Maltepe’deki Beton Park projesinin düşündürdükleri: Başka bir park ve peyzaj anlayışı mümkün
Maltepe Belediyesi, kent mekânındaki söz hakkını yalnızca erkeklere bahşediyor; kadınların, çocukların, gençlerin, yaşlıların, LGBTİ+'ların ve sakat bireylerin bu park üzerinde görüşüne başvurmuyor.
Ayça Yüksel*
Küçükyalı Çınar Mahallesi, merkezden biraz uzak, Maltepe’ye bağlı küçük bir mahalle. Geçtiğimiz yüzyılda deresi, bostanları, meyve ağaçları ve plajı olan bir sahil yerleşimiydi. Günümüzde Küçükyalı deresi Atatürk Caddesi’ne, bostanlar apartmanlara, Çamlık Plajı ise sahil yoluna dönüşmüş durumda. Meyve ağaçları, ara sokaklarda tek tük de olsa hâlâ karşımıza çıkabiliyor.
Mahalleye adını veren çınar ağaçlarının yoğun olarak bulunduğu yerlerden biri Atatürk Parkı. Burası, çınar, çam ve akasya ağaçlarıyla çevrili; kuşların, kedilerin, köpeklerin ve çocukların eksik olmadığı, herkesin sevdiği küçük bir soluklanma alanıydı. Banklar, çınar ağaçlarının dalları ve parkın çocuk oyun alanı her daim dolu olurdu. Buradan her geçtiğinizde hem çınarların göğe uzanışı, mevsimden mevsime değişimi, kuş sesleri, havuzdan gelen su sesi kendini mutlaka fark ettirir ve insana iyi gelirdi. Mahallede oturan çoğu kişinin türlü biçimlerde vakit geçirdiği ve yolunun düştüğü bir yerdi. Parkta devamlı bulunan bir ayakkabı boyacısı, el yapımı ürünler ve kuşlar için yem satan bir kadın vardı. Çevresi yerel esnafla (aktar, kırtasiye, eczane, peynirci vb.) çevrili, kent dokusu ile iç içe geçmiş küçük ama yeşil bir parktı. Kendi ölçeğinde, mahalle sakinine (tüm canlılara) yarar sunan bir yerdi.
Önce çınar ağaçları, geçtiğimiz ocak ayında, adına budama diyemeyeceğimiz biçimde yarı gövdelerinden kesildi ve ötücü kuşlar buradan ayrıldı. Mahallede yaşayan pek çok kişi bunu şikâyet etti; ama bir sonuç alınamadı. Maltepe Belediyesi, Park ve Bahçeler Müdürlüğü “onarıcı budama” dedikleri bu uygulamayı hâlâ savunuyor. Nisan ayında ise park, metal uzun levhalarla kapatıldı ve üstüne “Atatürk Parkı Yenileme Projesi” adlı proje görseli asıldı. Ancak bu tabloda ne yenilemeyi yapacak firmanın beyanı ne de projenin sonlanacağı tarih belirtilmişti.
Proje hakkında yeterince şeffaf olunmadığı için 28 Nisan 2021’de yenileme projesi hakkında bilgi talebinde bulundum. Ancak Maltepe Belediyesi, her nedense buna hâlâ yanıt vermedi. 30 Nisan’da ise -tam da kapanma sürecinin başladığı gün- metal levhalar nasıl olduysa kaldırılmıştı. Mahalle sakinleri olarak, parkımızın toprağına ve ağaçların diplerine kadar beton döküldüğünü -şaşkınlık ve kızgınlık içinde- gördük. Bazen öyle bir an geliyor ki görünen köy kılavuz istemiyor. O gün orada aynı öfkeyi paylaştığımız, hiç tanımadığım biriyle bu olayın peşini bırakmayacağımız hususunda sözleşip ayrıldık.
Daha önce (altgeçite rampa yapılması ve bisiklet yollarının genişletilmesi gibi) farklı konularda defalarca şikayetlerde bulunmama rağmen her defasında Maltepe Belediyesi’nin ne kadar da az yetkisi olduğunun beyanı ile karşılaşmıştım. Ama artık bu yapılan şey akıl almayan bir yerde duruyordu. Bir parkta betonun işi ne olabilirdi? Ağaçlar ve toprak canlı değil miydi? Peki, toprak sadece bize mi aitti?
