Mahmut Alınak: 'Asrın Örnek İnsanı', romandan öte bir manifestodur
Mahmut Alınak ile 'Asrın Örnek İnsanı' romanını konuştuk. Alınak, "Benim romanlarım ve politik kitaplarım bir çığlık ve bir sivil isyana çağrıdırlar" dedi.
DUVAR - Avukat ve siyasetçi kimliğinin yanında yazarlığıyla da tanınan Mahmut Alınak’ın son kitabı 'Asrın Örnek İnsanı', geçtiğimiz eylül ayında SRC Kitap tarafından yayımlandı. Alınak, bir köy delikanlısı olan Selçuk’un lüksün ve ihtişamlı hayatların perde arkasında nasıl Münacettin İslamoğlu’na dönüştüğünü anlatıyor. Karakter değişiminin çarpıcı bir hikayesi olan kitap, aynı zamanda Türkiye’nin panoramik bir görüntüsünü de sunuyor. Bu yönüyle çok katmanlı bir filmi izler gibi okuduğumuz kitap, Alınak’ın günümüzdeki toplumsal hiyerarşiye ve güçlerin kötü kullanımına da ciddi bir eleştirisi aslında.
'Asrın Örnek İnsanı' vesilesiyle Alınak’la edebiyata ve günümüz siyasetine dair umut perspektifinde bir pencere açmaya çalıştık…
'DİDAKTİK TEMALI ROMANLARIM ARACILIĞI İLE POLİTİKA YAPIYORUM'
'Asrın Örnek İnsanı' adlı romanınız, Selçuk'un Münacettin İslamoğlu'na dönüşme sürecini anlatıyor ve bu dönüşüm derin devletin, uyuşturucu kaçakçılığının ve zengin iş insanlarının karanlık dünyasıyla iç içe geçiyor. Bu karanlık yapıları, özellikle Türkiye'nin son yüzyılındaki siyasi ve toplumsal dinamikleri ele alarak bir eleştiri olarak mı tasarladınız?
'Asrın Örnek İnsanı' romanı, romandan öte bir manifestodur. Merhum Güneri Cıvaoğlu yıllar önce Milliyet gazetesindeki köşesinde 'Tarihin Çarmıhında Güneş Ülkesi' adlı romanımı değerlendirirken, "Romanla Manifesto" başlığını kullanmıştı. Neredeyse yarım asrı bulan siyasi geçmişimizi mercek altına aldığım kitaplarım ve romanlarım okura hoş zamanlar geçirten eserler değil birer projedir. Tüm kitaplarımda ne yapmalı sorusuna cevap vermeye çalışıyorum. Okurları dürtüklüyor ve zorluyorum. Özetlersem, didaktik temalı romanlarım aracılığı ile politika yapıyorum.
'Asrın Örnek İnsanı' romanı, devlet himayesinde imparatorluklar kuran bilindik karanlık kişileri teşhir ve mahkûm ettiği gibi topluma da eleştiriler yöneltmektedir. Çünkü romanda yazdığım Münacettin bir yönüyle bizim de eserimizdir. Bazılarımız avuçlarımızın içi patlarcasına onları alkışlıyor, destek oluyoruz. Bizim desteğimiz –ya da neme lazımcılığımız– olmadan onlar ve devlet içindeki işbirlikçi suç ortakları yaşayacakları bir ortam ve iklim bulamazlar.
Kitabınızda yolsuzluk ve cinayetler gibi birtakım olumsuzluklarla dolu bir atmosfer yaratıyorsunuz. Bunu yaparken okurunuzu Türkiye’nin siyasi tarihindeki karanlık ilişkilerle de yüzleştiriyorsunuz. Sizce, Türkiye'deki "derin devlet" ve elitler arasındaki ilişki günümüzde hâlâ benzer bir biçimde devam etmekte mi? Romanın, çağdaş Türkiye'nin siyasi yapısına dair vermek istediği mesaj nedir?
Devletin biri bizim gördüğümüz, diğeri görmediğimiz iki yüzü vardır. Tarihten beri hep böyle süregelmiştir. Buna legal ve illegal devlet de diyebiliriz. İkisi bir bütündür. İllegal devlet legal devletin karanlık işlerini gören bir yapıdır ve legal devletin korumasındadır. Kısaca aralarında bir görev bölümü vardır, devlet çarkı da bu görevlerin icrası ile döner.
Legal devlet, illegal devlet için kanunlar çıkarır, suçlarını dokunulmaz kılar, kanunlarla himaye altına alır. Legal devlet de bu illegal devletin sayesinde varlığını sürdürmektedir. Devletin "bekası" söz konusu olduğunda devreye girer, her türlü kanlı karanlık senaryoyu acımazca uygular. Dönemin başbakanı Süleyman Demirel, "Devlet bazen rutinin dışına çıkar," sözüyle devletin bu ikili yapısını anlatmış oluyordu. 'Asrın Örnek İnsanı' romanı devletin iç içe geçmiş bu iki yüzüne ışık tutmaya çalışıyor.
'TOPLUMU KEMİREN BİR YOZLAŞMA YAŞANIYOR'
Romanınızda, karakterlerin yükselmek için başkalarının üstüne basarak başarıya ulaşmalarının sorgulandığını görüyoruz. Bu, Türkiye'deki toplumsal hiyerarşiye ve gücün kötüye kullanılmasına dair ciddi bir eleştiri gibi görünüyor. "Yükselmek" ve "başkalarının üzerine basmak" temalarını nasıl bir toplumsal çözülüş ya da yozlaşma olarak değerlendiriyorsunuz?
