YAZARLAR

Mafya, açlık ve ölüm oyunları

“Vatan–millet düşmanları”nı haklayan Al Capone yerine göre Robin Hood’dur, açlara ekmek verir. Daha ne yapsın devleti ve milleti için? Ve dönüp buraya bir kez daha soralım: Kim kaldı mafya dışında?

Sipariş üzere gazete binası basıp cam çerçeve indirmeler, karakolda eski bir milletvekilini karakolda dövdürtmeler, ihale usulü infazlar, besleme-bindirme kuvvetlerle şehir şehir, meydan meydan dolaşarak “oluk oluk kan akıtır, kanlarında duş alırız” gösterileri sahnelemek, komşu ülkedeki iç savaşın paralı askerler takımına lojistik destek törenleri… Adı var kendi yok küçük bir siyasal partinin ilçe teşkilatından genel başkan seçimine her adımında her kademesinde aktif taraf ve destek güç olarak konuşlanmak, iktidar içinde milletvekilinden bakanına muhabbetli olmak ve devamı… Cümlemizin gözü önündeki şenlik–şiddet operasyonları bu kez ilk ağızdan, video şovlarla naklediliyor.

Cümleten seyreyliyoruz, bir kez daha, iştahla.

İştahımız açlıktan. Her şey göz önünde, her şey kapalı kapılar ardında. Her şey malum ve aynı zamanda meçhul. Şovun hedefe koydukları arasında yer alan bakanın videoların gördüğü ilgiyi porno izleyiciliğine benzetmesi hiç de yabana atılacak bir yorum değil. Evet, yaşadıklarımız da, önümüze serilenler de her anlamıyla müstehcen. Her anlamıyla pornografik: Gösterilenler, gösterilmeyene çok daha merak ve iştah uyandırıyor. Açlığı arttırıyor.

Sadece cinsel, tensel, ruhsal değil, bildiğiniz açlıkla; boş midelerle beraber arzu da artar, gösteri de. Roma İmparatorluğundan, Amerikan imparatorluğuna, saltanatları sarsan açlık, ölüm oyunlarıyla yatıştırmaya çalışılır. Şiddet ve şenlik her zaman iç içedir.

Tarihin en büyük, en görkemli yapılarından Collesium bunun inşa edilmiştir M.S. 80 yılında. Huzuru sağlayacak slogan orada doğmuştur: Panem et Circenses.

Türkçesiyle söyleyelim: Ekmek ve eğlence.

İmparatorluğun ve görkemin başkenti Roma’da anıtsal Collesium’la başlayan halka bedava ekmek ve eğlence sunulan sirk gösterileri hızla tüm eyaletlere yayıldı. Arenalar yükseldi her yanda. Hayali deniz savaşlarından, ormanların kralları aslanların–kaplanların saha sürüldüğü gösterilere, malum ve meşhur gladyatör dövüşlerine envaiçeşit ölüm oyunuyla hayatın keyfine varıyordu aç yığınlar.

Sahadakilerin ölüm kalım savaşı, izleyenlerin avuntusu, düzenleyicilerin ve locadakilerin kazancıydı. Kimin hayatta kalacağına karar veren imparator ve temsilcilerinden, kimin kazanacağına dair para koyup bahse girenlerin de güç gösterisi kazanç oyunuydu sahnelenen.

Yere düşenin, yenilenin aczinden, onu yıkıp gırtlağına basanının beceresinden, zaferinden çılgınca haz alanlar, hayatta hiç kazanamayan ve asla kazanamayacağını bilenlerdir. Roma’nın mülksüzleri Plebler, gladyatörlerin parçalanarak ölümünü çığlıklarla karşılarlar. Korku ya da acı değil, sevinç çığlıklarıyla…