Maltepe Belediyesi’nin tüm canlıların yaşam alanı olan bir parkı, mantığa sığmayan şekilde betona boğması, mahalle sakininin haklı olarak karşı çıkışına sebep oldu. Her gün parka gittiğimde orada betona karşı çıkan ve memnuniyetsizliğini ifade eden daha fazla insanla tanışıyordum. Bu sırada orada karşılaşan bir grup kadın olarak telefonlarımız aldık ve her gün parka gitmeye, süreci takip etmeye devam ettik. Hem sosyal medyadan hem de telefonlardan ve belediyenin web sitesi üzerinden pek çok kişi şikayetlerini dile getiriyordu.
Hem Maltepe’deki dayanışmaların, forumların ve kooperatiflerin hem de Doğanın Çocukları başta olmak üzere önemli ekoloji ve kent örgütlerinin duruma tepki göstermesi sayesinde; İstanbul’daki küçücük bir mahallenin #betonparkistemiyoruz talebi geniş kesimlere erişebildi. Sonuçta, her gün büyüyen şikayetler üzerine, Maltepe Belediyesi Başkanı Ali Kılıç, parktaki 8 ağacın çevresindeki betonun kaldırılacağını açıkladı. Mahalle sakininin ve ekoloji hareketinin eş zamanlı olarak ortaya koymuş olduğu karşı duruş sayesinde, en azından parktaki ağaçların bir kısmının çevresindeki beton kırıldı ve toprak açıldı.
Tüm bu süreç, Maltepe’deki yerel yönetim anlayışının taşıdığı bazı sorunları tartışmaya imkân tanıyor. Atatürk Parkı’nda yaşananlarla beraber, Maltepe Belediyesi’nin kent sakinlerinin taleplerine, katılımcılığa, şeffaflığa ve doğaya karşı bakış açısına dair çelişkiler belirgin biçimde su yüzüne çıkıyor.
KENTTE SÖZ HAKKI SADECE ERKEKLERİN DEĞİL
Aldıkları itirazlar ve yükselen hoşnutsuzluk sebebiyle Maltepe Belediyesi yetkilileri, parka dökülen betonun, kendi ifadeleriyle “fazlalığını” kabul etti. Sonra da betonun bir kısmının kırılacağını ve böylece “parkı halkın taleplerine” göre dönüştürdüklerini ilan ettiler. Peki Maltepe Belediyesi neden bu işin en başında “halkın taleplerini” kapsayıcı bir biçimde dinleme gereği duymamıştı?
Parka dair yenileme projesinin, hangi kesimlerin talepleri ve ihtiyaçlarına göre yapıldığını, ayrıca ne gibi bir kamu yararı taşıyacağını sorgulamaya çalıştığım konuşmalar sırasında buna türlü biçimlerde yanıt aldım. Her günkü park ziyaretlerim sırasında; Park ve Bahçeler Müdürü, Çınar Mahallesi Muhtarı, peyzaj mimari, müteahhitler ve esnaf ile konu hakkında konuşurken öğrendim ki Atatürk Parkı’nın yenilenmesi hakkında esnaf ile görüşülmüş ve konu muhtarın da eşliğiyle kahvehanede tartışmaya açılmış. Buradaki esnafın ve kahvehane kullanıcılarının genelinin erkeklerden oluştuğunu söylememe gerek yok sanırım. Demek oluyor ki Maltepe Belediyesi, kent mekânı üzerindeki söz hakkını yalnızca erkeklere bahşediyor; kadınların, çocukların, gençlerin, yaşlıların, LGBTİ+ların ve sakat bireylerin bu park üzerinde hiçbir görüşüne başvurma gereği duyulmamış durumda. İş böyle olunca, esnaf yalnızca kapısının önünden geçen yolun derdiyle ilgilenmiş. Toprağa beton mu dökülecekmiş, ağaçlara öldürücü bir budama mı yapılacakmış, canlıların yaşam alanı mı gasp edilecekmiş, hiç gereği olmayan yerde bir park yıkılıp yeniden mi yapılacakmış? Bunların hiçbiri gündem olmuyor haliyle. Yine de beton döküldükten sonra ortaya çıkan manzarayı gören bölge esnafının da konuya dair tepki aldığını belirtmek isterim.
Şunu hatırlatmak gerekiyor: Kent mekânı üzerindeki söz hakkı yalnızca erkeklerin ya da belli bir zümrenin (mesela sadece esnafın) değil tüm kullanıcılara aittir. Bir bütün olarak kentin çehresinin, yalnızca erkeklere, normal bedenlere ve varsıl kesimlere göre tasarlanması temel eşitsizlik ve adaletsizlikler arasında bulunuyor. Bu yüzden, Maltepe Belediyesi’nin halkın görüşüne başvururken kendine seçtiği yordamın erkek egemenliğini, ayrımcılığı ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini sürdürücü mekanizmalar ürettiği söylenebilir.
