Mahkeme tutukladığı müze müdürüne ‘pardon’ dedi: Heykel sahteymiş
79 yıl hapis istemiyle yargılanan eski Aydın Müze Müdürü Abdülbari Yıldız, "Beni önce içeri attılar sonra Abdülbari nasıl bir suç işlemiş olabilir diye araştırmaya başladılar" dedi.
İZMİR - Geçen yıl mart ayında 17 ilde toplam 39 kişinin gözaltına alındığı bir operasyon gerçekleştirilmiş, aralarında Aydın Müze Müdürü Abdülbari Yıldız’ın da bulunduğu dört kişi tutuklanarak Aydın E Tipi Kapalı Ceza Evi’ne gönderilmişti. “Orijinal bir heykele sahte raporu vererek görevini kötüye kullandığı” ve “örgüt kurduğu” suçlamalarıyla tutuklu yargılanmasına karar verilen Yıldız, 7 ay sonra yargılandığı ilk duruşmada ev hapsi ile tahliye edildi.
Abdülbari Yıldız’ın 23 Ocak 2023 günü gerçekleştirilen ikinci duruşmasında ev hapsi cezası kaldırılırken, müzedeki görevine de iade edildi. Mahkeme ayrıca sahte raporu verilen heykel için de Ankara Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nden eserin orijinal olup olmadığına yönelik bilirkişi raporu istedi. Müze müdürünün tutuklanmasına neden olan heykelle ilgili olarak savcılığa gönderilen yeni bilirkişi raporunda; orijinal heykelin dekoratif amaçlarla üretilmiş bir kopyası olduğu belirtildi. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Heykel Bölümünden üç akademisyenin hazırladığı raporda, heykelin bir sanat eseri niteliği taşımadığı, 2863 sayılı yasaya göre arkeoloji ve sanat tarihi açısından bir değeri olmadığı görüşüne yer verildi.
79 yıl hapis cezası istemiyle yargılanan Abdülbari Yıldız, tutuklandıktan bir süre sonra bütün bu ağır suçlamalar yapılmamış gibi sessiz sedasız serbest bırakıldı. Suç isnadı olan söz konusu heykelin orijinal olmadığı yeni bilirkişi raporlarıyla kanıtlandı ancak başta Kültür ve Turizm Bakanlığı olmak üzere basın ve yargı sessiz kaldı. Bu sessizliğin nedenini ve süreci eski Aydın Müze Müdürü Abdülbari Yıldız ile konuştuk.
‘MESLEĞİMİ HEP GİZLEMEK ZORUNDA KALDIM’
2005 yılında Tarsus Müzesi’nde müzecilik hayatına başlayan Yıldız, olağanüstü gayret ve çalışmaları nedeniyle bugüne kadar dört başarı belgesi almış. Çalıştığı müzelerde geçirmiş olduğu idari denetlemelerde de herhangi bir sorun yaşamayan Yıldız, “Bizim en büyük sorunumuz şantajla, tehditle karşı karşıya kalmamız. Mesleğimi yaparken hiçbir zaman kanun ve yönetmelik dışına çıkmadım. Hiçbir zaman kişisel bir menfaat sağlamadım. Hayatım boyunca hiçbir soruşturma geçirmedim. İlk soruşturmam bu konuyla ilgili oldu” diyor. Müzeci olmanın mesleki anlamda çok keyifli ama bir o kadar da korkutucu yanları olduğunu anlatan Yıldız, “Sürekli rantın olduğu alanlarda çalıştığınız için çirkin tekliflere maruz kalabiliyorsunuz. Bu nedenle dışarıda hiçbir zaman herhangi bir esnafa kendimi müze müdürü olarak tanıtmadım. Çünkü insanlar beklenti içine girebilir, cebinden bir antik dönem obje çıkartıp soru sorabilir. Çalıştığım hiçbir yerde esnafa karşı, mesleğimi ön plana çıkarmadım. Şu ana kadar da bu hassasiyetle hareket ettim. Çünkü definecilerle veya arsası sit alanında olup inşaat yapmak isteyenlerle muhatap olabiliyorsunuz. Kıyı kesimindeki rant bölgelerine kurum görüşü veriyorsunuz. Veya bir tarihi eser bulup müzeye getiren kişiye fiyat belirleyen komisyonda yer alıyorsunuz. Bu tür gayri ahlaki talepler oluşmaması için hep mesleğimi gizlemek zorunda kaldım” diye ekliyor.
