LGBTİ+’ların üstüne çöken gölge-2: AKP’ye rağmen LGBTİ+ örgütlenmesi

Tarih, döngüsel akıyor. 2000’lerin ortasında atanmış valilerin dernek kapattırma girişimleri, Onur Yürüyüşü’nü yasaklama ve şehir genelinde bütün LGBTİ+ etkinliklerini yasaklamayla devam ediyor.

Google Haberlere Abone ol

Yıldız Tar*

Söz, siyasetçinin büyülü asasıdır. Ne zaman başı sıkışsa arka cebinde sakladığı sözlerini ortaya çıkarır, büyülü bir gösteri sergiler ve bizden de bu gösteriye canla başla iştirak etmemizi bekler. O sebepten, Cumhur İttifakı’nın yıllar öncesinde LGBTİ+ düşmanlığı potasında karılan suç ortaklığını anlamak için siyasetçilerin söyledikleri kadar söylemediklerine ve icraatlarına bakmamız gerek.

Giriş yazısında bıraktığımız 2004’ten yani TCK gündeminden devam edersek; cinsel yönelimin yasaya eklenmesi talebi AKP’li üyeler ve bazı CHP’li üyeler eliyle bertaraf edilirken ortalıkta söz yok. Çıt çıkarmadan işleniyor LGBTİ+ düşmanlığının nakışları. İki partili dönemin ikinci partisi CHP, diğer birçok konuda olduğu gibi LGBTİ+ meselesinde de siyasetsizliğinin bedelini hem ödüyor hem de ödetiyor. Bir yandan bazı vekilleri eşcinsellerin haklarını savunurken; diğer yandan komisyonda AKP’nin suçlarına ortak oluyor.

Tam bu tartışmaların ardından Ali Erol, Kaos GL dergisine yazdığı “TCK’da Cinsel Yönelim Serüveni” yazısında bu riyakarlığı şöyle anlatıyordu:

“Adalet Bakanı Cemil Çiçek, Alt Komisyonun kabul ettiği 'cinsel yönelim' ibaresinin 'cinsiyet' ile aynı veya benzer olduğu savıyla, Adalet Komisyonunda itirazda bulunuyor. Bakanın itirazı ile 'cinsel yönelim' ibaresi taslaktan çıkarılıyor ve TCK’da 'ayrımcılık' maddesi, anayasanın onuncu maddesinde olduğu gibi yeniden tanımlanıyor. Yeniden başa dönüldüğü için aslında ortada yeni olan bir şey de kalmıyor.

Komisyon üyesi Milletvekili Orhan Eraslan, 'cinsiyet' ile 'cinsel yönelim'in, aynı olmadığını, kapsamın daraltılmaması gerektiğini söylüyor ve değişikliğe itiraz ediyor. Adalet Bakanı Cemil Çiçek ise 'cinsiyet' ile 'cinsel yönelimin' benzeri şeyleri ifade ettiğini öne sürüyor. Gerisini hatırlamayanlar olabilir ama tahmini zor değil; 'değişiklik AKP’lilerin yanı sıra CHP’li bazı üyelerin de oylarıyla' kabul ediliyor!”

TCK tartışmalarından bir yıl önce aynı Adalet Bakanı, Avrupa Parlamentosu Genişlemeden Sorumlu Grup Başkanı, Michael Cashman’ı kabul ediyor. O dönemde AB üyesi olan Birleşik Krallık’ın önde gelen politikacı ve LGBTİ+ aktivistlerinden Cashman’ın, “İnsan Hakları Başkanlığında neden gey-lezbiyenlerin temsilcileri yok”, sorusuna bir yıl sonra homofobisini coşturacak Bakan ne mi diyor: “Bize başvuran olmadı”. Başvurduklarında ne olduğu ise TCK sürecinde yaşananlarla ortada…

PEKİ BU SIRADA LGBTİ+ HAREKETİ NE DURUMDA?

LGBTİ+ hareketi ile Gezi’de tanışıp, muazzam bir aydınlanma yaşayanların sandıklarının aksine LGBTİ+ hareketi 2013’te örgütlenmedi. 2000’lerde de örgütlenmedi. Temelleri 70’lerde pavyonlarda barlarda atılan, 80 darbesi ve devamında işkenceye karşı trans kadınların açlık grevleri, eşcinsellerin örgütlenme çabaları ile zemin katı inşa edilen ve 90’larda Ankara ve İstanbul’da artık adıyla sanıyla örgütlenen bir hareket var ortada. Bu hareketin birikimi, deneyimi, mücadelesi 2000’lere geldiğinde gettoları değil kentin tamamını isteyerek artık kamusal etkinliklere, sokaklara taşıyor. 2001 yılında Kaos GL’nin 1 Mayıs’ta Ankara’da alanlara çıkması, 2003’te Lezbiyen ve Geylerin Sorunları ve Toplumsal Barış için Çözüm Arayışları Konferansı ve aynı yıl İstanbul’da Lambdaistanbul’un Onur Yürüyüşü düzenlemesi; TCK sürecindeki talepleri mayalayan hamurlar olarak görülebilir.