Yerel yönetimlerin bakış açısında, “mahalle sakinleri için” değil “mahalle sakinleriyle beraber” gerçekleşen bir karar alma mekanizmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Şöyle düşünelim: Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç ya da bu projenin mimarı, boş zamanlarında gelip bu parkta mı oturuyorlar? Bu durumda, Atatürk Parkı konusundaki nihai kararları da onların vermesi mantıklı değil, çünkü onlar bu parkın gündelik yaşamındaki kullanıcılar arasında değiller. Kent teorisi ışığında söylenebilir ki mekânın esas üreticisi, onu tasarlayanlar ve karar alıcı otoriteler değil, kullanıcılardır. Eğer yerel yönetimler, bu tür projeler üretirken katılımcılık ilkesini aktif olarak uygulama iddiasında bulunuyorlarsa, taleplerin sorulduğu kesimlerin de olabildiğince kapsayıcı olması gerekmektedir. Ne karar alıcılar, yalnızca otoriteler, yöneticiler ve mimarlar olmalı ne de talebi gözetilen kesim yalnızca esnaflar ya da erkekler olmalı. Kendi içindeki ayrımları ve renkleriyle birlikte tüm mahalle sakinlerinin mekânın dönüşümünde söz hakkı bulunuyor. Kent mekânını eril bir zihniyetle ve esas kullanıcılardan kopuk yöntemlerle tasarlamaktan artık vazgeçmek gerekiyor.
Öte yandan kullanıcılar ya da kent sakinleri denilen toplam da kendi içinde karmaşık ve son derece heterojen bir dokuya sahip. Bu nedenle, kent hakkından bahsederken kent sakinlerinin içinde bulunan/bulunabilecek ayrımları ve çatışmaları da unutmamak gerekiyor. Örneğin Çınar Mahallesi’nde kuşlardan ve köpeklerin dışkılarından rahatsız olan, sırf insanlara daha çok yer açılması için sık bulunan ağaçların kesilmesini savunan birkaç kişiyle de karşılaştım. Üstelik tam da bu rahatsız olunan güvercinler nedeniyle parktaki havuzun kaldırıldığını öğrendim. Aslında havuz, kuşların bu parkta barınmasını sağlayan bir su kaynağıydı, ama sanıyorum konunun bu kısmı hiç düşünülmedi. Bu sebeple de yerel yönetimlerin, kent sakinlerinin taleplerini dinlerken belli bir ilkeler bütünü içinde konuya yaklaşması beklenebilir. Çok basit, ama bir o kadar da önemli bir ilke takip edilebilir: İnsanlara, hayvanlara, doğaya, suya ve toprağa karşı ayrımcılık içeren görüşlerin katılımcılık mekanizmasında yer verilmemesi sağlanabilir. Böylelikle kullanıcıların talepleri hayata geçirilirken, sadece insanlar arasında değil, insan ve doğa arasında da ayrımcılığa dayanan görüşlerin varlık kazanmasının önüne geçilmiş olur.
DOĞADAN KOPARILAN BİR KENT ANLAYIŞI
Yaşanan bu olayda açığa çıkan en temel sorun; beton ve park eşleştirmesinin bu kadar kolayca yapılmış oluşudur. Yerel yönetim birimlerinde yer alan otoritelerin, kentteki yeşil alanları ve parkları, tıpkı bir apartman gibi inşa etmeye çalışmaları oldukça çarpıcı bir olgu. Bu süreçte yetkililerle yaptığım görüşmeler neticesinde, bir parkta özellikle yeşilin ve toprağın hâkim olması gerektiği bilincini görmekte zorlandım. Bu örnekteki yönetimler ve tasarlayıcılar tarafından parklar, sanki ezelden beri betonla inşa ediliyormuş ve başka bir seçenek yokmuş gibi algılanıyordu.
İşin çelişki yaratan bir diğer yönü, projede çalışan müteahhitlerin Atatürk Parkı’nın bir meydan olarak tasarlandığını söylemeleriydi. Yıllardır park olarak kullanılan bir mekâna, durduk yerde meydan işlevi verme kararını kim verdi bilmiyorum ama bana kalırsa bir meydan bile betondan ibaret olmamalı. Ne yazık ki parkın yenilenmesi konusunda karar alıcı ve uygulayıcı kişiler, parkta neden beton olmaması gerektiğini anlamamakta epey ısrarcılardı.
