Mardin-Derik: Yaşadığımız her acı başka bir travmayı tetikliyor
Derik’te facia sonrası halk arasında en fazla ve çarpıcı bir şekilde dolaşan “Derik’in Roboski’si” benzetmesiydi. İşte Kürdün katliam hafızası… Elbette tüm acılar, travmalar unutulmayacak.
Ebru Günay*
Ülke olarak art arda yaşanan katliam gibi kazaları günlerce konuştuk ve konuşmaya devam ediyoruz. Çünkü bu facialar diğer pek çok katliam gibi kapanmaz yaralar, silinmez izler bıraktı. Derik’te yaşanan facia özellikle üzerinde durulması gereken bir olay. Kaza duyulur duyulmaz 7’den 70’e bütün Derik halkı devlet hastanesinin önüne toplandı ve acılı haberler geldikçe koca kent yasa boğuldu.
3 gün hayatın durduğu ve etkilerinin ise hala devam ettiği acı dolu bir faciayı konuşuyoruz. Hastane önünden mezarlığa ve taziye evlerine kadar her yerde mahşeri bir kalabalık ortak bir acıyla birbirine sarıldı. Muhtemelen Türkiye’nin bir başka yerinde yeterince duyulmayacak seslerini, hissedilmeyecek acılarını, kederlerini, kadersizliklerini birbirleriyle paylaştılar.
Acıyı ve yası ortaklaştıran sadece tercih değil, çünkü bu coğrafyada, kişisel olan her şey toplumsaldır, kimliksizliğin, maruz kalınan ayrımcılığın, değersizleştirilen ve sömürülen hayatların ortak hikâyesidir insanları bu kadar yakınlaştıran. Yitirdiğimiz her cana ilişkin anlatılacak bir dünya hikâye olsa da anlatılacak her biri bu acıyı yaşayan bir diğerinin hikâyesidir aynı zamanda. O yüzden burada yaşanan trajedi asla kabuk bağlamayan başka travmaları tetikliyor, onları hatırlatıyor. Derik’te de facia sonrası halkın arasında en fazla ve çarpıcı bir şekilde dolaşan “Derik’in Roboski’si” benzetmesiydi. İşte Kürdün katliam hafızası… Daha önemlisi de hastaneden çıkan her ambulansla cenazelerin kaçırıldığı kaygısı ve tepkisi de başka travmaların tetiklenmesiydi. Elbette tüm acılar, travmalar unutulmayacak. Bu acılara değmeyen hiçbir helalleşme de hesaplaşma da bu topraklarda karşılık bulmayacak. İktidar ve onun zihniyetini taşıyanların Kürt karşıtı politikaları, ibret vesikası olarak tarih sayfalarındaki yerini aldı, almaya devam edecek.
Derik’te yaşanan facia hiçbir değer tanımayan sömürge çarkının yarattığı örneklerle dolu. Cengiz Holding’e ait yükleri taşıyan tırların neden olduğu faciada Eti Bakır Tesisleri’nin rolü dikkat çekse de bölgede yaşananlar ve yapılanların çok daha fazla olduğunu belirtmeye bile gerek yok. Yoksulluğun ve sömürü sisteminin en derin yaşandığı iller kuşkusuz ki Kürt illeri. Yoksulluk ve sömürü Kürt düşmanlığı ile birleşince yandaş şirketlerin ve iktidarın daha pervasızlaşmasına neden oluyor. İlk kaza sonrası gerekli tedbirin alınmaması ama Eti Bakır Tesisleri için tedbir alınması insan hayatının değersizleştirmenin en açık örneklerinden biri. Değersizleştirilen insan hayatı, doğaya verilen zararlar, ekolojik katliamlar ise topyekûn bir yıkıma neden oluyor.
Eti Bakır Tesisleri’nin geçmişi çok eskilere, ta 1974’lere dayanıyor. O dönemden bu yana Mazıdağı’nda maden aramaları yapılıyor. 1994 yılındaki ekonomik krizde zarar ettiği gerekçesiyle kapatılsa da özelleştirme ile 2011 yılında Cengiz Holding’e devrediliyor. İktidarın ülkeyi parsellemeye başladığı zamanlar.
Ülkenin en verimli tarım alanlarından biri olan Mezopotamya ovasındaki maden işletmelerinin yarattığı yıkımı tahmin etmek mümkün, hele ki tarımda bu kadar dışa bağımlı hale gelmişken toprakların talan edilmesi ve insanların yoksullaştırılması sömürü, rant ve düşmanlık politikalarından bağımsız değildir. Tehlikeli ve insan sağlığına zarar veren maddeler taşıyan tır sevkiyat trafiğinin en yoğun olduğu Derik, Kızıltepe, Mazıdağı, Nusaybin gibi kentlerde çevre yolları yokken Cengiz Holding’e özel Mazıdağı’ndan Diyarbakır’a tren rayları döşeniyor, yine şirkete özel Mardin Diyarbakır karayolunda özel güvenlik kuleleri inşa ediliyor. Bu da yetmezmiş gibi iki ihale de aynı şirkete veriliyor. İşte AKP’nin klasik 'yandaş şirketin mal güvenliğini koruma ve kollama' politikasının küçük bir yansıması! Üstelik daha çarpıcı olanı ise bu şirkete özel hizmetle açılan tren yolu, Ulaştırma Bakanlığı verilerine göre son 10 yılda yapımı tamamlanan tek tren yolu projesi. Düşünün çevre yolunun olmadığı bir kentte şirkete özel tren hattı ve Türkiye’de son 10 yılda tamamlanan tek hat! Başka söze gerek var mı?
