Lovebombing, ghosting, gaslighting: CHP değişebilir mi?
Psikopolitik şiddet biçimleri, başkalarından daha akıllı ve daha önemli olduğunu düşünen siyasetçilerin, kendi öznelik serüvenlerinde dünyanın geri kalanını birer nesne kılma açlığının görüngüleri.
Zeki Avci*
Gibi dizisinin meşhur sahnesi: “Lovebombing, gaslighting, ghosting … Nihayetinde de işte, kara toprak…”. Pek çok şeyin iki kişi arasındaki ilişkilere sıkıştırıldığı, atomlarına ayrılmış bir evrende, kavramlar da anlamlarını ikili ilişkilerde ortaya çıkış biçimlerinden buluyor. Yine de bu kavramların derinlerine gittiğimizde, bizi, bizzat o ikili ilişkileri ve dahi onların neden bu surette kavramlaşan kronik sorunlara sahip olduklarını belirleyen bazı örüntüler karşılıyor. İşte, lovebombing, gaslighting ve ghosting de çağımızın böyle kavramları; sadece iki kişi arasında cereyan edebilirmiş gibi görünen, fakat altlarında bütün bir çağın, yalnızca flörtler değil, gruplar ve sınıflararası sömürü/şiddet örüntülerini taşıyan ifadeler. Hatta, tartışacağım üzere, flört şiddetinin bu 3 safhası, kendilerini, aslında ikili ilişkilerde bile görünemeyecek kadar berrak bir biçimde, “büyük siyaset”in halkla ilişkilenmesinde gösteriyor.
28 Temmuz Günü, Osman Özarslan, Gazete Duvar’da yayınlanan makalesinde, bu 3 kavramdan biri olan “gaslighting”den bahsetmişti. Yazıda genel itibarıyla, iktidarın bizlere uyguladığı “gerçeğin aksine ikna edip, kendinden şüphe ettirme” pratiklerine değiniyordu -yani yurttaşların iktidar tarafından nasıl gaslight edildiğine. Öte yandan, yazının sonlarında iktidarın pratiklerinden uzaklaşıp, iktidarın dolayımlı psikolojik şiddet aygıtına, yani “muhalefet”e şöyle değinmişti: “Bugün yaşadığımız, siyasete karşı hissettiğimiz anti-pati, hükümetin bizzat muhalefet aracılığıyla yürüttüğü bir gaslighting operasyonu.”
Bu ifade, şu klişenin bir uzantısı gibi görünebilir: “Kılıçdaroğlu Erdoğan’ın adamı!”. Böyle klişelerin dosdoğru hakikati temsil ettiğini söyleyemeyiz, zira Lorde’nin şarkısında dediği gibi: “everybody wants to rule the World”. Hakikaten, kimse Türkiye’yi yönetme fırsatına yok demez. Komplovari klişeler, bizi kolaycılığa iterek, iki önemli meseleyi görmekten alıkoyuyor: Rejim(ler)in CHP’nin sınırlarını nasıl çizdiğini ve CHP’nin bazı karakteristik sorunları bulunduğu gerçeğini. Daha da önemlisi, CHP’nin değişip değişemeyeceğine de, ancak, CHP’nin karakteristik sorunlarını anladıktan sonra karar vermek mümkün oluyor.
Karakteristik sorunlar, flört şiddetinin de olmazsa olmazlarından. Flört şiddetinden söz edebilmek için, evvela bir adet “narsistik partner”e ihtiyaç var: Kendi varlığına hayran, başkalarının varlığını ikinci dereceden önemli gören ve sadece kendi çıkarlarını düşünen kimselere. Siyasete uyarlayabileceğimiz ifadesiyle, kendisinden başka odakların özneleştiği durumlardan rahatsız olan ve kendi özneliğini, başkalarını kendisi için nesneleştirerek inşa eden, istedikleri olmayınca da toksik davranışlara yönelen “mutlak özne”lere. İşte, başkalarının emeklerini, hatta zamanlarını nesneleştirerek kendilerini var eden bu kimselerin, başkalarının birer özneye dönüşmemesi için sergilediği bazı ortak davranışlar, narsist bir partnerin en güzel delilleri: lovebombing, ghosting, gaslighting.
İsmini zikretmenin pek cool geldiği bir düşünür, özneye dönüşme pratiklerinin, iktidardan bağımsız bir biçimde incelenemeyeceğine inanıyordu. Şimdilerde o kadar da cool bulunmayan bir başka düşünür ise, özne ve nesnenin kendi başlarına ne olduklarıyla değil, birbirleriyle olan ilişkilerinden belirlendiklerini savunuyordu. Gerçekten, madem ki bu narsistik partner, başkalarının kendi yörüngesindeki varlığıyla varlık buluyor, öyleyse başkalarını kendi yörüngesinde yaşatarak var olma konusunda, bir muktedir olarak “ana muhalefet”in üzerinde bir güç hayal etmek zor görünüyor. Dolayısıyla, CHP’nin psikopolitik flört şiddeti izlerini kazımak, değişip değişemeyeceğini anlamak için iyi bir başlangıç sunuyor.
