Mağripli çocuklar, Belçika’dan sonra İber Yarımadası’nı da ateşe verdi
Fas için artık hedef, Dünya Kupası’nda yarı finale kalan ilk Afrika takımı olmak. Çoğu Avrupa’da dünyaya gelen Mağripli çocuklar, şimdi gözünü İber’in batı yakasına çevirmiş durumdalar. Kendine dikkat et Portekiz.
Fas-İspanya maçı öncesinde The Guardian’da bir röportaj yayımlandı. Belki de yapılması gereken ilk yerde; İspanya’nın Fas’taki özerk bölgesi olan Ceuta’daki insanlarla. Fas ile İspanya arasında ulusal ve dini kimliklerin, hâliyle bağlılıkların en çok karıştığı yer…
Ceuta, 1580’den beri İspanyolların elinde. Hristiyanlar ve Müslümanlardan, İspanyollar ve Faslılardan, aynı zamanda Afrika’nın dört bir yanından gelen ve daha iyi bir yaşam için son engel olarak gördükleri bir sınır çitinin arkasında göreli bir uyum içinde yaşayan çaresiz göçmenlerden oluşan karışık bir nüfusu var.
85 bin nüfuslu şehrin, kısa süre önce Madrid ile Rabat arasında yakın geçmişteki en büyük diplomatik krizin parlama noktası hâline geldiği söyleniyor. Mayıs 2021’de Fas hükûmeti sınır kontrollerini kaldırmış. Böylece Fas’tan ve Sahra altı ülkelerden gelen binlerce genç göçmenin Fas’ın resmî olarak İspanyol toprağı olduğunu tanımadığı Ceuta’ya akmasına izin vermiş.
Buna rağmen, röportaj yapılan Ceuta yerlilerinden 26 yaşındaki Sulaika Hosain, kendini “yüzde yüz İspanyol” hissettiğini, ancak maç başladığında büyükbabasının ülkesi olan Fas’a sempati duyacağını söylüyor: “Ben bir İspanyolum ve İspanya’nın kazanmasını istiyorum, ama Fas’ı destekliyorum. Fas oynadığında içimde bir şeyler kıpırdıyor. Bırakın bir şeyler kazansınlar ki, insanlar Fas’ın sadece fakir bir yer olmadığını düşünsünler.”
28 yaşındaki Mohamed Laarbi ise Ceuta’da tüm Dünya Kupası maçlarını gösteren bir bar işletiyor. O üçüncü nesil bir İspanyol ve Hosain’in aksine tamamen İspanya’yı destekliyor. “Fas iyi oynuyor, ama İspanya ile karşılaştıklarında duvara toslayacaklar” diye şaka yapıyor. Yine de Laarbi, kendisinin ve Ceuta’dan ya da kıyının daha doğusundaki diğer İspanyol topraklarından gelen Müslümanların bir trajedisinden de bahsediyor.
“Faslılar bizim Faslı olmadığımızı, İspanyolların oğulları olduğumuzu söylerken, İber Yarımadası İspanyolları ise bizim İspanyol olmadığımızı söylüyor” diyor. Biraz geçen yüzyılda Rumeli ile Anadolu arasındaki Ortodoks ve Müslüman mübadillerin trajedisine benziyor, öyle değil mi?
Buna karşın Fas’ın millî futbol takımı, 800 bin Faslının yaşadığı ve en büyük yabancı topluluğunu oluşturduğu 47 milyonluk İspanya’da, Fas’ın İspanya ile olan bağlarının bir yansıması. Öyle ki, Sevilla’nın forveti Youssef En-Nesyri ve kalecisi Yassine Bounou başta olmak üzere birçok Faslı oyuncu İspanyol kulüplerinde oynuyor. Paris Saint-Germain’in sağ beki Achraf Hakimi, Madrid’de dünyaya gelmiş bir Faslı.