Özellikle 2003’teki sempozyum, ülkedeki insan hakları hareketinin, feminist hareketin, sol sosyalist düşünürlerin, yazarların, şairlerin bir araya geldiği bir zemin oluşturuyor. Sempozyumda barış mücadelesi, cinsel kimliğin kuruluşu, insan hakları çerçevesinde gey ve lezbiyen hakları, Avrupa Birliği süreci, medya, toplumsal bir hareket olarak eşcinsel kurtuluş hareketi, yeni sosyal hareketler, feminizm, çalışma hayatı, sendikalar, popüler kültür, hapishaneler, nefret suçları, ayrımcılık ve daha birçok konu tartışılıyor. Tartışmalar, entelektüel bir doyum hedefinden çok yol haritası çıkarmayı hedefliyor ve nitekim öyle de oluyor.

YERELDE CHP, GENELDE DEHAP'TAN ADIMLAR

Konferans CHP’li Çankaya Belediyesi’nin desteğiyle Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde yapılıyor. Ancak o dönemde CHP’nin bu konuya dair net bir politikası ya da yaklaşımı yok. LGBTİ+’lar toplumsal alanda örgütlenip, taleplerini oluşturup, siyaseti görevini yapmaya davet ederken siyasetin ana aktörlerinin çoğunda derin bir sessizlik hakimdir. CHP’li belediyenin salon açmakla yetindiği sıralarda bu sessizliği kıran siyasi aktör DEHAP olur. Aynı yıl, 2003’te DEHAP özlediği Türkiye'nin anayasasında eşcinselliğin tanınacağını ve 10. maddeye "cinsel yönelim" ibaresinin eklenmesiyle eşcinsellere yönelik her türlü ayrımcılığı ortadan kaldırılacağını programına alır. Bu hamleye yanıt Ali Erol’un Radikal İki’de yayınlanan yazısında şöyledir:

“Marifet önyargı yarışına girmek olmasa gerek; marifet uzanan eli tutabilmek, gökkuşağının altında yan yana yaşamayı göze alabilmektir. Bir kez temas başladı mı gerisi gelecektir. Bir el havada ne kadar kalabilir ki...”

İlerleyen yıllarda tam da Erol’un dediği gibi olur. Kapatılana kadar DEHAP, ardından DTP, BDP ve nihayet HDP, tüm eksiklerine, hatalarına, parti içindeki LGBTİ+ fobi ile mücadeleden ısrarla kaçınmasına rağmen kamusal alanda LGBTİ+’ların yasal haklarını parti programı düzeyinde savunan partiler olur. Diğer yandan CHP ile temaslar da ilerleyen yıllarda yerel yönetimlerde LGBTİ+ aktivisti adaylar, yerelde farklı düzeylerde işbirlikleri, bir türlü parti politikasına dönüşemese de az sayıdaki milletvekilinin çabaları ile yine yasal hakları savunma noktasında önemli bir eşiğe taşınır. Ancak tarihin bir cilvesi mi dersiniz, tekerrür mü dersiniz bilemem ama günümüzde de yerelde CHP’nin, genelde HDP’nin (kayyumlarla tüm belediyelerine el konulmasının neticesi olarak belki de) LGBTİ+ haklarına ilişkin söz ve politika üreten iki büyük siyasi parti olması üzerine düşünmeye değer…

ATANMIŞ BÜROKRATLARIN EŞCİNSEL DÜŞMANLIKLARI VE YENİDEN 90'LAR

Bu dönem bir yandan da muhalefetin çeşitlendiği, sivil toplum kavramının çok daha yoğun olarak tartışıldığı dönemdir. AB Uyum Yasaları ülke gündemindedir. Toplumsal hareketler tarihî bir fırsat olarak gördükleri bu süreçte farklı gerekçelerle ve yöntemlerle kamusal ve siyasal tartışmalara dahil olur. Kimi AB’ye mesafelidir, kimi AKP’ye, kimi her ikisine de. LGBTİ+ hareketi içinse bu dönemin dernekleşme süreci olduğunu hatırlamakta fayda var.