Lovebombing’le başlarsak… Kılıçdaroğlu’nun kolaylıkla yaptığı, Mansur Yavaş’ın ise pek zorlandığı “iki elin işaret ve baş parmaklarıyla oluşturulan kalp” jesti, herhalde, yaşadığımız lovebombing’i en iyi anlatan şeydi. Aslında Cumhuriyet tarihi boyunca, her seçime yaklaşılırken artan bir ivmeyle ortaya çıkageldi CHP’nin halkçılığı. Son seferde, AKP tarafından “nefrete maruz bırakılmış”, kendisini yurtsuz hisseden kimseler için, CHP, AKP’nin “yanına”, onun eksik bıraktığını sunan başka bir “mutlak özne”, “yegane çare” olarak eklemlendi. Doğrusu, AKP’nin şeditliği, hiçbir zaman CHP’nin kendisine zarar vermedi, tam aksine, AKP’nin boşlukta bıraktığı alanlar, CHP’nin “mutlak özne” olma arzusuna iyi bir zemin hazırladı.
Gaslighting’e gelince: “Hatırlamıyor musun? Bunu, sen bana … yaptığın için yaptım.”. Sizi maruz bıraktıkları trajik kötülüklerin, yine sizin hatırlamadığınız, fark edemediğiniz, bilemediğiniz bir sebepten, hatta bizzat sizin isteğinizden yahut eylemlerinizden kaynaklandığını düşündürerek sizi her konuda kendinizden şüphe eder hale getiren gaslighterlar, gaslighterlarımız… Bu yazının kaleme alınmasına sebep olan bir olay, gaslightingin en iyi örneğidir: CHP Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Tanal, Akbelen’de direnenlere ziyaret gerçekleştirirken, kendisine tepki gösteren bir yurttaşa “Sizin gibi insanlar yüzünüzden iktidarı kaybettik. AKP'nin ekmeğine yağ sürüyorsun, sen AKP'nin provokatörüsün” demişti. Sadece ormanları için direnmeye giden psikolojik şiddet mağduru yurttaş, birdenbire, muhalefetin seçim başarısızlığının müsebbibi haline gelmişti. Aynı günlerde, seçim sonuçlarıyla tetiklenen bir narsist atak da Ali Mahir Başarır’dan geldi: Kendisine tepki gösteren bir yurttaşa parmağını salladı, “bana bağırma” diyerekten, yurttaşa fevkalade önemli siyasetçi özneler karşısında nasıl davranılacağı konusunda haddini bildirdi.
Bir de ghosting var: Hayaletleme. Pek çokları “o” gece Muharrem İnce’yi bizi ghostladığı için suçladı. Klasik psikolojik şiddet faili davranışıdır, sorumluluk alma vakti gelince ve partneri, artık narsistik arayışını tatmin edemez durumda kalınca, fail, birden buharlaşır. Kılıçdaroğlu, İnce’den ghostlanma şerbetlisi olan vatandaşın ghostingden şüphe edeceğini anlayınca, gördüğüm muhtemelen en sentetik ve zorlama siyasi çıkışlardan birini yaptı: “Burdayım be burdayım! Sonuna kadar burdayım!”. Seçimlerin ilk turunda anketlerin aksine ortaya çıkan hezimet, Kılıçdaroğlu’nu ikinci tura dek bir kaygıyı gidermeye itmişti. Siyasetinin “nesneleri” kendisini terk etmesin diye, kendinden bekleneni yapmayacağını, yurttaşlarını ghostlamayacağını deklare etmek zorunda kalmıştı. Tabii ki, ghostingin gereği, ikinci turdan sonrasına kaldı.
İşte, muhalif “siyasetçi”lerimiz, “büyük siyasetleri” nazarında birer nesneden ibaret olan yurttaşlara uyguladıkları flört şiddeti aracılığıyla, başarısızlıklarını bize, başarılarını kendilerine mal edebiliyorlar. Çünkü yurttaşın pasif bir nesneye indirgendiği bu siyasetin sahnesi, onların yazdığı, yönettiği, başrolünü oynadığı bir film, bizlerse onların görkemli performanslarındaki set emekçileriyiz. Nasıl, toksik ilişkinin narsist partneri, ilişkinin tamamını kendi egosuna hizmet edilen bir sömürü ilişkisine dönüştürüyor, partnerini o ilişkinin nesnesi kılıyor, işler istediği gibi gitmeyince onu ghostluyorsa, muhalif siyasetçiler de üzerimizde aynı süreçleri uyguluyor. Tüm bunlar, tek bir amaca hizmet ediyor: birilerinin daima özne, başkalarının da daima nesne kaldığı bir siyaset anlayışına. Yurttaşların, “fazla müdahale etmedikleri”, zengin ve bizden daha akıllı siyasetçileri de fazla sorumluluk almak zorunda bırakmadıkları, onların kariyerini parlatmak uğruna kendi siyasal imkanlarına, siyasal duygulanımlarına yabancılaştırıldıkları bir anlayışa.
