Milliye için “hain” fetvası attıran Şeyhülislam Dürrizade Yekta Efendi'nin kitaplarını okumaktalar hâlâ. 105 yıl önce tasada yanımızda olmayanların bugün 100. yılımızı gölgelemesine fırsat verirsek kendimizi bir ömür affedemeyiz.