LGBTİ+’ların üstüne çöken gölge-4: LGBTİ+ düşmanı ideolojinin duvarları örülüyor

Anayasayı tümden değiştirme işini rafa kaldıran AKP, bir anayasa paketi ile halkın karşısına çıkmayı tercih etmiştir. Artık LGBTİ+’ların esamesi okunmamaktadır.

Google Haberlere Abone ol

Yıldız Tar*

Gregory Woods, Homintern kitabında 1800’lerin sonundaki cinsellik bürokratlarından bahseder. Bu bürokratlar cinselliği tasnif etmek, daha doğrusu üremeye dayalı heteroseksüel cinsellik dışındaki bütün cinsellik imkan ve ihtimallerini patolojize etmek için hummalı bir işe girişir. 1868’de Almanya'da Károly Mária Kertbeny "normal-seksüel"in tam karşıtı olarak "homoseksüel" terimini getirir. Terim başta tutmaz. Aynı yıl, Richard von Kraft-Ebing, Cinselliğin Psikopatolojisi'nde 4 temel kategoriden bahseder: Psikoseksüel hermafrofitler (biseksüel de diyordu), homoseksüeller (doğuştan ile edinilmiş diye ayırıyordu), efemineler ile virajiniteler ve androjenler. Karl Heinrich Ulrichs dünyayı üçe böler: Erkekler, kadınlar ve urningler. Urningleri de kendi içinde böldükçe böler. Lucien von Römer ise bu çılgınlığı artık öforik bir düzeye taşır, cinsiyet ve cinsellik spektrumunda 687.375 varyasyon öneren bir model geliştirir. Hepsinin de ortak noktası, bir 'sapkın' kategorisi icat etmeleri ve kendileri dışındaki bir gruba tanı koymak için canla başla çalışmalarıdır.

Bu bürokratlardan tam 142 yıl sonra, yeni ve buralı bir söz söylediği iddiasıyla Hilal Kaplan, 1860’lar Avrupa'sının ruhunu Türkiye’ye taşır. Kavaf’ın “eşcinsellik hastalıktır” açıklaması Kaplan’ı rahatsız etmiştir. Kaplan, ileride yazarı olduğunu unutturmak isteyeceği Taraf gazetesinde "İslâm ve eşcinsellik meselesi" başlıklı bir yazı kaleme alır. 3 Nisan 2010’daki yazıda Kaplan, “Hastalık değil, günah” der. Kaplan, “konu hakkında söyleyeceği çok şey” olmasına rağmen kısa (!) tuttuğu yazısında ipe dizer fikirlerini: “Başörtülü kadınlara 'eşcinsel haklarını savun' demekse 'Allah’a karşı gel' demekten farksız.”

Kaplan, konu hakkında cahil gördüğü İslamî kesime, LGBTİ+’lara düşmanlık etmek için yeni bir ideolojik zemin yaratmak derdindedir. 'Hastalık' söylemi Avrupalıdır, laiktir. O sebeple 'günah'a sarılmak gerekir. O güne kadar LGBTİ+’larla ilgili bölük pörçük üretilen düşmanlık siyasetine bir çeki düzen vermek, LGBTİ+’lara karşı ideolojik mücadele yürütmek konusunda Kaplan ilerleyen yıllarda da bir nefere dönüşecek, siyaseten yanaştığı kesimler değişse de militan bir LGBTİ+ düşmanı olarak her gittiği kapıya paket program halinde LGBTİ+ düşmanı ideolojisini taşıyacaktır. Dışarıdan tanımlayan 1800’lerin cinsellik bürokratlarından farklı olarak Kaplan, üniversite hayatında bir araya geldiği demokrat kesimlerden, başörtüsüne özgürlük mücadelesinde toplantılarına katılıp canhıraş not tuttuğu feminist mücadeleden “öğrendiklerini” istihbarat bilgisine dönüştürecektir. Gözü, AKP’nin toplumsal cinsiyete ilişkin söz ve eylemlerinin ideoloğu olmaktadır. O dönem bu arzusuna kavuşamasa da seneler geçip AKP artık LGBTİ+’lara savaş ilan ettiğinde Kaplan ve ekibi yalılarda, evlerde, kulislerde bu gayelerine ulaşır. Hilal Kaplan artık AKP’nin LGBTİ+’larla mücadele biriminin gizli bakanı gibidir adeta. Yeri gelir tweet atar, yeri gelir 2010’da Taraf’taki yazısında yer darlığından yazamadıklarını on yıl sonra bu sefer Sabah’ta yazı dizisine dönüştürür ve LGBTİ+ hareketinin “Susma, haykır, eşcinseller vardır” sloganını tahrif ederek, “Durma, haykır eşcinsellik günahtır” der. Kazandığı konumu iyice sağlamlaştırmak için hâlâ bir dönem özellikle liberal solun açtığı alanlara girip çıktığını hatırlatma zorunluluğu hissetmektedir. Nihayetinde istihbarî faaliyetler ikbal kapılarının kilidini açacak anahtardır.

