Lenin mi kasabayı, kasaba mı Lenin’i değiştirecek?

Tufan Taştan'ın yönetmenliğini yaptığı ve senaryosunu Barış Bıçakçı ile birlikte kaleme aldığı 'Sen, Ben, Lenin' vizyona girdi. Taştan'la filmi üzerine konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - SSCB dağılmış, sosyalist devrimin önderi Vladimir Lenin'in heykelleri yıkılmıştır. Takvimler 1993 yılını gösterdiğinde yıkılan bir Lenin heykeli Düzce'nin Akçakoca sahiline vurur. Peki, dünya tarihini değiştiren Lenin'in heykeli ne olacaktır? Yönetmen Tufan Taştan, bu sorudan yola çıkarak beyazperdeye taşıdığı, 'Sen, Ben, Lenin'de bir yandan küçük bir kasaba üzerinden Türkiye panoraması çıkarırken bir yandan da kara mizahın güçlü bir örneğini sunuyor. 

Oyuncu kadrosunda Melis Birkan, Serdar Orçin, Nur Sürer, Salih Kalyon, Hasibe Eren, Özgür Çevik, Şerif Erol, Binnur Kaya, Mustafa Kırantepe, Serkan Keskin, Nazlı Bulum, Murat Kılıç, Sarp Aydınoğlu, Barış Yıldız, Sarp Akkaya, Necip Memili, Bige Önal ve Utku Çakar'ın yer aldığı, senaryosunda Türkiye'nin önemli edebiyatçılarından Barış Bıçakçı'nın imzası bulunan 'Sen, Ben, Lenin'i yönetmen Tufan Taştan'la konuştuk. 

Sen Ben Lenin yaşanmış bir olaydan yola çıkıyor. Gerçek ile kurgu arasındaki dengeyi nasıl kurdunuz?

Aslına bakarsanız gerçek ile aramızda büyük bir mesafe var. Gerçek olay 1993 yılında Lenin heykelinin Akçakoca sahiline vurması ve ardından muhafazakar bir belediye tarafından dikilmek istenmesi. Sonrası ise malumunuz belediye deposunda beklemeye devam eden bir Lenin büstünün varlığı. Biz ise, gerçeğin bittiği bu noktadan yola çıktık. ‘Peki, Lenin heykeli kasabanın meydanına dikilseydi ne olurdu?’ sorusunu sordum Barış’a, onun da ‘kara mizah bir film olurdu Tufan’ cevabıyla harekete geçtik. Gerçeğin yapamadığı ve cevabını hiç duymadığımız soruları sinemanın gücü aracılığıyla cevapladık. Sonuçta kurmaca bir kasaba yarattık kendimize ve içerisine ülkenin gerçeklerini sığdırdık. ‘Lenin mi kasabayı, kasaba mı Lenin’i değiştirecek?’ sorusuna cevaplar aradık.

'SEN, BEN, LENİN HİKAYE ODAKLI BİR FİLM'

Barış Bıçakçı, Türkiye’nin önde gelen edebiyatçılarından ve filmin senaryosunu birlikte kaleme aldınız. Edebiyat ve sinema hangi noktalarda yan yana geldi?

Barış ile çalışmak ve hala çalışmaya devam etmek benim için değerli. Sen Ben Lenin’i onunla birlikte var ettik. Sadece senaryo değil bütün süreçlerde yanımda oldu, bana yoldaş oldu. Senaryoya çalışırken ise Barış’ın edebiyatçı kimliğiyle var olması, bir yönetmen için çok kafa açıcı. Sonuçta iki kişi bir şeyi yazmak, yazarken tartışmak, tartışırken hikayenin içinde kaybolmak derinleştiriyor senaryoyu. Bu süreci bir edebiyatçı ile yürüttüğünüzde senaryodaki öyküler adeta bir romana dönüşüyor, tipler karaktere doğru derinleşiyor. Kurduğunuz her cümle alt metninde başka bir şeyleri taşıyor... Sen Ben Lenin, hikaye odaklı bir film, derdi olan ve o derdi paylaşmak isteyen bir film. Bu noktada edebiyatın gücüyle sinemanın kurgusu da birleşince bence ortaya anlamlı bir şeyler çıkıyor.

'BİR KORO GİBİ...'

Tek mekanda geçen bir filmle karşı karşıyayız. Mekan kullanımı sinemanızda nerede duruyor? Tek mekan yer yer bir gerilim unsuru olurken yer yer de hikayenin sıkışmışlık hissi yaratmasına neden oluyor. Siz nasıl yorumlarsınız?