‘PLANLADIĞI VİLLALARI YAPAMAYINCA BİZE SALDIRDI’
Mesleğinde bu kadar hassas davranırken 3'üncü derece sit alanında yaptıkları bir sondaj kazısıyla her şeyin alt üst olduğunu söyleyen Yıldız, 79 yılla yargılanmasına kadar giden süreci şöyle anlatıyor:
“Müteahhit Savaş Bayram, parselinde sondaj kazısı yapılması için müdürlüğümüze başvurmuştu. Çalışmaların ilk haftasında Efes- Kuşadası hattında olan antik su yolu, su kanalları ortaya çıktı ve konuyu hemen Koruma Kurulu Başkanına Whatsapp üzerinden fotoğrafladık. Devasa boyutta su kanalları ile karşılaştık ve çalışma yaklaşık 4.5 ay sürdü. Bu çalışmalar neticesinde yaklaşık 51 metre uzunluğunda 2.5 metre genişliğinde kapalı sistem su kanalı ve su yolu ortaya çıktı. Biz de bu yolun sağına ve soluna ortalama 5-10 m. genişlikte koruma bandı önerisi yaptık ve Aydın Koruma Kurulu tarafından da onaylandı. Bu alanda L şeklinde iki su kanalı çıktı. Birisi direkt parseli ikiye bölen bir su kanalı, bir de diğer açıdan yine L şeklinde bir kanal. Dolayısıyla müteahhit Savaş Bayram’ın parseli büyük ölçüde koruma alanı içerisinde kalmış oldu. Buraya yapmayı planladığı villaları yapması imkansız hale geldi. Tabii bunu hazmedemedi ve bize iftiralarla dolu bir saldırıda bulundu.”
‘TALEBİNİ YERİNE GETİRMEYİNCE TEFTİŞ KURULU’NA ŞİKAYET ETTİ’
İlk haftadan itibaren tüm çalışmaların basında da haberlere konu olduğunu söyleyen Yıldız, “Müteahhit, kazıda çalışan arkeologlara, arsasında çıkan tarihi kalıntıları rapor etmedikleri takdirde 450 bin dolar ve bir villa vermeyi teklif etmiş” diyor ve ekliyor: “Uzman arkadaşım hemen beni aradı. Müteahhittin rüşvet teklif ettiğini ve kendisini tersledikleri bilgisini verdi. Ben de uzman arkadaşlarıma, “Müteahhitle çalışmalar sırasında kesinlikle diyaloğa girmeyin. Hatta aynı masada oturmayın, çay bile içmeyin” şeklinde talimat verdim. Devamında Savaş Bayram, talebini yerine getirmediğimiz, yapılaşmaya izin vermediğimiz için bizi önce Teftiş Kurulu’na şikayet etti. Teftiş Kurulu’ndan da Başmüfettiş görevlendirildi. Başmüfettiş, yaklaşık 10 günlük bir inceleme neticesinde bu iddiaların tamamının asılsız olduğuna kanaat getirdi. İddialar arasında kendi kazısında kullanılmak üzere müzeye aldığı 25 tane plastik zeytin kasası ve dışarıdan çalışan arkeologlara vermesi gereken ücret de vardı...”