NEFRET SUÇLARI KONFERANSINDA NEFRETE PLATFORM

Kaplan’ın yazısı o dönemlerde adet olduğu üzere seslendiği kesimde ciddi bir yankı uyandırmaz ancak solun ve özellikle liberal solun gündemine oturur. Kaplan’la iş yapan liberal sol örgütler kendilerine LGBTİ+’larla Müslümanları barıştırma görevi üstlenirler. Oysa ortada savaşan ve barışması gereken iki kesim yoktur. Farklı düzlemdeki iki konunun; cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ile inancın birbirine karşıtmış gibi konumlandırılması önemli bir 'algı' operasyonudur ve bu operasyona düşenler Kaplan’ın 'ifade özgürlüğünü' savunmaya başlar. Elmalarla armutları barıştırmak gibi ulvî bir gayeyi üstlenen Dur De Girişimi ve Sosyal Değişim Derneği, 2011’de aynı konferansa hem Hilal Kaplan’ı hem de LGBTİ+ örgütlerini çağırır. LGBTİ+ örgütlerinin nefret söylemine ilişkin bir konferansta nefret söylemi üreten Hilal Kaplan’ın konuşmacı olmasını eleştirmesi ve konferanstan çekilmesi tartışma başlatır. Dur De Girişimi ile Sosyal Değişim Derneği, “Nefret suçlarına karşı mücadelede şaşan hedef” başlıklı açıklamasında LGBTİ+’ların nefrete karşı mücadelesini “karalama kampanyası” olarak niteler, tepki gösterenleri “bazı kişiler” olarak işaretler, Hilal Kaplan’a ve nefretine sahip çıkar. Bu tutuma cevap Kaos GL’den gelir. Umut Güner şöyle der:

“Biz kendi yaptığımız etkinliklerde bile hiçbir zaman mağduriyet hiyerarşisine düşmedik. Ancak, bir Cumartesi Annesi ile işkenceci polisi yan yana getirmeyi de demokrasi ya da ifade özgürlüğü olarak tariflemedik. Bu hataya şimdiye kadar hiç düşmediğimiz için sivil alanda var olabildik ve var olacağız. İşkenceci polis ile Cumartesi Annesi farklı görüşler olarak tariflenemez.

'Bir Müslüman (başörtülü bir kadın), bir eşcinsel, bir Kürt gelsin bir masada otursunlar' ile sorun çözülmüyor. Eğer bir masaya oturacaksak her birimizin diğerine ilişkin önyargılarıyla, sistemden, dinden vs.den beslendiği dogmalarla yüzleşmesi gerekir. Bir Kürt’ün kendini vatan haini ilan eden bir faşist ile oturmasını nasıl ki beklemiyorsak, benim de beni günahkâr ilan eden herhangi biriyle aynı masaya oturamayacağımı kestirmek gerekir!”

LGBTİ+ düşmanlığının ideolojik duvarına tuğlalar bir bir dizilirken, nefret suçları konulu bir konferansta dahi LGBTİ+’ların kolaylıkla talî meseleye dönüştürüldüğü o dönemlerde Anayasayı tümden değiştirme işini çoktan rafa kaldıran AKP, bir anayasa paketi ile halkın karşısına çıkmayı tercih etmiştir. Evet, hayır, boykot ve yetmez ama evet’e sıkışan süreçte artık LGBTİ+’ların esamesi okunmamaktadır. Cemil Çiçek’in açıkladığı Anayasa taslağında eşitliği düzenleyen 10. maddede cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ifadeleri yoktur. LGBTİ+ örgütleri referandum sonrasında da anayasada eşitlik için kampanyalarını sürdürür. BDP ve CHP, Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda LGBTİ+’ların anayasal eşitliğini savunur. 2013’e gelindiğinde artık TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in başkanlığını yaptığı eşitlik maddesine cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ile etnik kökenin eklenmesinde bir türlü uzlaşamayan Anayasa Uzlaşma Komisyonu da dağılır ve bir acı yel kalır hafızalarda…

SONRAKİ YAZI: MİLLİ GÜVENLİK, KAMU DÜZENİ, GENEL AHLAK... YA SONRA?

*Gazeteci, LGBTİ+ aktivisti.