Mantıklı hiçbir gerekçesi olmamasına rağmen, tüm canlıların yaşam alanı olan parklarda, betonu bu derecede normalize eden anlayış nasıl oluşmuş olabilir? Buradaki sorunun nedenlerinin çok daha derinlere gittiğini söylemek mümkün. Peyzaj mimarlarının aldığı eğitimden tutun, betonun ticarî hakimiyetine, alışılmış müteahhit zihniyetiyle park tasarlayan şirketlere, kentte doğa kavramının yoksunluğuna kadar uzanan problemler sıralanabilir. Nitekim Atatürk Parkı’nın projesini tasarlayan PTM firmasının, millet bahçelerini yapan bir şirket olması da şaşırtıcı değil.
Tüm bu süreçte açığa çıkan esas problemin; kenti, doğadan kopuk biçimde tanımlayan bakış açısı olduğu kanısındayım. Bu bakımdan, Maltepe Belediyesi’nin son derece insanmerkezli bir yaklaşımı bulunduğu söylenebilir. Parklarda beton kullanarak düzenleme yapılması nedeniyle; ağaçlar ve toprak canlı birer varlık olarak görülmemiş oluyor. Böylelikle, insanlar dışındaki canlıların yaşam alanı ve ihtiyaçları tamamıyla yok sayılıyor. Zaten insanların ihtiyaçları da sağlıklı biçimde gözetilmezken, bu parkta yaşayan diğer canlıların ihtiyaçları ise hiç düşünülmüyor.
Belediyenin park tanımı da tüm bu sorunlara işaret ediyor. Yetkililere “bir parkı nasıl tanımlıyorsunuz?” diye sorduğumda, ben hatırlatana kadar doğadan, topraktan, bitkilerden ve ağaçlardan bahsedilmedi. “Bu işte doğa nerede?” diye sorduğumda, “Tabii olabildiğince de yeşillik” dediler. Ama burada algılanan doğa, betona sıkıştırılmış bir yeşillikten ibaret. Bu durum açık bir şekilde gösteriyor ki tasarlayıcılar ve karar alıcılar -hatırı sayılır bir tepki/şikâyet almadıkça- kent parklarını, topraktan, ağaçlardan, bitkilerden, hayvanlardan kopuk ya da izole bir şekilde tasavvur ediyor.
İşte değiştirmek için mücadele etmemiz gereken yegâne şeylerden biri de doğadan kopuk ve ayrıksı tutulan kent tanımı. O yüzden ısrarla geri çağıralım: İstanbul’un bostanlarını, meyve ve çiçek bahçelerini, toprağını, bitkilerini, hayvanlarını daha çok hatırlayalım. Çünkü bunlar bir ütopya değil, İstanbul’un bizatihi yaşanmış tarihine ve kültürel birikimine işaret ediyor.
PARKLARDA BETONUN YERİ YOK!
21. yüzyılın imkanları dahilinde pek çok ekolojik park zemini alternatifleri varken, tüm dünyada ekoloji krizi alarm verirken, kentleşmenin ağır sonuçları her geçen gün daha çok açığa çıkarken; Maltepe Belediyesi’nin betondaki bu ısrarı düşündürücü. Yöneticiler parktaki betonu savunurken ilginç noktalara dikkat çektiler. Mesela “Zemin toprak bırakılırsa, hayvanlar burayı çok pisletir”, “Zemin eskiden de taşla kaplıydı”, “Taş döşeyince, bir süre sonra zeminde çökmeler oluyor, çocuklar düşüyor ve zarar görüyor”, “Çevreci zeminleri inşa edecek kalifiye işçiler yok” dediler.
Bu argümanlarda görüleceği gibi Maltepe Belediyesi yetkililerinin, eskisinden “daha iyisini” yapmak gibi bir seçeneği kendiliğinden düşünmediğini ileri sürebiliriz. Üstelik, son derece yanlış bir şekilde hayvanlara ve doğaya ayrımcı şekilde yaklaşan görüşler hayata geçiriliyor. Toprağın tek sahibi insanlarmış gibi davranılıyor. Beton sanki çocuk dostu bir malzeme gibi sunuluyor. Çevreci park malzemelerinin kullanımı konusunda kalifiye işçilerin olmaması bahane ediliyor. Kısacası hem belediye yönetimlerinin hem de projede çalışan mimar, mühendis ve müteahhitlerinin, ekolojiye, toprağa, canlılara karşı saygı duyan, özveriyle yaklaşan ve sorumluluk içeren bir bakış açısının bulunmadığı söylenebilir. Ağaçlar, toprak ve bitkiler sorunlu bir estetik anlayışının ve insanmerkezci bakış açısının kurbanı olmuş durumda.
