‘Lanetli Yıllar’ bitsin ve geri gelmesin
Yervant Odyan, 'Lanetli Yıllar' ile soykırıma bakabilmek ve yüzleşmek için başka bir pencere açıyor. Lanetli yıllar gitsin ve bir daha geri gelmesin diye...
Yervant Odyan’ın, 'Yoldaş Pançuni' adlı kitabını yıllar önce okumuştum. Daha sonra başka kitapları da Türkçe yayımlandı ancak Odyan’dan yeni bir eser okumak 'Lanetli Yıllar'a nasip oldu. Kitabının tam adı şöyle: 'Lanetli Yıllar-İstanbul’dan Der Zor’a Sürgün ve Geri Dönüş Hikâyem 1914-1919'. Aras Yayıncılık ve Kor Kitap tarafından yayımlanan 'Lanetli Yıllar'ı, Sirvart Malhasyan ve Kevork Taşkıran çevirmiş.
Kitapta Krikor Beledian’ın “Yervat Odyan’ın Yolculuğu” başlıklı kapsamlı sunuş yazısına ve “Odyan’ın Yaşamından Kesitler” fotoğraf albümüne de yer verilmiş. Yervant Odyan, 'Lanetli Yıllar'da hayatından üç buçuk yılı çalan sürgün hatıralarını anlatıyor.
LANETLİ YILLAR CİHAN HARBİ’YLE BAŞLADI
Yervant Odyan, hatıralarını anlatmaya, 1914 Haziran’ında Avusturya-Macaristan veliahtı Arşidük Franz Ferdinand ve eşi Hohenberg düşesine Saraybosna’da düzenlenen suikastla başlıyor. Gazetede okuduğu suikastla ilgili haberin sarsıcı olduğuna değinen Odyan, “Bu suikastın yakın zamanda doğuracağı korkunç sonuçlar henüz sezilemiyordu” diye belirtir.
“Korkunç sonuçlar” için çok beklemek de gerekmeyecektir. Bir süre sonra seferberlik ilan edildi ve “İstanbul’un çehresi birdenbire değişti, gündelik hayat bozuldu ve her tarafta genel bir kargaşa, panik havası sürmeye başladı.” Dünya çapında bir felakete neden olacak savaş nedeniyle herkes endişelidir ancak Ermeni halkının endişesi elbette iki kat fazladır. Arkadaşı Zohrab, Odyan’ı, “Hepimizi kırımdan geçireceklerinden korkuyorum. Bu umumi harp onlar için bir daha asla ele geçiremeyecekleri bir fırsat” diye uyarıyor.
Öte yandan polisin sürgün edilecek Ermenilerin listesini hazırladığı yönünde haberler de dolaşmaya başlar. Odyan, bu sürgün listesine pek inanmadıklarını söyler ancak “havada tehdit kokusu vardı” diye de ekler.
‘ACABA SIRA HANGİMİZDE?’
Odyan, 1915’in 24 Nisan gecesini uğursuz olarak nitelendiriyor. O gece çok sayıda Ermeni evlerinden alınarak tutuklanmıştır. Bu tutuklamalar karşısında herkes gibi Odyan da şaşkındır ve şu soruyla karşılaşır: “Nasıl oldu da sizi tutuklamadılar?” İstanbul’daki birçok Ermeni entelektüel tutuklanmıştır, Odyan, olsa olsa tesadüfen tutuklanmamıştır. Bir süre saklanmaya karar verir.
Sonunda, sürgün edilen aydınların bir kısmı İstanbul’a, Odyan da evine döner. Çalıştığı gazetede işbaşı yapar ancak Ermeni halkı arasında tedirginlik had safhadadır. Bir dostu, Vosgan Mardikyan, şöyle diyecektir ona: “Aydınlara karşı eziyetler son buldu. Şimdi sıra tüccarlara, iş sahiplerine geldi… Ermenilerin servetlerini ellerinden alacaklar. Bunun için hangi yöntemleri kullanacaklarını bilmiyorum ama şunu biliyorum ki, bu adamlar her şeyi yapmaya muktedir… her şeyi, anlıyor musun?” (s.55)
Bu alıntılar, İstanbullu Ermeni entelektüellerin günün koşulları içinde nasıl bir tedirginlik içinde yaşadığını gösterir nitelikte. Her gün tanınmış birkaç kişinin tutuklanıp sürgüne gönderildiği yönünde haberler alınıyor. Yaklaşmakta olan tehlike hissedilmenin ötesine geçmiş, görünür olmuştur.
