Mad Max'in dünyası boşaltılmış!
"Furiosa" iktidar ve güç sahibi olan kaprisli karakterleri anlatıyor. Ve muhtemelen bu kaprisler uğruna ölmelerine göz yumulan insanları gösteriyor! George Miller’a naçizane önerimiz filmlerinin ihtişamlı görsel yanını yeterli bulup daha başka 'felsefi' konulara dalmaması olabilir. Çünkü seriye bu şekilde devam ederse yakında elimizde pek bir şey kalmayacak!
Zamanında büyük başarı kazanmış ve belli bir süre sonra 'kült' mertebesine ulaşmış 'saga'lar, eğer 'parçalarını' oluşturan filmler arasına uzun bir süre koymaz ve çekirdek 'yaratıcı' kadrosunu aynen korursa başarı kazanma şansını arttırıyor. Araya uzun zaman koyanlar için durum farklı: Kuşkusuz "Godfather 3" gibi neredeyse 20 sene sonra gelen bir devam veya "Star Wars" üçlemesine 30 seneyi aşan bir süreden sonra eklenen ikinci üçleme gibi düzeyi çok düşürmeyen bazı istisnai örnekler çıkabilir ama sonuç genelde sönük, vasat hatta fiyasko olabiliyor.
1985 yılında çekilen üçüncü bölümünden sonra, geri dönmek için 30 sene koyan "Mad Max" serisi de bu bahsettiğimiz 'saga'lar listesinde başlarda yer alır! Bu kadar süre sonra gelen "Mad Max Fury Road" (2015) muhtemelen yönetmenlik koltuğunda tekrar ilk üçlemenin 'babası' George Miller’ın oturması sayesinde güzel bir sürpriz yaratmıştı: Mad Max’in dünyası hiçbir şekilde yaş almamıştı. Geleceğin dünyası olarak tasvir edilen bu ortamda aynı zalimlik, sertlik ve ilkellik yerli yerinde duruyordu. Filmin belki de bel kemiği olan aksiyon sekansları neredeyse daha da üst bir seviyeye çıkmıştı. Son olarak da 1985’ten sonra doğal olarak bu role veda eden Mel Gibson’ın yerine gelen Tom Hardy de layığıyla bu boşluğu dolduruyordu.
Dolayısıyla bu sefer 9 sene sonra gelen bu 'devam' daha doğrusu bu 'Presequel' (ilk filmin de öncesini anlatan) "Furiosa" filmi için de beklentimiz yüksekti. Çünkü George Miller bu filmiyle sadece 'küllenmekte' olan bir 'efsaneyi' şanlı bir şekilde ayağı kaldırmayacak üstelik bu sefer çok önemli bir yan karakter olan Furiosa’nın 'köklerine' ışık tutacaktı.
Ancak sonuç ne yazık ki bizce tam bir hayal kırıklığı! Dünya prömiyerini 77'nci Cannes Film Festivali’nde yapan film, yurt dışında eleştirmenler tarafından genelde çok beğenildi hatta duyduğumuza göre Cannes’daki gösteriminden sonra ayakta alkışlanmış. Ama bizce bu sefer Miller dönemimizin bazı değiştirilemez kodlarına uygun, kendi kurmuş olduğu dünyaya bu sefer 'turistik' bir gözle bakan, gereksiz derecede uzun, birçok tekrara düşen, çoğunlukla tempo ve dinamizm eksikliği çeken yavan bir devam filmi çekmiş. 'Saga'ya yenilik katmak ve modernize etmek niyetiyle üstlendiği bu görev bizce ters tepiyor ve ortaya kopuk, sönük ve ait olduğu efsaneye yakışmayan bir yapım çıkıyor!
Hikayeye değinecek olursak: Kıyamet sonrası bir dünyada, Furiosa adında bir kız çocuğu, annesi ve dost ailelerle birlikte 'yeşil dünya' adı verilen kısıtlı ama bereketli bir bölgede yaşamaktadır. Ormandaki bir gezi sırasında kaçırılır ve Warlord Dementus adında bir adam tarafından yönetilen bir motorcu çetesinin yaşadığı bir yere götürülür. Dementus’un amacı o zamana kadar iktidarda olan 'Ölümsüz Joe'yu devirmek ve kendi düzenini kurmaktır. Kendini bu 'savaştaki' dünyada bulan Furiosa hem burada 'var olmaya' çalışır hem de annesinin ölümünden sorumlu olan Dementus’tan intikam için doğru zamanı beklemeye başlar.
'MAD MAX'SİZ BİR MAD MAX!
Eğer bir baş karakter bir 'saga'yla özdeşleşmiş ve onun ayrılmaz bir parçası haline gelmişse, yerine başka bir karakter getirmek ve aynı zamanda seyircinin de bu yeni yüzle 'empati' kurmasını başarmak oldukça zor bir iştir. Alpacino’suz bir "Godfather" veya Arnold Schawarzenegger’siz bir "Terminatör" filmi düşünülebilir mi?
Muhtemelen feminist bir bakış açısıyla denenen bu yeni kadın başkarakter yaratma çabası seyirciyi biraz 'boşlukta' bırakıyor. Sonuçta bir "Mad Max" filmi izlemeye giderken doğal olarak baskın bir başkarakter arıyoruz ama bu kişi ister bir erkek ister bir kadın olsun, onu ilk defa 'o yerde' tanımamız gerekiyor. Başka bir deyişle bu film eğer bir 'sil baştan' taktiğiyle yapılsaydı belki Furiosa’yı asıl kahraman olarak kabul edebilirdik ama bu kadın başkarakter bir önceki filmden hatırladığımız, yetişkin yaştaki haline tanık olduğumuz bir kişi… Evet, Charlize Theron’un bir önceki filmde büyük bir başarıyla canlandırdığı Furiosa önemli, hikayeye yön veren ve zaman zaman asıl kahramanın (yani Mad Max’in) bile önüne geçen bir karakterdi. Ama yine de bir yan karakterdi!