MAFYANIN DIŞINDA KİM KALDI

Klasik tarihler “kavimler göçü”nden, “barbar akınları”ndan dem vursa da, Roma İmparatorluğu ölümü gösteriye–eğlenceye çeviren kendi vahşetiyle çöktü. Aynı gösteri düzeneği 20. yüzyıl sermaye imparatorluğunun yükseldiği Amerika’da güncellenerek yeniden sahneye konuldu. Tam da “büyük bunalım” olarak anılan 1929 ekonomik kriziyle birlikte gerçekleşti güncelleme. Yine açlık kol geziyordu her yanda. Ekmek ve eğlence gösterisi niteliğinde bu kez düşene kadar dans maratonları düzenleniyordu kasabalarda, kentlerde. Ünlü olma, yırtma, hayatta kalma yarışı sahneleniyordu arenanın yerini alan pistlerde.

Krizle işsiz kalan gazeteci –spor muhabiri–, tiyatroculardan Horace McCoy, güvenlik görevlisi-koruma olarak bizzat içinde yer aldığı bu dans yarışlarını senaryolaştırıp Hollywood yapımcılarına sunduysa da, yüzüne bakan olmadı. O da senaryoyu romana çevirdi, 1935’de yayımladı: Atları da Vururlar.

Ardından gazetecilik döneminden izlenimlerini kaleme aldı: Basketbol maçlarındaki bahis çetesinden, iş ve siyaset çevrelerine, basından sosyeteye uzanan gösteri düzeneğinin ardındaki “din–millet” muhabbetli mafya ağını konu ettiği Kefenin Cebi Yok, Amerika’da yayıncı bulamadığı için İngiltere’ye kaçırıldı. 1937’de orada okur önüne çıktıktan ancak on yıl sonra, o da bazı revizyonlarla Amerika’da yayımlanabildi.

Bahis çetesinden hareketle farkında olmaksızın arı kovanına çomak sokan gazetecinin mücadelesini ve akıbetini konu edinen Kefenin Cebi Yok, Türkçede ilk kez 1972’de, Gazetecinin Ölümü adıyla yayımlandı. Dahası, TRT tarafından radyo tiyatrosu olarak uyarlanıp yayımlandı.

Horace McCoy’un Türkçeye çevrilen ve 1973’de yayımlanan bir başka romanı: Mafyanın Dışında Kim Kaldı?

DEVLETÇİ, MİLLİYETÇİ MAFYA

“Kara anlatı” olarak da anılan polisiyeden gazeteci belgeselciliğine, Hollywood ve sahne deneyimine çok yönlü birikimin ürünü olan McCoy’un yapıtları, edebiyatı, kurguyu aşar. Ya da has, hakiki edebiyat ve kurgunun ta kendisi.

Çünkü tüm bu yapıtları kaleme aldığı sırada Amerika Al Capone efsanesi–eğlencesini yaşamıştır.

Çalıştığı barda laf attığı kızın ağabeyi Al Capone’nin yüzüne usturayla attığı çiziklerle cezalandırmıştır. Bu damgayı I. Dünya Savaşı sırasındaki gazilik nişanı olarak pazarlayacaktır bitirim kaçak içki imalatçı ve dağıtıcısı!

Şikago belediye başkanı aracılığıyla dönemin devlet başkanı Herbert C. Hoover’le tanıştıktan tümüyle devlete kapılanmıştır, tam da 1929 kriziyle beraber… Siyasetten emniyete, yargıdan bürokrasiye devlete–iktidar organlarına dahil olup yeraltından yerüstüne ekonomiye, basına yön veren, halkı eğlendiren, açları doyuran, rakiplerini, bu arada sendikacıları, grevcileri, düzen bozucu “vatan–millet düşmanları”nı haklayan Al Capone yerine göre Robin Hood’dur, açlara ekmek verir. Kartvizitine bakılırsa “ikinci el mobilyacı”. Aynı zamanda çamaşırhane zinciri sahibi… Aklayıcı.

Daha ne yapsın devleti ve milleti için?

Ve dönüp buraya bir kez daha soralım: Kim kaldı mafya dışında?