Peki, AKP bunu yapmıyor mu? Sevinç Doğan’ın “Mahalledeki AKP” kitabındaki şu sözler, AKP’nin, siyasette bizzat etkili olabildikleri illüzyonu yaratarak, sıradan yurttaşlara özne gibi hissettirme başarısıyla gelen madalyonun bir yüzünü gösteriyor:
“Partiye biz ne kadar destek oluyorsak, parti de bizi değiştirdi. Ben kendim, kişiliğim, kıyafetim... Çocuklarımızla ilişkilerimiz değişti. Ev hanımıydık, günlük, temizlik vesaire... Burada oturunca kendimizi daha çalışkan, daha faydalı hissediyoruz. (…) Oturmaktan kalkmaya [kadar], biz partiye ne kadar faydalı olduysak da o da..."
Bu özneleştirme madalyonunun diğer yüzü ise, toplumun sınırlı bir kesimine, elitizmden alınacak vahşi bir intikam hakkının tanınması olarak beliriyor. Bir grup yüzyıllık narsistlik uygulayıcısından, yani bir “beyaz Türk” imgesinden intikam alma arzusu, AKP tarafından en toksik haliyle bir siyasal özneleştirme silahına dönüştürüldü ve toplumun -artık hiç de elit olmayan- diğer kesimlerinden intikam alabilme imkanı, bizzat özneleştirici bir faaliyet hâline geldi: “Eskiden doktorlar azarlardı, şimdi biz doktor dövüyoruz”. Aralarındaki kazanan-kaybeden gösterisinde de, tarafları daima, kimin kitlesinin siyaseten özneleştiğine daha fazla “inandırıldığı”, kimin kendi kitlesine kodaman yöneticilerine kıyasla daha fazla “dahil hissettirebildiği” belirledi.
İster AKP ister CHP, tüm bu psikopolitik şiddet biçimleri, başkalarından daha akıllı ve daha önemli olduğunu düşünen büyük siyasetçilerin veya patronların, kendi öznelik serüvenlerinde dünyanın geri kalanını birer nesne kılma açlığının görüngüleri. “CHP değişebilir mi?” sorusunun cevabı da, CHP’nin kongresinde değil, “değişim”ci Ali Mahir Başarır’ın ve muktedir Kılıçdaroğlu’nun bizi nerede konumlandırdığında ve bu yerin tam olarak aynı olmasında gizli.
Çözüme bakınca… Flört şiddeti, maalesef, her zaman fark edilebilen, direnilebilen bir şey olmuyor. Böyle bir hedonizm ve benmerkezcilik çağında, bu denli fazla rantın mümkün olduğu ve “mutlak özne” olma sevdalısı yüzlerce “kodaman”ın etkili olduğu bir partiyi kurtarmak isteyen iyi niyetli CHP’lilerde de, “belki düzeliriz, belki beni seviyordur” deyip ilişkiyi sündüren, durumunu kabullenmek istemeyen psikolojik şiddet mağdurunu görüyoruz. Gibi’nin o sahnesinde, Lale Hanım diye bir psikolojik şiddet faili, mağduru Seyhan Bey’in cenazesinde dua ederken, Yılmaz, yanına yaklaşıp şöyle diyordu: “Yanlış tabuta dua ediyorsunuz Lale Hanım… Seyhan Abi iki yanda.” Lale Hanım, tıpkı bizim psikopolitik şiddet faillerimiz gibi. Muhtemelen ölsek, tabutumuzu bile doğru seçemeyecek.
Yazıyı, bir internet sitesinde gördüğüm, alışkın olduğumuz o alelade reçeteyle bitirmek, belki de en kolayı olacak: “… Eğer lovebombing, gaslighting veya ghosting başınıza geldiyse size bırakacağı hasarları göz önüne alarak bir an önce ilişkinizi sonlandırmalı ve bir uzmandan destek almaktan çekinmemelisiniz.”
Belki de yavaş yavaş, o uzmanların, yani halkı kendi kariyerinin figüranı olarak değil de, ortak geleceğinin hamisi olarak görenlerin kimler olduğunu düşünme vaktimiz gelmiştir. Bir başka yazıyla, neyin bizi “gerçek bir değişiklik yapmak” yerine “partnerimizin değişmesini beklemeye” mahkûm ettiğini incelemek, iyi bir başlangıç olabilir.
*Avukat