Uyum süreci yasalarıyla dernek kurmanın kolaylaşması, birçok toplumsal ve siyasal hareketi dernekler yoluyla örgütlenmeye yönlendirir. Kaos GL de 2005’te tüzüğünü hazırlar ve dernek olarak kaydolur. Ankara Valiliği, Kaos GL tüzel kişilik kazanır kazanmaz kapatılması için harekete geçer, suç duyurusunda bulunur. Ancak bu yasakçı girişim savcılıktan döner. 2006’da Lambdaistanbul dernekleşir. İstanbul Valiliği de Ankara’nın izinden gider. Ancak bu sefer suç duyurusu savcılıktan dönmez ve dava açılır. Hareket, uzun yıllar boyunca Lambdaistanbul’un kapatılmaması için mücadele etmek zorunda kalır. Her iki valiliğin de gerekçesi aynıdır: Genel ahlak. Dernekler kanunu değişse de “genel ahlak” maddesi LGBTİ+’ların üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanmaktadır.

Aynı yıllarda Ankara’da 90’ların Ülker Sokak ruhu dirilmektedir. Nisan 2006’da Eryaman’da trans kadınlara sistematik şiddet başlar. Lambdaistanbul’un “Ülker Sokak’ta travesti ve transeksüellere dönük yapılan sistemli saldırıların 10. yıldönümünde şiddeti çözüm görenlerin faaliyetleri devam ediyor” diyerek duyurduğu saldırılar Esat’a da sıçrar. Saldırılara karşı Ankara’da Türkiye’nin ilk trans öz örgütü Pembe Hayat kurulur. Basın açıklamaları, eylemler, suç duyuruları ile geçen süreçte hareket ısrarla saldırganların nasıl bu kadar pervasız olabildiğini sormaktadır. İktidar ise “Aradığınız iktidara şu an ulaşılamamaktadır” tadında kafasını kuma gömmekle meşguldür. Saldırıya uğrayan trans kadınlar, olayların arkasında çetelerin ve sağ bir partinin olduğunu söyler. Bütün bu çabaların ardından seneler sürecek dava başlar. Yılan hikayesine dönüşen dava zaman aşımı tehlikesi altında devam ediyor. Adalet, bizim buralara bir türlü uğramıyor…

Fotoğraf: Canay Özden, 2006 Haziran, Ankara’da Eryaman saldırılarını protesto eylemi

YILLAR GEÇSE DE ÜSTÜNDEN, VALİLİKLER BİZİ UNUTUR MU?

Dosyanın ikinci yazısının sonuna doğru ilerlerken kronolojimiz biraz şaşıyor. Tarih, döngüsel akıyor. 2000’lerin ortasında atanmış valilerin dernek kapattırma girişimleri 2015’te İstanbul Valiliği’nin Onur Yürüyüşü’nü yasaklama geleneğini başlatması ve 2017’de Ankara Valiliği’nin el büyüterek şehir genelinde bütün LGBTİ+ etkinliklerini yasaklamasıyla devam ediyor. LGBTİ+ hareketi bir kez daha davalar açıyor, kazanıyor da. Ancak Cumhur İttifakı’nın bürokratlar eliyle bir hareketi bastırma girişimi tekerrürün adı oluyor.

Diğer yandan trans kadınlara baskı ve zulmün yeni adresi İstanbul Bayram Sokak oluyor. Polis, bir yıldan uzun süredir keyfî gözaltılar ve ev mühürlemelerle sokağı kadınlara dar ediyor. Evlere kameralarla giriyor, fotoğraf çekiyor, kadınları gözaltına alıp serbest bırakıyor. Hatta çoğu durumda resmî olarak gözaltı işlemi yapmadan bilgi alma tutanağı tutuyor ve kadınları alıkoyuyor. Öyle ki, bu yıl Onur Yürüyüşü günü gündüz sokakta saldıran polis gece de Bayram Sokak’a bir kez daha girdi.

Tam da Eryaman ve Esat’taki saldırıların ardından kurulan Pembe Hayat’ın Bayram Sokak açıklaması, iktidarın kökleri derinlere uzanan devlet geleneğini de kullanarak LGBTİ+’lara savaş ilan ettiğini ancak hareketin eşitlik mücadelesinin de sağlam kökleri olduğunu bir kez daha hatırlatıyor:

“Bizler bu topraklarda yaşıyoruz. Bizler bu toplumun parçasıyız. Uyguladığınız keyfi işlemlerin hesabını vermek zorundasınız. Kişilerin topluma karşı sorumlulukları nasıl ki hukuk normları tarafından kayıt altına alınmışsa, toplumun ve idarenin kişilere karşı sorumlulukları da aynı şekilde kayıt altına alınmıştır. Sorumlulukların tek taraflı olduğu düşünülemez. Eğer ki translar bu toplumun birer parçası olarak kabul edilmiyor ve translara karşı idarenin sorumluluklarının yerine getirilmeyeceği söyleniyorsa, o halde transların da sorumluluklarını yerine getirmesini beklemek tiranlıktan başka bir şey olamaz. Eşitlik yoksa adalet de yok!”

SONRAKİ BÖLÜM: BİZE BİR YASA LAZIM, O DA HEMEN LAZIM!

*Gazeteci, LGBTİ+ aktivisti.