Mahalle: 'Haberin yok mu, Aysel kaybolmuş…'
Özlen Alpaslan'ın yeni romanı 'Mahalle', Karakarga Yayınları tarafından yayımlandı. Alpaslan kitapta, 2000’lerin başından günümüze kadar gelen süreçte yaşanan elim olayları hatırlatıyor.
Caner Almaz
Özlen Alpaslan, ilk romanı 'Yarım'da üstlendiği toplumsal yaraları aktarma, anlatma ve unutturmama eylemini ikinci romanı 'Mahalle’de de sürdürüyor.
Yazma eylemiyle uğraşan birisi olarak, yazarın sahiplenmesi gereken görevleri ve sorumlulukları olduğunu düşünenlerdenim. Bu tamamen kişisel bir tercih olmakla beraber, yaşanılan toplum ve zaman dilimi bakımından görmezden gelinemeyecek toplumsal hadiselerin ve toplulukların maruz kaldığı siyasi yahut sistematik baskıların metinlere konu edinilmesi gerekliliğini savunuyorum. Bu benim düşüncem. Her şeyden evvel bir insan olarak bu kaçınılmaz bir uç olarak görünüyor bana. Olay anında olmasa bile yıllar sonrasında bile kaleme alınan çalışmalar, entelektüel bir eylem olarak yazmak çabasının niteliğini azaltmak bir yana dursun, toplumsal belleğin sonraki nesillere aktarılması hususunda başat aktörlerdir. Evet, bu bir zaruriyet değil ama tercihtir.
Vicdan en kalabalık meydandır. O kalabalıkta bireyin yalnız başına yaptığı tercihler kişiliğini ortaya çıkartır. Bu sebeple vicdanlı olmak ya da olmamak, işte bu ikilem, günümüzün temel muhakemelerinden biridir.
Özlen Alpaslan, kalemini vicdanının sesine dayamış yazarlardan birisi. İlk romanı 'Yarım'da, 1 Mayıs 1977’de Kanlı 1 Mayıs’ı romana konu edinmişti. İkinci romanı 'Mahalle'de ise çerçeveyi daha da genişletip, 2000’lerin başından günümüze kadar gelen süreçte yaşanan ve toplum vicdanını yaralayan her biri birbirinden elim olayları okurlarına hatırlatıyor.
Romanın geçtiği semt Kuzguncuk, İstanbul’un en güzide mahallelerinden birisi. Kişiliği, karakteri ve bozulmamış bir yapısı olan mahallelerden. İstanbul’da yaşayan ve Kuzguncuk’un havasını soluyan herkesin ne demek istediğimi anladığını düşünüyorum. Çılgınca bir hızla değişen, dönüşen, başkalaşan ve yaşayanlarına yabancılaşan bir kent olan İstanbul’da böyle semtler, böyle mahalleler görmek artık pek mümkün değil. Yağmurlu bir sonbahar gününde, gündüz vakti Kuzguncuk’ta dolanmak gibisi yoktur. Tarihiyle, yapılarıyla, insanlarıyla güzel bir mahalledir Kuzguncuk.
'Mahalle', Kuzguncuk’ta geçen, bol karakterli ve bu karakterlerin her birinin hikayeleriyle sarılı bir roman. Adını bir kafeden alıyor. Ve o kafenin sahibi Füruzan’ın, birbirinden lezzetli yemeklerini tadan karakterleriyle yaptığı keyifli sohbetleri duyuyoruz. Sanki o kafede bir sandalyede Hardal’ı kucağımızda sevip okşarken gelen gideni, sokağın seslerini, Füruzan’ı misafirlerinin anlattıklarını dinliyoruz. Zeliş’in hazırladığı ekmeklerden sıcacık bir parça kopartıyoruz, zeytinyağına banıyoruz. Bölüm adlarına taşınan yemekler birer birer gözümüzün önünden geçip gidiyorlar. Biz çayımızı, kahvemizi yudumluyoruz, sohbetlere kulak kesiliyoruz.
