Mancınıkların savaşı; BJK-FB derbisi
Sanki futbol oyunu yeni icat edilmiş ve defans arkasına atılacak toplar, eşi benzeri olmayan bir mucizeymiş gibi, iki takımda oyunu bu faaliyetten ibaret sandı. Aslında manzara ne kartal ne de serçe olduğuna bir türlü karar vermemiş iki kuşun, beyhude kanat çırpışı gibiydi.
Ortaçağ'da çok iyi korunan iki şatonun karşılıklı olarak birbirlerini mancınıkla etkisiz hale getirmelerine benzeyen, akıl, yetenek ve estetikten yoksun bir hengameydi, İstanbul derbisinin ilk yarısı. Sanki futbol oyunu yeni icat edilmiş ve defans arkasına atılacak toplar, eşi benzeri olmayan bir mucizeymiş gibi, iki takımda oyunu bu faaliyetten ibaret sandı. Zavallı top o kadar amaçsızca havalarda uçuştu ki, bir ara stadyumun gökyüzünde inşa edildiğini sandı. Tamam kartallar yüksek uçar ama serçelere ne demeli. Aslında manzara ne kartal ne de serçe olduğuna bir türlü karar vermemiş iki kuşun, beyhude kanat çırpışı gibiydi.
İlk 45 dakika akli olan hiçbir harekete, hünere dayalı hiçbir sanata tanık olmadık. Deyim uygunsa bu sezonun en geri en kötü futbolu iş başındaydı.
İstanbul dukasının şampiyonluk şehvetiyle kendinden geçtiği ve aklı tutsak aldığı bir maçta, oyun kesinlikle kapı önüne konulan üvey evlattı.
Birbirini ileriye doğru itmeye çalışan iki yüz kiloluk iki Sumo güreşçisinin ayak seslerinden çıkan titreşim, ne tempo olabildi ne bir ezgiye dönüştü ne de insanın oyun diyebileceği estetik bir faaliyete dönüştü.
Bir itiş bir kakış sorma gitsin. Ortada futbol olmayınca, akla dayanmayan içgüdüsel taraftar heyecanının sözcülüğünü yapmayı reddediyorum. Ve futbol yazarlığımın en kısa maç yorum yazısını yazmak zorunda olduğumu hissediyorum. Aksi, bu güzel oyuna ihanet etmek olurdu.