“Köprüde sık sık, polislerin denetiminde, Haydarpaşa vapuruna, oradan trene bindirilerek İzmit veya daha uzaklara sürülmek üzere götürülen Ermeni gruplarını görüyorduk. Yaşlı, genç, delikanlı, iş güç sahibi bu insanlar, dükkanlarında veya yolda apansız tutuklanmış, herhangi bir soruşturma yapılmadan hapse atılmış ve şimdi de boğazlanmak üzere götürülüyorlardı.”
“Acaba sıra hangimizde?” Odyan, bu soruyu her gün birbirlerine sorduklarını yazar kitapta. Sıranın kendisine geldiğinin farkındadır Odyan. Kendisine, “Seni unuttular herhalde” diyen arkadaşına, “Ama bir gün hatırlayacaklardır” cevabını verir. Sonunda bir gece onun da evine iki sivil polis gelir. Odyan’ı birkaç dakikalığına karakola davet ederler. Bu birkaç dakika üç buçuk yıl sürecektir.
SÜRGÜN YOLUNDA
Birkaç dakikalığına gittiği karakoldan Konya’ya sürgün edildiğini öğrenir Odyan. İstanbul’dan başlayan sürgün yolculuğu Konya, Ereğli, Tarsus derken Hama, Halep, El Busera, Der Zor’a kadar uzanacaktır. Sürgün yolunu, diğer sürgün Ermeniler gibi, kimi zaman trenle, kimi zaman eşek sırtında ve kimi zaman da yürüyerek kat etmek zorunda kalacaktır.
Odyan, sürgün yolunda başından geçen her olayı, karşılaştığı her insanı ayrıntılarıyla yazar. Ancak yaşadığı ya da tanık olduğu kimi sıkıntılı, trajik olayları kendisine özgü mizahıyla birlikte anlatır. Bu yöntem, vahşetin içine çektiği okurun kısa da olsa nefes almasına olanak sağlar. Bu, Odyan’ın tercihi gibi görünüyor.
Ancak şu satırları yazmaktan kendisini alamamış sanki. “On gün kadar Osmaniye’de kaldık. Daha sonra arabayla, iki gün uzaklıktaki Islahiye’ye doğru yola çıktık. Bu yolda sürgün kervanlarının tarif edilemez perişanlığını gördük. Binlerce kadın, kız, erkek, taşıdıkları yükler altında ezilmiş bir halde, taşlı çamurlu dolambaçlı yollardan, feryat figan bağrışarak yürüyor, yürüyor, yürüyorlardı… Orada burada vahşi kuşlar, köpekler ve çakallar tarafından parçalanmış cesetler. Ağaçlar altında yardım bekleyen hastalar. Açlıktan feryat eden, terk edilmiş bebeler. Kiminin kolu kiminin bacağı dışarıda kalmış, yarım yamalak gömülmüş cesetler… hiçbir Dante’nin hayal dahi edemeyeceği cehennemsi korkunç bir manzara. (…) ve o akıl almaz felaketi, o büyük dehşeti hiçbir yardımda bulunamadan, hiçbir teselli veremeden seyrediyorduk.”
ŞEHİRLER, İNSANLAR, UMUTLAR
Odyan, sürgün yolunda birçok insanla karşılaşır. Bazılarından dostlukla, bazılarından ise nefretle söz eder. Bu insanların arasında Ermeniler, Türkler, Araplar, Almanlar, Rumlar vardır. Zaman zaman umutsuzluğa düşer ancak düştüğü yerden kalkmasını bilir. Parasız kalır, çırılçıplak soyulur, çölde tek başına kalır, açlık çeker, ayakları parçalanır… Bütün bunlar ona şu satırları yazdırır: “Bilmem hangi gaddar Tanrı’ya ‘Artık yeter, artık yeter!’ diye bağırıyordum.” Ancak Odyan, her defasında son anda karşısına çıkan bir rastlantıya, bir dost eline tutunarak yaşamaya devam eder. Başından geçenleri anlatırken dönemin koşullarının yanı sıra kaldığı şehirleri de tanıdığı insanları da anlatır. Şehirleri ve insanları ayrıntılarıyla anlatması, yazdıkları bir belge olarak kalsın istediği için olmalı. Odyan, sadece kendisinin değil, sürgün edilmiş herkesin kaderine ortak etmek istiyor okur. Bu sayede 'Lanetli Yıllar'da adı geçen gerçek kişileri okur için görünür yapıyor.