Ve Aysel’i öğreniyoruz. Aysel’i tanıyoruz. Onun bu ülkenin kanayan yaralarını nasıl fark edip dillendirdiğini, kimseden korkmadan, yılmadan gazetecilik yaptığını, mazlumun yanında durup zalimin karşısında nasıl kükrediğini dinliyoruz. Aysel’in "boyundan büyük işler"e bulaştığını, kalkıştığını, birilerini rahatsız ettiğini ve peşine birilerinin düştüğünü gelenden gidenden duyuyoruz. Füroş’la beraber şaşırıyoruz. Onunla beraber hayretlere düşüyoruz. Meğer Aysel, Soma’da atılan tekmenin hesabını soranlardanmış. Cemaat yurtlarında cinsel istismara uğrayan çocukların haklarını savunanlardanmış. Gezi’de ağaçlara sarılanlardanmış, Çorlu’da tren cinayetinde mağdurların sesini duyuranlardanmış. Ankara Katliamı’nda ölenlerin başında, Mecidiyeköy’de asansörde katledilenlerin ailesinin derdinde, erkekler tarafından katledilen kadınların davalarında hak arayışında, KHK’yla görevlerinden edilen akademisyenlerin yanında… Ve Aysel doğal olarak birilerinin canını sıkmaktaymış.
Her başı sıkışanın, dostlarının yanında olan Aysel… Duyuyoruz ki ortadan kaybolmuş. Kimsenin haberi yok üstelik, 'Mahalle’ye her gelenle yeni bir hikayede Aysel’in adı geçerken detaylarını yavaş yavaş görüyoruz ve duyuyoruz ki bu kızın başına canını sıktığı insanlar tarafından bir şey ya geldi ya gelecek. Aysel nerede? Aysel nerede…
'Mahalle’ye o kadar çok insan girip çıkıyor ki… Her biri birbirinden farklı ve birbirinden ayrı:
"Sağ baştan saymaya başladım: Müzeyyen teyze, Mine, Ressam Akgün Hoca, Afitap’la Eşref Bey, Sibel’le Uyuz Damat, Madam Maria, Agâh Bey, Dilşad’la Hacı, Terzi Anet’le Kuaför Neriman, benim Zeliş’le Memo, Makbuş, Atıf, Suna, Sedat’la Lebriz, Setenay, Çağla, Zelâl, Tomris’le Levo, hemen karşılarında Muazzez’le Cevo, onların yanında Şeniz, Ferhunde, Mualla, Vuslat, Efsun, Hâluk, Dilan, Çolpan, çaprazında Bedia, onun yanında Menevşe, köşede Ferruh, yanında Cahide, Nilgün, onların yanında Hicran ve tabii ki Suavi’yle Füsun. Hiç eksik olur mu? Hardal da dolanıyordu masanın altında. Onu da alıp getirmiş bizim deli Memo…"
Özlen Alpaslan, bir dükkanın masalarında yakın ülke tarihimizin kısa bir acı dökümünü yukarıda ismi geçen her sınıftan ve her farklı gruptan insanlarla anlatıyor. Bol sohbetli, çeşit çeşit yemekli. Okurken şaşırıyoruz ve bu kadar kısa zamanda bu kadar çok şeyi nasıl "çılbırmadan" yaşamışız diye düşünüyoruz. Belki de çıldırmışızdır, kim bilebilir ki?
'Mahalle', Kuzguncuk’tan ülkeye kuşbakışı daldığımız bir hikaye. Bu koca mahalledeki insanların yaşadıklarının aslında hepimizin hikayelerine benzediğini gösteren yakın tarihin acılı bir dökümü. Ayseller'in tedirgin olmadığı ama Ayseller'in başına bir şeyler geleceğini düşünenlerin romanı.