Çok önemli bir soruna parmak bastınız. Bu sülüklerin medyaya yansıyan zenginlik hikayeleri toplumu, en çok da gençleri derinden etkilemektedir. Acı olan şu ki, gençler paradan başka bir şey düşünemez hale geldiler. Hayal kırıklığına uğrayan gençler uyuşturuculara yöneliyor, şiddete başvuruyorlar. Bazı şehirler ve semtler yaşanmaz hale gelmiş durumdadır. Toplumu kemiren bir yozlaşma yaşanıyor ve bundan da bu insanlık düşmanları ve onların temsil ettikleri düzen sorumludur. Bu noktada aydınlara çok iş düşüyor, köy köy, şehir şehir dolaşıp bilinçlendirici kültürel etkinlikler düzenlenmeli ve sürüp giden yozlaşmanın önüne geçilmelidir. Ne yazık ki iyi durumda değiliz.
Türkiye halkının özellikle son yıllarda yaşadığı toplumsal ve siyasi travmalarla bu romandaki karakterlerin hikayeleri arasında nasıl bir paralellik kuruyorsunuz?
Okurların yorumlarından biliyorum ki, bu romanda yazılan karakterleri herkes tanıyor. Romandaki Münacettin İslamoğlu bu kirli karakterlerin toplamıdır. Bunları televizyonlarda görüyor, ortaya saçılan pisliklerinden biliyoruz. Bunlar toplumu hasta eden ve geleceğini karartan virüslerdir. Yukarıda da belirttiğim gibi bugün yaşanan toplumsal ve siyasal travmalar bunların temsil ettiği rejimin eseridirler.
'MEDYANIN KAPILARI BANA KAPALI'
Sizin için yazarlık, sadece edebi bir uğraş değil, aynı zamanda toplumsal sorunlara karşı bir başkaldırı anlamına geliyor. 'Asrın Örnek İnsanı' da bu durumu yansıtan bir eser olarak karşımıza çıkıyor. Yazarlığınızın, siyasi kimliğinizle nasıl bir ilişki içinde olduğunu düşünüyorsunuz? Eserleriniz hem toplumu hem de politik gücü nasıl etkiler sizce?
Benim romanlarım ve politik kitaplarım bir çığlık ve bir sivil isyana çağrıdırlar. Sadece Kürdistan ve Türkiye’de değil, dünyanın dört bir yanında uygulanabilecek projelerdir. Ne var ki seslerini duyuramıyorlar. Çünkü medyada yer bulamıyorlar. Medya kitapların çıktığını bile haber yapmıyor. Geriye sadece sosyal medya hesaplarım kalıyor. Kitapların reklamını yapacak ekonomik imkanlarım da yok. Böyle olunca da kitapların çıkığından okurların haberi bile olmuyor. Biliyorsunuz ünlü İngiliz romancı Charles Dickens 1840’lı yıllarda bir roman yazdığında İngiliz toplumu aylarca o romanlardaki karakterlerini etkisinde kalırdı. Çünkü toplum onu okuyordu ve arkasında da güçlü bir medya desteği vardı. Oysa bana medyanın kapıları kapalıdır. Yazdığım her eser, özellikle şahidi olduğum yakın tarihimizi işlediğim politik kitaplar büyük bir gürültü koparacakken, çıt çıkmıyor. Çünkü konunun muhatapları kendilerini sağırlığa veriyorlar. Çünkü söyleyecekleri tek bir söz, verecekleri tek bir cevapları yoktur. Medya da ilgi göstermeyince kitaplar boşa çıkıyor. Burada izninizle sözü yine Süleyman Demirel’e getirmek istiyorum: Süleyman Demirel aleyhinde bir kitap yazıldığında, kendine yakın yazarlara telefon edip, “Kitaba karşı herhangi bir şey yazmayın!” dermiş. Böylece kitap kendini duyurmadan eskiyormuş. Benim kitaplarımın başına gelen de biraz budur. Medyanın kapıları kapalı, muhataplar da sağırlığa yatınca alev alev tartışılması gereken konular sayfalar arasında kaybolup gidiyor.
Yakınlarda çıkan 'Geriye Dönüp Baktığımda' adlı kitabım buna iyi bir örnektir. “Ankara’yı sarsacak kitap,” demiştim. Gelin görün ki, kitap değil Ankara’yı sarsmak, bir çakıl taşını bile yerinden oynatmadı. Akıbeti aynı oldu, kitapta ders çıkarılması gereken olaylar, bilgi ve belgeler sahfelere gömülüp kaldı. Ancak ben bugüne değil, tarihe yazıyorum kitaplarımı. Biliyorum ki, bazı kitaplarım Campanella’nın 'Güneş Ülkesi' ve Thomas More’un 'Ütopya’sı gibi beş yüz yıl sonra bile okunacaklar. Ama ben bugün okunmalarını istiyorum. Çünkü her yeni bilgiye olduğu gibi kitaplarımda işlediğim projelere ihtiyacımız var.
Son olarak bir şey söylemek istiyorum: Sorunlarımız ağır ve engelleriz çoktur. Ama ateşten sakınmayan güçlü bir iradeyle pekâlâ aydınlığa çıkabiliriz.