Yapılan uygulamaya karşı duran tüm insanlarla, ekoloji örgütleriyle ve dayanışmalarla beraber günlerce anlatmaya çalıştık; ama yine de ısrarla, parkta neden beton olmamalı tekrarlamak isterim. İlk olarak zaten tanımı gereği bir parkta betona yer yoktur. İkincisi, beton toprağı tamamen öldürerek tüm canlıların yaşam alanını gasp eder. Ağaçların suya erişimi azalır, sağlığı bozulur ve ömrü kısalır. Ağaçların sağlığının bozulması kuşları da insanları da farklı ölçeklerde etkiler. Kuşlar başka yerlere sürgün eder. Sel felaketleri artar, çünkü yağmur sularını emecek toprak alanlar kapatılmıştır. Parka beton döktüğünüzde insanlar da diğer canlılar da topraktan koparılmış olur ve kent ile doğa ayrıştırılmaya devam eder.
Peki nasıl olmalı? Dünyadan örneklere de bakarak söylenebilir ki parklar, kent sakinlerinin tüm farklı ihtiyaçları gözetilerek ve kullanıcılarla beraber, yani mekânda adalet ilkesiyle ve ekolojiye tahribat vermeyecek biçimlerde tasavvur edilmeli. Gerekli ulaşım yolları haricindeki her yerde toprağın açık şekilde bırakılması gerekmektedir. Parklarda zemini düzgünleştirmek için pek çok çevreci alternatif bulunuyor. Bunlardan birinin de solüsyonlu sıkıştırılmış toprak olduğunu bu süreçte öğrendim. Bir başka seçenek ise taş tozu üzerine istenilen taş döşemesinin yapılmasıymış. Böylece eğer istenirse betondan tamamıyla vazgeçilebileceği açıkça ortada görünüyor. Bu nedenle de parkta betonun tek çare değil, mutlaka vazgeçilmesi gereken yanlış bir “seçim” olduğunu vurgulamak gerekiyor. Ekolojiye ve tüm canlılara saygılı, toprağı gözeten, her şeyi plandan, betondan ve estetikten ibaret görmeyen, aktif katılımcı ve şeffaf başka bir park ve peyzaj anlayışı mümkün!
CEVİZLİ MAHALLESİ HALI SAHA DEĞİL PARK İSTİYOR
Her şeye rağmen, Maltepe Belediyesi’nin Atatürk Parkı’ndaki beton yanlışından bir parça geri adım atması elbette memnuniyet verici. Dilerim ki bundan sonra ne Maltepe’de ne de başka yerlerdeki parkların hiçbirinde betona yer verilmez. Kullanıcıların talepleri sonradan değil daha ilk başında dinlenir ve kent sakinleri için değil, kent sakinleriyle beraber işler yapılabilir.
Yerel yönetimler halkın taleplerini dinleme konusunda da belli bir tutarlılık sergilemeliler. Çınar Mahallesi’nden yükselen sesler hem kullanıcıların itirazları hem de ekoloji ve kent hareketlerinin konuya müdahilliği sayesinde bir nebze olsun duyuldu. Peki, Çınar Mahallesi’nde halkın taleplerine kulak verdiğini memnuniyetle açıklayan Maltepe Belediyesi başka mahallelerde de kent sakinlerinin taleplerini dinliyor mu? Kısa bir süre önce öğrendim ki Maltepe Belediyesi, halkın yeşil bir park ihtiyacı olmasına rağmen Cevizli Mahallesi’ndeki halı saha projesinden vazgeçmiyor ve mahalle sakininin bu konudaki söz hakkını yok sayıyor. Yukarıda bahsettiğim gibi, yalnızca esnaflara sorarak mahalle sakininin taleplerine ulaşmak mümkün değil. Yerel yönetimlerin, halkın taleplerini alırken olabildiğinde kapsayıcı olması gerektiğini hatırlatalım. Aşırı kentleşme ve neoliberal çitlemeler ile talan edilmiş ve git gide daha da büyüyen bir ekolojik kriz altındaki şehrimizde daha çok halı sahaya değil daha çok parklara ihtiyacımız var. Yerel yönetimin önceliği, ticari amaçlara hizmet edecek taleplere yanıt vermek değil, kamusal alanın genişlemesine vesile olmaktır. Maltepe Belediyesi, halkın ihtiyaçlarını ön plana alan bir yerel yönetim anlayışından uzaklaşmamalı, katılımcılığı ve kent hakkını daha fazla ihlal etmemelidir. Cevizli Mahallesi, Zuhal Caddesi’ndeki alan herkesin “ücretsiz” şekilde yararlanabileceği, ekolojik ve çevreci yordamlarla yapılan bir park olmalıdır.
*MSGSÜ doktora öğrencisi