Mabel Matiz: Temelde ortak vicdanla ilgili bir derdim var
Mabel Matiz, yaptığı müziğin Anadolu kültürü ile güncel elektronik kültürün birleştiği bir buluşma zemini olduğunu söylüyor. Matiz ile müziğinin beslendiği kaynakları ve kendine has tarzını konuştuk.
DUVAR - Mabel Matiz’i “kendine özgü” kılan yalnızca farklı sesi, farklı şarkı söyleme tarzı değil. Tavrıyla da birçok sanatçıdan ayrılıyor, kendisi gibi kalmayı başarıyor ve bunun geniş kitlelerden karşılığını da alıyor. Müziğinin ve şarkı sözlerinin "farklı" yanlarını öne çıkarmayı, bu özgünlüğü video kliplerden sahnelere her yerde yansıtmayı çok iyi biliyor.
Yoğun konser temposuna rağmen oldukça da üretken bir sanatçı Mabel Matiz. Şarkı yazarlığı repertuarına durmadan yeni şarkılar ekliyor, bu şarkıları her seferinde yeni şeyler deneyerek dinleyicisine sunuyor. Bu yıl içerisinde önce ‘Hanfendi’yi yayınladı, ardından Yeni Türkü için yapılan albümde grubun çok bilinmese de bilenlerin çok sevdiği şarkısı ‘Nerelere Gideyim’i yorumladı. Son olarak Nisan ayında sözü ve müziği yine kendisine ait olan ‘Kavşaklar’la merhaba dedi. Şarkının prodüktörlüğünü Alaca üstlendi. Pose Records tarafından dinleyiciye sunulan ‘Kavşaklar’, sanatçının beşinci solo albümünün şarkılarından biri.
Mabel Matiz ile müziğinin beslendiği kaynakları, “protest” tavrı, alternatif ile ana akım arasında bir ayrım görüp görmediğini konuştuk.
'GÜNCEL BİR ANADOLU POP ÖNERİSİ SUNUYORUM'
Hem Anadolu’dan hem de göçle birlikte kentlerde, özellikle İstanbul’da oluşmuş hibrit kültürden yoğun olarak besleniyorsunuz. Böyle bakınca müziğiniz bir tür “füzyon”dan çok “bir buluşmanın müziği” olarak tanımlanabilir mi?
Her ikisi de. Bir füzyon yapıyorum evet. Anadolu ezgilerini, makam müziğini ve “deyiş” formunu güncel seslerle, elektronik beat’lerle, synthesizer dünyasıyla birleştiriyorum. Güncel bir Anadolu pop önerisi sunuyorum. Bu başlı başına bir buluşma, kaynaşma zemini yaratıyor. Diğer yandan müziğimin konusu, hikâyeleri birbirinden farklı kesimleri, toplulukları kapsıyor. Pek çok kültürden besleniyorum. Temelde insan olmakla, ortak vicdanla, ortak duygularda buluşabilmekle ilgili bir derdim var ve bunu müziğimle dile getirmeye gayret ediyorum. Bu da coğrafi ya da sosyal farklılıkları ortadan kaldıran bir şey. Benim için çok önemli. Konserlerimde de bilhassa gözlemlediğim bir şey. Orada her kesimden dinleyiciyle ortak duygularda buluşuyoruz. Bir tür gönül birliği... İşin bireysel, mental bir tarafı da var bence. İnsan kendiyle kurduğu ilişkide, kendisiyle ne kadar buluşabilirse, ortaya çıkan müzik de bir o kadar “buluşmanın müziği” oluyor sanırım. Sezen Aksu bu yüzden tek.
Arabeskle ama halis arabeskle aranız nasıldır? 70’lerin, 80’lerin arabeskini dinler miydiniz, şimdi dinler misiniz?