Yukarıda tam bu cevaba girecekken geri adım attım, şimdi sorunuz geldi. Aslında bu film aracılığıyla bir masal anlattığımızı düşünüyorum. Bu masalı hikaye odaklı ve çok karakterli bir yerden kurmayı tercih ediyorum, bir koro gibi. Bu nedenle mekanı sınırlandırmak hikayeyi, olay örgüsünü ve karakterleri derinleştiriyor. Elbette ki sinematografiyi de zorlaştırıyor. Gülü seven dikenine katlanır hesabı. Bunların bütünü bir tercih aslında. En başta maddi olanaksızlıkların yarattığı bir zorunluktu ama bütüncül olarak bir gerekliğe dönüştü sonra. Her ne kadar tek mekanda geçse de film, klostrofobik bir atmosfer yerine kara mizahın da gücüyle mekandan çok olaya/olaylara odaklanan bir yapı kurmaya çalışıyor. Hatta sanat tasarımındaki tercihlerimle buna katkı sağlıyor.

'KARAKTERLERİN BİZDEN BİRİ OLMASINA ÖZEN GÖSTERDİK'

Sen Ben Lenin’de kalabalık bir oyuncu kadrosu izleyicileri bekliyor. Karakterler, aynı zamanda bir Türkiye panoraması mı?

Kesinlikle. Gerçekle aramızda kurduğumuz en temel bağlardan biri aslında bu. Her ne kadar olay gerçeğe dayansa ve kendi gerçeğini kurmaca bir biçimde yaratsa da karakterlerin bizden biri olmasına özen gösterdik. Bazen yaşamış, bazen yaşaması muhtemel ve bize çok tanıdık gelen karakterler yerleştirdik bu kurmaca kasabaya. O zaman da ortaya bir Türkiye panoraması çıktı... Filmdeki hikayede olduğu gibi oyuncularda da ansamble bir ekip kurmak istedik. Bütün masalı parça parça, kendi hikayeleri de olan ve bize çok tanıdık gelen karakterlere tıpkı bir koro gibi anlattırmayı tercih ettik.

Sen Ben Lenin’in tiyatro estetiğine daha yakın olduğuna dair eleştiriler var. Ne söylemek istersiniz?

Tiyatro kökenli bir sinemacı olarak ikisini birbirinden çok net ayırdığımı düşünüyorum. Elbette ki iki sanat disiplinin de benzer özellikleri var fakat temel fark sinemanın mucizesi olan kurgu/montaj ve kameranın gücüyle yarattığı sinematografidir. Bu filmde de kurgunun gücüyle bir hikaye anlattığımı düşünüyorum. Sen Ben Lenin, kurgu sayesinde bir hikayeyi birbirinden çok farklı karakterlere anlattırıyor. Tek mekanda olduğu için bütüncül bir sinematografinin ötesine geçemiyor ama tek nefes alabildiği pencereler aracılığıyla dahi belli metaforlarla/imgelerle sinemanın gücüne yaslanıyor. Bu nedenlerle tiyatro ile arasına bir mesafe koyduğu kanısındayım. Tek mekan her film, kamerayı sınırlandırdığı ve hikayeyi odağa aldığı için tiyatro olarak eleştirilebilir tabii ki. Doğrudur yanlıştır kısmından çok beni ilgilendiren, işin toplamında yarattığı değerdir, o da seyircide bıraktığı kadardır.

'SORULAR BIRAKIYORUM SEYİRCİYE...'

Filmde, politik eleştiriler oldukça güçlü… Kapitalizm, devlet şiddeti ve komünizm… Bir yönetmen olarak bu kavramlar sizin için ne ifade ediyor?

Biraz uzunca bir konu ama kısaca toparlamaya çalışayım. Bu kavramlar benim dünyayla/düzenle olan derdimde belirleyici kavramlar. Bir yönetmen olarak amacım derdimi insanlarla paylaşmak. Sanat ve hayat arasında bir bağ kurarak bunu yapmaya çalışıyorum. Anlattığımız bir hikayenin, izleyicinin hayatına bir nebze de olsa dokunması için çabalıyorum. Politik olanın bir tartışma açacağı kanısındayım. Ben sorular bırakıyorum seyirciye, bazen tanıdık, bazen hiç düşünülmeyen ama önemli olan onların bulacağı cevaplar bu sorulara... Benim sinema yapmamdaki en büyük motivasyonum düzenle/sistemle derdimin olması. Brecht’in dediği gibi "sanatın apolitik olması egemenlerle işbirliği yaptığı anlamına gelir."

Önümüzdeki günlerde izleyicilerinizi bekleyen çalışmalarınız nelerdir?

Barış ile birlikte bu süreçte bir senaryo daha yazdık, bitirmek üzereyiz. Amacımız en kısa sürede onu hayata geçirmek. Bunun dışında da yazmaya, üretmeye ve düzenle olan derdimi anlatmaya devam edeceğim.