Bu durum aynı zamanda İspanyol polisini de maç öncesinde alarma geçirdi. Ülkedeki Faslıların çoğunlukta olduğu Madrid, Barcelona, Murcia, Alicante, Almeira gibi kentlerde Fas’ın olası bir galibiyetinde yaşanacak kutlama gösterilerindeki taşkınlıklara karşı acil müdahale birimleri kuruldu. Önceki gün Belçika ve Hollanda’da yaşananların olmasını istemiyorlardı. Neyse ki bu defa korkulduğu gibi olmadı. Yani, saha dışında…
FAS’IN KİLİDİNİ AÇMAK İMKÂNSIZ BİR GÖREV
Sahadaysa İspanya’nın korktuğu ne varsa başına geldi. Grup aşamasının uzak ara en iyi savunma örgütlülüğüne sahip olan Fas, Hırvatistan ve Belçika’nın ardından kendilerini de kilitledi. Başka bir deyişle, Fas, teknik direktör Walid Regragui yönetimindeki yedinci maçında altıncı kez gol yemedi. Kalesinde gol gördükleri tek maç olan Kanada maçında da Nayef Aguerd topu kendi ağlarına yollamıştı.
Bunu ise kendi savunma örgütlülüklerinin sağlamlığı kadar rakiplerinin birbirinden farklı hücum yapılarına uyum sağlamalarına borçlular. Rakiplerini genellikle derinde bir hayli dar bir şekilde ve 4-5-1 düzeninde karşılayan Fas, merkezi tamamen kapatıp onları geniş alanlara zorluyor.
Bu şekilde Fas ceza sahasına çok az girebilen rakipleri, bunu zar zor başardıklarındaysa savunmanın merkez ikilisi Nayef Aguerd ve Romain Saïss’in başarılı müdahalelerine tosluyorlar. Onun dışında da maç boyunca Fas’ın iki elit beki Achraf Hakimi ve Noussair Mazraoui’yi aşmak için uğraşıp duruyorlar.
Turnuvanın en iyi bekleri olarak bile değerlendirilebilecek iki oyuncu da son derece teknik ve atletik. Varlıkları rakipleri için aynı zamanda büyük bir kontratak tehdidi oluşturuyor, ama maçların genelinde rakip kanat oyuncuları kendilerini Hakimi ve Mazraoui’nin savunma becerilerini, azimlerini ve konsantrasyonlarını aşmaya çalışırken buluyorlar. Ve sonuç kendileri adına hep hüsran oluyor. Dün Ferran Torres ve Dani Olmo’nun da başına gelen buydu.
Aynı şekilde savunma önündeki Sofyan Amrabat’tan da bahsetmek gerekir. Fas’ın merkezi bu kadar iyi kapatması elbette öncelikle kolektif bir uyuma dayanıyor, ama 26 yaşındaki defansif orta saha oyuncusunun yaptıklarının da bunda payı büyük. Dün yine her yerdeydi. Savunmayla orta saha arasındaki alanın tamamını öyle iyi kapladı ki, onun varlığı İspanya’nın merkezden geliştirmeye çalıştırdığı tüm hücum girişimleri için başlı başına bir tehditti.
İSPANYA’NIN PASLARI YİNE FARK YARATAMADI
Hemen her taraftan girişlerin kapalı olduğu sıkı Fas savunması karşısında İspanya’nın ise yapabildiği tek şey yan paslardı. 120 dakika sonunda 1019 pas yapan İspanya, buna karşın rakip kaleye yalnızca bir isabetli şut yollayabildi ve bu da bir serbest vuruştan geldi.
Bu favori takımlarla daha zayıf görünen takımlar arasındaki eleme maçlarında sıklıkla gördüğümüz bir senaryo. Ama Dünya Kupası’ndaki diğer favori takımların bu senaryolara karşı daha fazla çözümü var gibi görünüyor. İspanya ise yıllardır buna bir antitez geliştiremedi. 2018 Dünya Kupası’nda da son 16’da ev sahibi Rusya’ya karşı dün akşamkinden çok farklı olmayan bir 120 dakikanın sonunda ve yine penaltı atışları neticesinde elenmişlerdi.