‘İŞÇİLERİN ÜCRETİ ÖDENİP ARKEOLOGLARIN ÜCRETİ ÖDENMEDİ’
Kazıda kullanmak üzere aldırılan 25 adet plastik kasa ve yine kazıda çalışan arkeologlara verilmesi gereken ücretin hem basında hem başka mercilerde büyük bir rüşvet olayıymış gibi aksettirildiğini söylüyor Yıldız. Bunu konuşmaktan bile hicap duyduğunu ifade ediyor:
“Kazıda aynı işçiler gibi dışarıdan çalışan arkeologlara müteahhit tarafından verilmesi gereken ücret basında sanki bir rüşvet gibi lanse edildi. Oysa tüm büyük boyutlu kurtarma kazılarında müzeden görevlendirilen uzmanlara destek olması amacıyla dışarıdan serbest arkeolog çalıştırılır. Prosedür gereği işçilerin ücretini karşıladığı gibi bu ücreti de yine parsel sahibi karşılar. Sonuçta kazı alanında yaklaşık 40 tane işçi çalışıyordu ve işçiye ne ödeniyorsa serbest arkeologlara da aynı ücret ödenecekti. Ancak işçilerin ücreti ödenip arkeologların ücreti ödenmedi. Arkeologlar ücretlerini alamadıklarını bana iletince ben de müteahhitte “kızlar harçlık bekliyor” diye mesaj çektim. Bu tamamen orada yaptıkları işin karşılığı olarak verilmesi gereken bir yevmiyeydi. Ama bunu rüşvet istemişiz gibi lanse edip şikayette bulundu. Müfettişlikten bir sonuç çıkmayacağını anlayınca da Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu. Suç duyurusunun ardından beş ay boyunca teknik ve fiziki takibe maruz kaldığımı sonradan öğrendim.”
‘HEYKEL SANKİ BENİM ARABAMDA BULUNMUŞ GİBİ LANSE EDİLDİ’
Yıldız, uzun süre gündemden düşmeyen heykelle karşılaşmasını ise şöyle anlatıyor: “Bu operasyondan yaklaşık iki ay önce bir polis memuru, bana bu heykelin tarihi eser olup olmadığı, bir ofise konulduğu takdirde sıkıntı olup olmayacağını sordu. Ben de bu heykelin yasa kapsamında olmadığını ve bulunduğu yerde bir sıkıntı yaşanmayacağını söyledim.”
Polise konuyla ilgili bilgi vermesinden kısa bir süre sonra heykelin bir araçta yakalanıp müzeye getirildiğini söylüyor Yıldız: “Müzedeki uzman arkadaşlarım da bu heykeli daha önce Karaman ve Mersin müzelerinde verilen raporlara benzer bir şekilde modern sanat eseri olarak değerlendirmişler. Kaldı ki heykelin sahibi Halil Çeliker savunmasında; heykeli 2021 yılında İstanbul’da bir antika dükkanından 10 bin TL. karşılığında faturalı olarak satın aldığını, Karaman Müzesi’nden tarihi eser olmadığına dair bilirkişi raporunun da verildiğini belirtti. Heykeli bu rahatlıkla Aydın’a getirdiğini ve sattığını aktardı. Zaten müzedeki uzmanlar da heykelin imitasyon olduğu, bulundurulması ya da satılmasında herhangi bir sakınca olmadığı yönünde rapor vermişler. O saatte müzede olmadığım halde uzmanları, heykele “sahte” diye rapor vermeleri için telkin ettiğimi yazan haberler çıktı. Hepsini bırakın heykel sanki benim arabamda bulunmuş gibi lanse edildi.”
