LGBTİ+’ların üstüne çöken gölge-3: Bize bir yasa lazım, o da hemen lazım

'İstiyorlar diye verecek miyiz' yaklaşımı AKP’nin meseleye bakışını özetleyen cümle desek yeridir. Orada birileri vardır uzakta, hakları değil istekleri vardır ve yurttaş olarak görülmezler.

Fotoğraf: ODTÜ Onur Yürüyüşü 2018, Yıldız Tar / Kaos GL
Google Haberlere Abone ol

Yıldız Tar*

AKP iktidar olduğu günden beri “darbeyle ve anayasasıyla hesaplaşma” vaadiyle kendisine bir meşruiyet alanı yarattı. “Muhafazakar demokrasi” adı altında denize düşmüş bir toplumu kendisine sarılmaya çağıran iktidar partisinin çağırmadıkları da var. Onların başında da LGBTİ+’lar geliyor. 'Yılana sarılmanın' bile bir tür ayrıcalıklı konuma işaret ettiği siyasal dünyamızın en belirleyici gündemlerinden biri yeni anayasa tartışmalarıydı.

2007 yılında sivil anayasa tartışmaları sürerken Kaos GL, yeni anayasanın “eşitlik” ilkesine cinsel yönelim ibaresinin de eklenmesini talep eden bir mektup yazar. 2000’lerin başında tartışılan ve hareketin ortak talebine dönüşen 'anayasal eşitlik' isteği bir kez daha gündeme gelir. Kaos GL, mektubu dönemin cumhurbaşkanına, TBMM başkanına, başbakanına, ilgili bakanlara, TBMM Adalet Komisyonu ve Anayasa Komisyonu üyelerine gönderir. Sivil anayasanın taraflarından biri olduğunu belirtir:

“Hâlihazırda yürürlükteki anayasa, eşcinsel realitesini tanımamaktadır. Buna karşı yıllardır, ‘Anayasa’nın 10. Maddesine ek: Cinsel Yönelim!’ şeklinde özetlediğimiz talebimizi dillendirmekteyiz. Çünkü eşcinseller olarak gerçeğiz, toplumun bir parçasıyız, bugün olduğu gibi, yarın yürürlüğe girecek yeni ‘Sivil Anayasa’nın da taraflarından biri olacağız.”

Aynı dönem yedi LGBTİ+ örgütü birleşerek Anayasa LGBTT Komisyonu’nu kurar. Komisyon, “LGBTT bireylerin daha fazla insan hakları ihlallerine maruz kalmamaları için hükümet tarafından gerekli her türlü adım atılmalıdır” diyerek 10. maddeye cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinin eklenmesi için yürütülen mücadelenin merkezine dönüşür.

'İSTİYORLAR DİYE VERECEK MİYİZ?'

LGBTİ+’lar adlarıyla çağrılmak için mücadele ededursun, Anayasa Komisyonu Başkanı Kuzu önce 2007’de “Türkiye’de bunun zemini yok” der; bir yıl sonra ise ağzındaki baklayı çıkarır: “İnsanların talepleri bitmez. Ama, devlet yönetiminde insanların her talebinin karşılanması mümkün olamaz. Anayasa değişikliği çalışmaları sırasında eşcinsellerin de talepleri oldu. Halen de geliyor. İstiyorlar diye verecek miyiz?”

Kuzu’nun bu sözleri ve özellikle “İstiyorlar diye verecek miyiz” yaklaşımı uzun yıllar boyunca AKP’nin meseleye bakışını özetleyen cümle desek yeridir. Orada birileri vardır uzakta, kendilerinden dışarıdadır, hakları değil istekleri vardır ve yurttaş olarak dahi görülmezler. AKP, ilerleyen yıllarda Kürt, Alevi ve Roman 'açılımları' da içeren dışlama, bölme ve böldüğü oranda yönetme, numune olarak belli isimleri parti vitrinine dizme stratejisini LGBTİ+’lar için hiçbir zaman yapmayacaktır. Böylece dışlama mekanizmaları içerisinde de bir hiyerarşi kurar. Bazı grupların iyisi ve kötüsü vardır ama LGBTİ+’lar bir grup olarak kötüdür. İktidar; diğer gruplarla ilişkilerinde epistemolojik bir mücadele hattı örerken, LGBTİ+’lar söz konusu olduğunda konu ontolojiktir. Öyle derin bir çatlak örülmektedir ki; TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı ve AKP Mersin Milletvekili Zafer Üskül’ün Kaos GL’nin düzenlediği ‘Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma’ya katılmasına bile tahammül yoktur. İlerleyen yıllarda hükümetin LGBTİ+ meselesinde resmî haber ajansına dönüşecek Yeni Akit, “Tutmuş, cinsel sapıkların toplantısına katılmış!” diyerek haklarını vermemenin bir tık ötesine gider ve dinlemeyi bile tu kaka ilan eder.

AKP’YE GÖRE LGBTİ+'LARIN HAK TALEPLERİ EŞİTLİK MESELESİ DEĞİL, ÖZGÜRLÜKLER BAĞLAMINDA İSE 'AŞIRI'

Anayasa gündemi iki ileri bir geri Mehter Marşı hızında sürerken, LGBTİ+’ların Anayasal eşitlik talebine cevap sendikal hareketten gelir. 2009’da DİSK, kamuoyuna sunduğu anayasa önerisinde, ‘cinsel yönelim ve cinsel kimlik’i de ayrımcılık yasakları arasına ekler. KESK, bu talebi daha da detaylandırır ve çalışma hayatında ayrımcılık, kamu hizmetine girme hakkı ve çalışma koşulları başlıklarında da cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine dayalı ayrımcılığın yasaklanmasını talep eder, meseleyi bir “eşitlik sorunu” olarak tarifler.