Arabesk dinlemeyi severim. Her dönemine hâkim değilim. Zaman zaman taktığım şarkılar olur. Müslüm Gürses’i tanımayı çok isterdim. Gülden ablayla (Karaböcek) tanışıp birlikte bir şarkımı kaydettiğimiz için mutluyum. Son günlerde Biricik’in ‘Gurbet Kuşları’ şarkısını çok çalıyorum. "Aşk Mark ve Ölüm" filminde duyup aşık oldum. Bazı sesler, şarkılar gerçekten çok özel. Hangi coğrafyadan olursa olsun, bir gerçekliğe, bir duyguya temas eden, kendi dönemini, toplumunu yansıtan her şey beni etkiler ve tür ayırt etmeksizin dinlerim.
'ALTERNATİF - ANA AKIM AYRIMINA İNANMIYORUM'
Sizin ve kuşağınızdan, hatta çevrenizden kimi sanatçıların müzikteki yeri, bana özgün, pek örneği olmayan yeni bir durum gibi geliyor. Alternatiften doğan, oradan beslenen, tavrını oradan alan ancak ana akıma yerleşen hatta bu kez orada kuralları belirlemeye başlayan bir grup müzisyen… Böyle bakınca acaba “alternatif-ana akım” ikiliği giderek anlamını yitiriyor mu, ne dersiniz?
Böyle bir ayrıma hiçbir zaman inanmadım. Ancak piyasanın bunu algılayıp kabul etmesi zaman almış olabilir. Ana akım her zaman alternatif bakışla, underground’un getirdiği değişimlerle şekil almıştır. Bu dünyada da böyle bana kalırsa. 2011’de çıktığımda “pop müzik yapıyorum” dediğimde insanlar inanmıyordu. Yıllar içinde beni “ana akımın ortasında ilginç bir vaka” olarak değerlendirenler oldu. Bugün geldiğimiz noktada ise geleneksel pop ve ana akım algısının tamamen çöktüğü, sınırların ortadan kalktığı, çok daha kaynaşmış bir müzik dünyası. Evet ana akımda artık arka sokağın çocukları da söz sahibi ve bundan pek memnunum. Benim Türk popu için yapacaklarım da asıl bundan sonra başlıyor.
Şarkılarınızın, albümlerinizin görsel dünyasıyla yakından ilgileniyorsunuz. Hatta şarkılarınız artık yalnızca şarkı değil, kapağıyla, “styling”iyle, video klibiyle koca bir görsel proje. Bu sizin tercih ettiğiniz bir şey mi, prodüksiyon sürecinde belki PR için karar verilen bir durum mu?
Multidisipliner olmakla ilgili. Sadece müzikle değil, görsel araçlarla da kendimi ifade etmeyi, ortaya koymayı seviyorum. Benim için bu konular birbirinden ayrı şeyler değil. Hepsi birer iletişim aracı. Bu gücü doğru ve anlamlı şekilde kullanmak hoş. Duyduğunuz, gördüğünüz ve izlediğiniz her şey benim tercih ve yönlendirmelerimle olan şeyler. Arkamda birileri yok. Birlikte üretmekten haz aldığım çok yetenekli, iyi kalpli, dâhi çalışma arkadaşlarım var yanımda. Hepimizin bu işe saygısı var. Bu yüzden ortaya çıkan işler katmanlı oluyor. Bütün olarak sindirilmesi bazen zaman alabiliyor.
Dijital dönüşümün müziğin artı neredeyse sadece yeni ve görsel dünyayla algılanmasına götüren yolunu siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Büyük prodüksiyonlu kliplerin, sosyal medya ağırlığının vs., müziğin özgül kıymetini azaltabileceğini düşündüğünüz oldu mu hiç?
Hayır, hiç düşünmedim. Mühim olan neyi nasıl anlattığımızdır, içeride olup bitendir, duygudur. İnsan olmakla, ortak değerlerle ilgili bir nokta yakalayabiliyorsanız, kendi gerçeğinizi anlatırken aynı zamanda hayatla toplumla ilgili temel, niş bir yerlere de dokunabiliyorsanız, hangi teknolojiyi kullandığınızın pek bir önemi yok. Hepsi birer dış araç. Kıymetse içeriden artıp azalabilen bir şey ve orada duruyor. İlk çağlardan beri iyi hikâyeler dinlemeyi seviyoruz. Bu böyle de gidecek bence. Gerisi yol yordam farkı ve kişisel tercihler..