‘İZMİR’DEKİ LABORATUARIN RAPORUYLA TUTUKLANDIM’
Peki, savcının müze uzmanlarının verdiği “sahte” raporunu kabul etmeyip tekrar bilirkişi raporu istemesi normal mi? diye sorduğumuz Yıldız, şunları söylüyor:
“Prosedür gereği bir itiraz varsa ya da raporda uzmanlardan birisi farklı görüşte olduğuna dair şerh koyarsa ancak o zaman yeniden bilirkişi istenir. Ya da müze uzmanları bu konuda görüş vermekte yetersiz olduklarını beyan ederse eser yine incelenmek üzere bir üniversiteye gönderilir. Ancak bu olayda böyle bir durum söz konusu değil. Savcı, müzeden gelen sahte raporunu beğenmeyerek, heykelin İzmir Restorasyon ve Konservasyon Laboratuvarına gönderilmesi için talimat verdi. İzmir Laboratuvarı yetkisi ve bilgisi olmadığı halde heykelin 18-19'uncu yüzyıla ait olabileceğini ve müzelerde korunması gerekli kültür varlığı olduğuna dair rapor düzenledi. Oysa 18 ve 19'uncu yüzyıl eserini arkeolojik eser statüsüne sokamayız. Ama Savcılık bu raporu dosyaya koydu. Beni ilk olarak o rapor ile tutukladılar. Sonrasında İzmir’deki laboratuvarın bu heykele rapor vermeye yetkili olmadığını belirterek itiraz etmemizin neticesinde bu kez de Ege Üniversitesi Arkeoloji bölümünden bilirkişi istenildi. Oysa bu arkeolojinin de alanına giren bir konu değil. Bu bilirkişiler de her ne hikmetse yine heykelin müzelik değerde olduğunu belirten rapor verdi. Bu raporların hepsi zaten kendi içinde çelişkili. Hem heykele 19. yüzyıl eseri diyorsunuz hem de müzelik değerde diyorsunuz! Bu raporlara imza atanlara da tek tek dava açacağım.”
‘SANKİ SERİ KATİL YAKALAMIŞLARDI’
Yıldız, şöyle devam ediyor: Bu raporların arkasından hakime hanımın talimatıyla 17 ilde toplam 39 kişi gözaltına alındı ve bu 39 kişinin ev, iş ve arabalarında yapılan aramalarda herhangi bir tarihi eser bulunmadı. Bu 39 kişiden 22 kişi resmi ifadelerinde biz Abdülbari Yıldız’ı tanımıyoruz, ismini dahi duymadık, simasını dahi görmedik şeklinde resmi ifade vermesine rağmen benim kurmuş olduğum örgüte üye olmaktan yargılanıyorlar. Geri kalan 17 kişi ise zaten benim mesai arkadaşlarım ve eşim. Eşim ise ben örgüt kurup yönettiğim halde bunu neden devlete haber vermediği için suçlandı! Yani bu kadar da haksızlık yapılmaz… Gözaltına alındığım zamandaki duygularımı size anlatamam. Tepemde dronelar uçuşuyor, iki yanımda polisler. Sanki seri katil yakalamışlar! Ben bunları hak etmedim. Mesleğimi kötüye kullanıp rüşveti kabul etseydim bu olaylar başıma gelmeyecekti. Oysa şu anda 450 bin lira olan avukat parasını ödemeye çalışıyorum. İtibarım gitti, çok sevdiğim mesleğim gitti...”
‘ÖNCE İÇERİ ATTILAR SONRA SUÇ ARAŞTIRDILAR’
Tutuklandıktan sonra dosyaya gizlilik kararı konulduğu için hiçbir avukatın dosyaya ulaşamadığını ifade eden Yıldız, neden yargılandığını 3 ay sonra iddianame ortaya çıkınca öğrendiğini belirtiyor:
"Beni önce içeri attılar sonra Abdülbari nasıl bir suç işlemiş olabilir diye araştırmaya başladılar. Son üç yılda müzeye başvuru yapan tüm müteahhitler yani yaklaşık 60 müteahhit sorgulandı. Hepsine Abdulbari Yıldız sizden para aldı mı diye sordular. Yine müzenin alışveriş yaptığı tüm esnafların resmi olarak ifadesi alındı. Ama hiçbirisi beni tanımadı. Çünkü hiçbir zaman müzeye yapılan alışveriş işlerine girmedim. Hiçbir zaman müteahhitlerle içli dışlı olmadım. Yine bu süreçte çevre müzelerinden tam beş müze müdürü görevlendirildi ve iki başmüfettiş eşliğinde yaklaşık 40 gün boyunca tüm eserler tek tek sayıldı. Hiçbir eksik, hiçbir kayıtsız eser çıkmadı. Benim dönemime ait tüm ödeme evrakları kontrol edildi. Çok şükür hiçbir eksik ya da hata bulunamadı. Ama her ne hikmetse bunlar basında hiç yer almadı."