Her ne kadar yeniden yapılansalar ve yine hayli yetenekli bir jenerasyona sahip olsalar da İspanya’nın bilhassa bu tip maçlarda ortaya çıkan iki temel eksikliği varlığını koruyor: Net bir santrforlarının olmaması ve top sürebilen oyuncuların sayısının azlığı.
Borussia Dortmund’un eski teknik direktörü Lucien Favre, birkaç yıl önce verdiği bir röportajda, “Günümüz futbolunda top sürmek hâlâ önemli mi?” sorusuna şu yanıtı vermişti: “Kesinlikle. Güçlü bir top sürmeyle hâlâ fark yaratabiliyorsunuz. Bire birler ya da ikiye birler konusunda zirvede olan oyuncular Arjen Robben ve Franck Ribery’ye bakın. Bu tip oyuncular inanılmaz önemlidir, aksi takdirde oyun sıkıcı olur. Sadece pas yapmak görülmeye değer değildir. Bu yüzden antrenmanlarda top sürmenin önemi üzerinde daha çok durulmalı. Bir oyuncunun top sürerek iki rakibini eksiltmesi ve ardından iyi bir pas vermesi; kolektif oyunun mantığı buradadır. Benim için top süren oyunculara sahip olmak bir gereklilik, çünkü böyle oyuncular daima fark yaratabilirler. Yalnızca pas oyunuyla fark yaratmak ise neredeyse imkânsızdır.”
İçinde top sürmenin ve amiyane tabiriyle adam eksiltmenin olmadığı bir pas oyununun fark yaratamadığını İspanya da yıllardır kanıtlıyor.
Yine de 120 dakika içinde fark yaratamayan İspanya’nın bunu en azından penaltı atışlarında yapması bekleniyordu. Zira Luis Enrique’nin daha önce yaptığı açıklama bu beklentiyi doğurmuştu. Bir yılı aşkın bir süredir antrenman kamplarında oyuncularına ev ödevi verdiğini ve kulüp antrenmanlarında her birinin en az bin penaltı atmasını istediğini söyleyen Enrique, “Penaltı atmanın şansa bağlı bir şey olduğunu düşünmüyorum. Bu da her şey gibi belirli bir beceri istiyor ve sık sık antrenman yaparsanız bu beceriniz gelişecektir. Açıkçası baskı ve gerilimle başa çıkmayı çalıştıramazsınız, ancak penaltılar bir oyuncu hakkında çok şey söyleyen anahtar bir an ve kesinlikle şansa bağlı değil” demişti. Fakat ne yazık ki yaptırdığı penaltı çalışmaları da yeterli değildi.
PANENKA KULÜBÜNÜN SON ÜYESİ: ACHRAF HAKİMİ
Hiçbir İspanyalı oyuncu, Fas’a galibiyeti getiren son penaltı golünü kaydeden Hakimi kadar rahat görünmüyordu. Madrid’de dünyaya gelen Hakimi, çocukluğunda birçok ayrımcılığa maruz kalmıştı. Profesyonel futbolculuğa adım atarken İspanya Futbol Federasyonu onun kendileri için oynamasını istemişti, ama o ailesinin ülkesini temsil etmekte kararlıydı.
Ve işte dün oradaydı. Bir ülkenin tüm umudu onun omuzlarındaydı. Ama bu yükün altında hiç ezilmedi. Ve bir Panenka penaltısıyla kendisine ne kadar güvendiğini gösterdi.
Bugüne dek Afrika takımları üç kez Dünya Kupası’nda çeyrek finale ulaşabilmişlerdi. 1990’da Kamerun, 2002’de Senegal ve 2010’da Gana’dan sonra Fas bunu başaran dördüncü Afrika takımı oldu.
Artık hedef, Dünya Kupası’nda yarı finale kalan ilk Afrika takımı olmak. Çoğu Avrupa’da dünyaya gelen Mağripli çocuklar, şimdi gözünü İber Yarımadası’nın batı yakasına çevirmiş durumdalar. Kendine dikkat et Portekiz.