Sosyal ve politik koşulların ağırlığıyla birlikte ülkede müzisyenlerin bu konularda söyledikleri her şey, sosyal medyalarında yaptığı her paylaşım büyük yankı yaratıyor, bu da sanatçının konumuyla ilgili birçok tartışmayı beraberinde getiriyor. Siz de söyleyeceği sözü pek sakınmayan sanatçılardan birisiniz. Bu tartışmalarla ilgili çok genel bağlamda görüşlerinizi merak ediyorum.
Doğruların dile getirilmesinden, çokseslilikten, ifade özgürlüğünden yanayım elbette. Bir sanatçının toplumunu yansıtmasını, bir duruş sergilemesini önemli buluyorum. Bu tartışmaları da yararlı buluyorum. Yine de herkes için şart değil bu. Birbirimizi ötelemek, yargılamak yerine birbirimizin elini tutmayı, bir şeyleri şefkatle göstermeyi şiar edinmek gerek. Herkesin algısı ve yetisi bir değil. Aynı hayat görüşünü ve havuzu paylaştığın birileriyle ortak bir nokta yakalamak bir şekilde kolay. Bence asıl kafa açıcı olan ve büyük değişimi getirecek olan, hiç anlaşamayacağını düşündüğün biriyle de ortak nüanslar yakalayabilmek.
Sosyal medyayı bunaltıcı buluyorum. Kibirle yapılan kibir eleştirileri, linç ve iptal kültüründen bunca yakınırken her gün başka bir kulvarda başka bir şeylerin linç edilişi. Eleştirdiğimiz şeye dönüşmemiz an meselesi orada hep. Dışarıda görüp dehşete düştüğü ne varsa önce kendi içine dönüp bir bakmalı insan, diye düşünüyorum. İç dünyamızda kendinden bu denli ayrı düşmüş ruhlar olarak dışarda birleşmemiz pek mümkün görünmüyor zira. Oralara bakmak, anlamaya çalışmak anlamlı olurdu. O zaman belki bir şeyler değişir.
'KAVGA HER ZAMAN ÖNCELİKLE İÇERİDEDİR'
Moderatörü olduğum bir panelde, bir konuşmacı “Bugün artık bir Ahmet Kaya beklemek doğru olmaz. O tavır ve tarz yerini başka bir şeye, bugün mesela Mabel Matiz’e ve onun gibi isimlere bıraktı” demişti. Üzerinde konuşulması gereken bir konu ama buradan yola çıkarak kısa bir soru soracağım: Sizce müzikte “protest” tavır nedir?
Vicdanıyla, kendisiyle, dünyayla hemhal birinin gösterebileceği bir tavır gibi geliyor. Bunun için müzik yapmak da gerekmez. Kavga her zaman öncelikle içeridedir.
Bugün artık her müzik çalışması, yayınladığı mecralar gereği “uluslararası” birer çalışma sayılabilir. Ancak yine de Mabel Matiz’in daha geleneksel anlamıyla “uluslararası” bir şarkıcı, şarkı yazarı, müzik insanı olması yönünde çalışmalarınız var mı, olacak mı?
Geçen yıl İstanbul Caz Festivali’ne özel olarak hazırlayıp ilk kez çaldığımız, Niels Broos’la ortak konser projemiz, uluslararası bir albüme dönüşüyor. Şu anda 5. solo albümümün yanı sıra Hollanda’da böyle ikinci bir albüm projesi yapılıyor yani. Benim şarkılarım caz kökenli bir müzisyen olan Niels ve arkadaşları tarafından yeniden üretiliyor. Çok umut duyduğum, müziğimin sınırlarını Türkiye’den öteye götüreceğini hissettiğim, özel bir çalışma bu.
Bunun yanı sıra 5. solo albümüm için Tel Aviv’den, Berlin’den, Halep’ten ve İstanbul’dan müzisyenlerle iş birliği içindeyim. Onun da ayrıca ses getireceğini ve 'Maya’dan sonra eli biraz daha arttıracağını hissediyorum.