ŞANSLI ODYAN
Odyan, sürgünde pek çok kötülükle karşılaşır. Ancak diğer pek çok sürgünden farklı olarak daha şanslıdır. Gazeteci ve edebiyatçıdır Odyan ve gittiği her yerde kendisini tanıyan biriyle karşılaşmış, yardımların ı alabilmiş. Fransızca bilmesi de yardımcı olmuştur ona. Ama kendisinin de dediği gibi, sürgünde bir başına olması da onu şanslı kılmıştır. Kendisinden başka düşünecek kimsesi ya da soygundan korkmasına neden olacak ne parası ne de eşyası vardır. Bu nedenle, “Acının ve sefaletin en uç noktasını görenler kalabalık ailelerdi. Çocuklarının veya anne babalarının ölümünü, ıssız yollarda kızlarının kaçırıldığını veya gözlerinin önünde, çadırlar altında tecavüze uğradığını, haydutların talanını, polislerin soygununu, hastalığı, açlığı, susuzluğu, eziyetin bütün şekillerini gördüler” diyecektir.
‘LANETLİ YILLAR’IN BAŞARISI
Odyan, Son Söz’de, hikâyesini çok basit bir tarzda, edebi olarak neredeyse işlenmemiş bir üslupla yazdığını kaydeder. Gerçeği hikâye etmek, doğruyu saptırmamak ve olayları abartmak istemediğini belirtir. Şu notu da düşer: “Ancak gerçek o kadar korkunçtu ki bazıları yazdıklarımda abartılar olduğunu sandı. Sürgünün eziyetini çekip sağ kalabilenlerse gerçeği asla abartmadığımı bilirler.”
Odyan, yalın gerçeği abartmadan ve edebiyat yapmaktan kaçınarak yazmak istese de eninde sonunda bir edebiyatçıdır. Macera-dedektif romanları yazmış, mizah dergileri çıkarmış, dünya edebiyatından Ermeniceye çeviriler yapmış bir yazardır. Bu nedenle 'Lanetli Yıllar'da esaslı tipler, tadında betimlemeler, içinde bulunulan durumu çok iyi izah eden güçlü diyaloglar vardır. İhtiyaç duyulduğunda mizah yapmayı da elden bırakmıyor. Öte yandan hatıra yazmayı seviyor Odyan ve bunun inceliklerini de biliyor. Bütün bu özellikleri nedeniyle 'Lanetli Yıllar' soluk soluğa okunuyor ve Yervant Odyan’ı Ermeni edebiyatının önemli isimlerinin arasına katıyor. Yervant Odyan, 'Lanetli Yıllar' ile soykırıma bakabilmek ve yüzleşmek için başka bir pencere açıyor. Lanetli yıllar gitsin ve bir daha geri gelmesin diye.
ODYAN HEP YAZDI
'Lanetli Yıllar'dan anladığımız kadarıyla gazeteci ve yazar Yervant Odyan, Ermenilerin yaşadığı her yerde tanınan bir isim. Kitapta verilen bilgilere göre Odyan, 19 Eylül 1869’da İstanbul, Yenikapı’da doğdu. Entelektüel bir çevrede büyüdü. Ermeni Milleti Nizamnamesi (1863) olarak bilinen Osmanlı’daki ilk anayasa örneğinin hazırlayıcılarından Kirkor Odyan’ın (1834–1887) yeğeniydi. Hem babası hem de amcasının yurtdışındaki görevleri nedeniyle Mısır, Fransa, Hindistan, Romanya’da bulundu. İlk yazıları okul gazetesinde çıktı. İstanbul Ermeni basınında ilk yazı ve çevirileri ise 1887’de yayınlandı. Gazetelere yazılar, tefrika romanlar yazdı, mizah dergileri çıkardı. İlk sürgününü 1896’da yaşadı. Osmanlı Bankası işgali ertesinde Ermenilere yönelik saldırılar sırasında İstanbul’u terk edip Yunanistan’a geçti ve Atina’da Miutyun (Birlik) adlı dergiyi yönetti. Paris, Londra, İskenderiye, Bombay, tekrar İskenderiye ve Kahire’de yaşadı. Bu süre içinde birçok mecrada yazmaya devam etti. 1908’de II. Meşrutiyet ilan edildi ve Odyan, 1909’da İstanbul’a döndü.
Yervant Odyan, üretken ve yazma konusunda ısrarcı bir yazar. Çok kere ölümle burun buruna kaldığı sürgün yıllarında bile, daha sonra imha etmek zorunda kalacağı, defterler dolusu notlar tutmuş bir yazar. Türkçede yayımlanmış en ünlü eseri ise 'Yoldaş Pançuni' olmalı.