Dolayısıyla bu kahramanlar arası bayrak 'devir teslimi' sakar bir hale bürünüyor.
Bütün iyi niyetimizle bu 'değişimi' sindirsek bile en azından devamının dinamik ve sürükleyici olmasını bekliyoruz. Ancak 2 saat 30 dakika süren filmin yaklaşık ilk saatinin sonuna kadar sadece Furiosa’nın çocukluğuna tanık oluyoruz ve bu uzun ve aksiyon eksikliği çeken bölüm bir süre sonra sarkmaya ve bizi sıkmaya başlıyor. Başta yaşadığı trajediden sonra bir taraftan bir diğer tarafa savrulan, adeta 'alınıp satılan' küçük Furiosa yaşadığı travmatik durumdan dolayı hiç konuşmadığı için sadece etraftaki olaylara gözlemlemekle yetiniyor. Biz de öyle!
Ama Furiosa ile paylaştığımız ortaklaşa 'gözlem' ilginç olmaktan hiç olmazsa şaşırtıcı olmaktan da uzak çünkü çok önceden bu 'çorak' dünyayı, enkazlardan ve artıklardan üretilmiş garip ulaşım araçlarını, 'klanlar' halinde yaşayan kötü insanları ve var olan 'anarşi' düzenini zaten biliyoruz ve tanıyoruz.
YETİŞKİNLİĞE HIZLI GEÇİŞ…
Belki bu hantal ilk saati çekmek yerine direkt belli bir yaşa gelmiş Furiosa’yı izlemek daha iyi olabilirdi. Filmin, ikinci yarıda göreceli olarak enerji kazandığını hesaba katarsak örneğin yetişkin yaşa gelmiş bir Furiosa ile başlamak ve 'flash back' sekansları ile çocukluğunu görmek çok daha dengeli bir anlarım sunabilirdi. Tabii ki bu yaklaşım filmin yapısını bambaşka bir boyuta taşırdı ama bizce daha kompakt ve ölçülü bir hikaye filmin yararına olurdu.
Hikayeyi otuz dakikalık 5 parçaya bölmenin de avantajı pek anlaşılmıyor: Evet, bu bölümlerin bazılarında gerçekten çok etkileyici aksiyon sekansları var (özellikle bir tırın motorcular tarafından saldırıya uğradığı sekans görmelere seza!) ve sırasıyla 'Ölümsüz Joe'nun hükmettiği 'Kale', el değiştiren 'Yakıt şehri' ve 'Mermi çiftliği' dikkat çeken yerler ama senaryoyu böyle parçalara bölmek, genelde dur durak bilmeyen, bazen baş döndürücü bir hızla ilerleyen ve aksiyonun içine adeta 'bodoslama' dalan Mad Max isyanıyla ve vahşiliğiyle pek uyuşmuyor.
Hikayenin omurgasını oluşturan intikam duygusu, iktidar hırsı, anarşi düzeni gibi temalar hep çok geç geliyor veya fazla işlenmiyor. Sanki yönetmen yarattığı dünyaya derinlik açısından yeni 'chapter'lar açmak istiyor oysa zaten evreninde yeteri kadar derinlik ve özgünlük var!
DEMENTUS’TAN (İSTEDİĞİMİZ GİBİ) NEFRET EDEMİYORUZ!
Filmdeki Dementus karakterine de ayrı bir parantez açmamız gerekir çünkü bizce bu karakter hem temsil ettiği şey hem de hikayenin mesajı açısından çok önemli: Dementus, hikayede bir diğer (ve belki asıl) kötü 'Ölümsüz Joe'nun (Immortal Joe) en büyük rakibi ve düşmanı gibi duruyor. Yıkıma uğramış bir dünyada hüküm süren ve artık çok daha değerli olan yiyecek, su ve petrol kaynaklarını elinde tutan bu lideri devirmek isteyen Dementus, asla (Bunda belki Chris Hemsworth’un yakışıklılığının da payı vardır) yeterince endişe yaratamıyor. Özellikle kendisini gördüğümüzde korkudan adeta 'kanımızı donduran' 'Ölümsüz Joe' karakteriyle kıyasladığımızda… Ölümsüz’ün "savaş çocukları" onu adeta bir Tanrı gibi görüyorlar ve "Valhalla"ya ulaşmak için gözlerini kırpmadan kendilerini feda edebiliyorlar (Burada tabii intihar bombalamaları yapan cihatçı örgütlere de ciddi bir gönderme var!). Çok daha az bir 'ruhani lider' olan Dementus ise daha çok dışa dönük, belli ölçülerde gülünç ve bir grup 'kudurmuş' insanın başında olan büyümemiş bir çocuk izlenimi veriyor.
Bu karakterin böyle çizilmesi onunla Furiosa arasında olan 'aşk/nefret' ilişkisini de zedeliyor. İkisinin de zorlu bir çocukluk geçirdiğini anlıyoruz ama sonuçta Mad Max evreninde hangi karakter acı ve yokluk içinde debelenmez ki?
Sonuç olarak "Furiosa" iktidar ve güç sahibi olan kaprisli karakterleri anlatıyor. Ve muhtemelen bu kaprisler uğruna ölmelerine göz yumulan insanları gösteriyor!
George Miller’a naçizane önerimiz filmlerinin ihtişamlı görsel yanını yeterli bulup daha başka 'felsefi' konulara dalmaması olabilir. Çünkü seriye bu şekilde devam ederse yakında elimizde pek bir şey kalmayacak!