AKP’nin eşitlik meselesi olarak ele almadığı, özgürlükler bağlamında ise “aşırı bir uç” olarak gördüğü LGBTİ+ haklarına ilişkin taleplerin, LGBTİ+ örgütleri dışında da yankı bulmasını önemli bir dönüm noktası olarak görmek gerekir. Meclis siyasetinin dolambaçlı yolları ve kulisleri LGBTİ+’ları ve haklarını “buralı” görmeyedursun; buralılar, yani emek, eşitlik, adalet ve demokrasi mücadelesi yürütenler nezdinde her geçen gün LGBTİ+ mücadelesi alan kazanmaktadır. İlerleyen yıllarda katlanarak sürecek bu toplumsal dönüşüme AKP’nin yanıtı LGBTİ+ politikasında daha da radikalleşmek olacaktır. Bu radikalleşmenin sinyallerini ise 2010’da Bakanlık düzeyinde verir iktidar. 2010’da skandal açıklama dönemin Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Aliye Kavaf’tan gelir: “Ben eşcinselliğin bir bozukluk, bir hastalık olduğuna inanıyorum, tedavi edilmesi gerekir.”

Kavaf’ın bu sözlerine dört bir yandan tepki yağar. LGBTİ+ örgütleri sokağa çıkar. Bakan Kavaf'ın İtalya'nın Fırsat Eşitliği Bakanı Maria Rosaria Carfagna ile birlikte katıldığı toplantıda Kaos GL, “Özür dile” pankartı açar. LGBTİ+’ların barışçıl protestosuna yanıt toplantıdan yaka paça dışarı atılmaları olur. Reha Muhtar’dan Mehmet Ali Birand’a köşe yazarları da bu açıklamaya tepki gösterir. Ruh sağlığı örgütleri Bakan’ın bu çağdışı sözlerini kınar.

Kavaf’ın yardımına ise Sağlık Bakanı yetişir. Sağlık Bakanı Recep Akdağ, bir kez daha 'kişisel özgürlükler'den dem vurur ancak sözleri özgürlük lafzının bir boş gösterene dönüştüğünü gösterir. Akdağ belki de açıktan Dünya Sağlık Örgütü’nün senelerdir kabul ettiği bir gerçeğe karşı çıkamayacağından “hastalık” demez ve lafı dolandırır:

“Eşcinsel evlilikler Türk toplumunun kabul edebileceği bir husus değil. Bunları kişisel özgürlüklere bırakmak lazım. Çocukların cinsel eğitimlerinin doğru gelişebilmesi için gerekenleri yapmalıyız. En sağlıklı ilişkin tek eşli ve kadın erkek arasındaki ilişkidir. Şu bir gerçek, Türkiye’de eşcinsellik yaşayanlarca zor bir şeydir. Ayrımcılık sebebi olabilir. Toplum hoşgörülü insaflı olmak zorunda. Eşcinsel ilişkiyi normal ilişkiden ayıran hususlar olduğu açıktır.”

AKP’NİN 'YENİ' STRATEJİSİ: PARANOYA, KOMPLO VE PANİK

Heteronormativite, güncel olanı şekillendirmenin yanı sıra bir tarih anlatısı sunar. Sunduğu anlatıda ezelî ve ebedî bir heteroseksüellik ve buna eşlik eden natrans olma hali vardır. Güncel, hiyerarşik bir ayrımcılık ideolojisi olan heteronormativitenin tarihle ilişkisi tam da kendini işlevsel, düzenleyici, kontrol edici, disipline edici bir ideoloji olarak kurma arzusunda saklı. Ezelî ve ebedî normatif cinsellik ve cinsiyet fantezisi ile heteronormativite, LGBTİ+’ların tarihini parçalar. Büyük anlatıların dışına iter.

İlk kez 1920 yılında psikiyatr Edward J. Kempf ’in çok dar ve “hemcinslerle uzun süre aynı ortamda kalmak” üzerinden ortaya attığı “eşcinsel paniği” kavramı AKP’nin LGBTİ+ politikasını anlamamıza yardımcı olur. Kempf ’in “klinik düzeyde bir panik” olarak tanımladığı eşcinsel paniğini psikolojinin alanından çıkartıp toplumsal ve siyasal düzleme taşıdığımızda şununla karşılaşıyoruz: Eş zamanlı, senkronik ve kronik olarak işleyen dışlama ve içerme mekanizmaları, eşcinsel paniğini araç ve amaç olarak kullanmakta beis görmez. LGBTİ+ paniği araçtır, çünkü 80’lerin medyasında trans kadınlar için kullanılan “Beyoğlu’nda fink atan nonoşlar”, “erkekten dönme”, “kadın giysili erkek sesli” gibi ifadeler bütün bir kimliği tanımlamak için kullanılan kelime öbeklerine dönüşür. Bu tanımlama LGBTİ+ paniğini yaratır, araçsallaştırır ve işkenceyi meşrulaştırmak için bu panikten beslenir. Bu panik aynı zamanda amaçtır. Ulaşılması gereken bir merhaleyi işaret eder. LGBTİ+ paniği hedeftir de bu anlamda.

Saflarını sıklaştıran AKP açısından artık, toplumsal dönüşümü engellemek için yeni bir yol haritası şekillendirmektedir: Yukarıdan aşağıya bütün bir toplumda korku ve paranoya iklimi yaratarak toplumsal ve siyasalı LGBTİ+ düşmanlığında yeniden örgütlemek. En önemli araçlarından birisi ise artık aile ve ailenin bütünlüğüdür…

SONRAKİ YAZI: LGBTİ+ DÜŞMANI İDEOLOJİNİN DUVARLARI ÖRÜLÜYOR

*Gazeteci, LGBTİ+ aktivisti.