‘79 YIL CEZAYLA YARGILANDIĞIMI DUYUNCA TEBESSÜM ETTİM’
Cezaevindeyken 79 yılla yargılandığını basından öğrendiğini söyleyen Yıldız, iddianame kabul edildiğinde aynı anda basına yansıtıldığını ifade ediyor. Yıldız, bütün basın bültenlerinin birilerinin eliyle hazırlanıp basına servis edildiğine inanıyor: “Bu süreçte medyanın tavrı çok kötüydü. Bana bunu yaptıkları için hepsini kınıyorum. Beraat ettikten sonra hepsine tek tek dava açacağım.”
Bu operasyonun kendisine yapılmış bir kumpas olduğunu düşünen Yıldız, şöyle devam ediyor:
“79 yıl cezayla yargılandığımı duyunca tebessüm ettim. Çünkü ben suç işlemedim ki ceza alayım! Hiçbir zaman ne kadar ceza alırım psikolojisine girmedim. Hep ne zaman çıkarım psikolojisiyle yaşadım. Çünkü benim bir süre müzeden uzaklaştırılmama karar verildiğini biliyordum. Şu anda daha fazla açıklayamayacağım konular nedeniyle içeri alındığımı biliyorum. Ama maalesef 20 adet plastik kasa, 100-150 yıllık bir modern sanat eseri yüzünden tanımadığım insanların örgüt lideri olarak damgalandım. Düşünün kin ve nefretle yazılmış bir iddianame ile 79 yılla yargılandım. Ellerinde belge olmayınca ilk duruşmada tahliye oldum. İkinci duruşmada üstümdeki tüm kısıtlamalar kalktı, adalet yerini buldu. Bir sonraki mahkemede de umuyorum ki beraat alacağım”
‘HAYATIMIN İKİNCİ YARISINI DAHA FARKLI YAŞAMAK İSTİYORUM’
Yıldız, müzedeki görevine iade edildiği halde neden istifa ettiğini sorduğumuzda ise şöyle yanıtlıyor: “Bu konuda Kültür Bakanlığı’nın arkamda durmaması bu kararı vermemdeki en büyük etkendir. Bu süreçte bakanlığın benim derdimi dinlemesini, ifademi almasını beklerdim. Ama tam tersine bana zerre kadar sahip çıkmadı. Bilakis şu an müşteki durumda. Arkamda durmayan bu bakanlık nedeniyle istifamı verdim”
Yaşadıklarının ardından artık hayatında yeni bir sayfa açtığını söyleyen Yıldız, son olarak şunları söylüyor:
“Çok kötü günler atlattık. Bu süreçte bana en iyi desteği veren ailem oldu. Yine bu süreçte dost ve düşmanı gördüm. Aman bana ateş sıçramasın diyen çok sevdiğim, güvendiğim bazı insanlar kaçtı gitti. Böylece bir şekilde ben de kendimi ve çevremi resetlemiş oldum. Her ne kadar iade-i itibar olsa da artık kendi işimde çalışmamın benim ve ailemin sağlığı ve güvenliği açısından iyi olmayacağını düşünüyorum. Hayatımın ikinci yarısını daha farklı yaşamak istiyorum. Şu an daha mutlu ve huzurluyum.”