Ülkenin en verimli tarım topraklarında yıkım ve ölüm saçan bir şirkete bu kadar özel imtiyazlar ve imkanlar sağlanırken vatandaşların can güvenliği için kılını dahi kıpırdatmayan iktidarın bu facianın asıl sorumlusu olduğu ise tartışmaya yer bırakmayacak kadar açık. Bu zihniyet sadece Kürdü inkâr etmekle, kaba zor ve şiddet yöntemleriyle bu inkâr politikasını yürütmekle yetinmiyor, aynı zamanda ekonomik ve ekolojik talanla, yandaş şirketler eliyle yoksullaştırma, sömürü ve rant politikalarını her gün daha da boyutlandırıyor. Özellikle DEDAŞ ve Eti Bakır eliyle çok özel bir ekolojik yıkım, göçertme, yoksullaştırma politikaları yürütülüyor.
Mezopotamya ovasının bereketli toprakları sulama kanalları ile buluşamayınca çareyi kuyu sulama sisteminde bulan çiftçilere karşı uygulanan DEDAŞ zulmü ise aynı sömürü zihniyetinin bir başka özel uygulaması olarak karşımıza çıkıyor. Her türlü koruma desteği verdiği DEDAŞ yetkililerinin kayyımlarla beraber karıştığı yolsuzluk ve talan olayları ise başlı başına değerlendirilmesi gereken bir konu. Ama açık olan şu ki AKP’nin Kürt düşmanlığındaki ortaklarının yeni yüzü yandaş şirketleri. Böylece kendi topraklarını ekemeyen çiftçiler ve köylüler, ekmek için yollara düşüyor, mevsimlik tarım işçileri olarak insanca yaşamdan mahrum koşullarda batıya yöneliyor. Bu insanlar kendi topraklarını ekmeye kalksa bile kesilen elektrikler ile ürünleri tarlada yanıyor, elde ettiği de DEDAŞ’ın faturalarına yetmiyor.
O yüzden yollara düşüp her türlü gayri insani koşulda, her türlü ırkçı ve Kürt düşmanı saldırıya açık halde geçim mücadelesi vermek zorunda bırakılıyor. Oysa gerekli destekler ve yatırımlar sağlandığında daha doğrusu engeller çıkarılmadığında kendi kendine yetecek topraklarda yaşayabilir bu insanlar. Sonrasında maruz kaldıkları aşağılamanın, her türlü ırkçı saldırının tanığıdır bölge halkı. Tabii bu işin görünen yönü ama bir de görünmeyen yönü var; tüm saldırılar genelde ödeme zamanlarına denk geliyor, emeklerinin karşılığı olan ücret verilmiyor. Aynı zamanda kayıt dışı ve ucuz iş gücü olarak Kürtler bu yöntemlerle kendi topraklarından uzaklaştırılarak sömürü çarkının içine girmeye zorlanıyor ve kendi kendilerine yetmeleri de engelleniyor. Bu tür özel ve inceltilmiş politikalarla emeğin de ulusal kimliğin de sömürüsü birbirini besliyor, Kürtler kimliklerine, onurlarına, yaşamlarına kast edecek kadar katmerli saldırıya maruz bırakılıyor. Elbette 1925’lerdeki Şark Islahat Planı’ndan kaynağını alan bu asimilasyon politikalarını bugün gönüllü bir şekilde sürdüren iktidar suç işliyor.
İşte tam da bu nedenle Derik’teki kaza sonrası suçluluk psikolojisi ve “yandaşımı nasıl aklarım” derdine düşen iktidar olay yerinde belirdi. Ama nafile bir geliş çünkü her türlü ayrımcı politikaya maruz kalan ve yıllardır Eti Bakır zulmünü çeken Mardinliler nezdinde fail bellidir: AKP ve yandaş şirketleri bu katliamın sorumlusudur.
Tüm bunlar elbette Kürt sorununda farklı bir bakış açısına da ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Kürt sorununun ve Kürt halkının kimlik mücadelesinin sınıfsal bir tarafı vardı elbette. Ancak özellikle son yıllarda derinleşen emek sömürüsüyle birlikte Kürtlerin kimlik mücadelesi artık sınıf mücadelesi ile büyük bir kesişim halindedir. Fabrikalarda atölyelerde kayıt dışı ve ucuz iş gücü olarak çalışan, yine kendi topraklarından uzaklaştırılan mevsimlik işçiler yoksulluğu ve sömürü sistemini Kürt kimliğinin inkârı ile daha katmerli bir şekilde yaşıyor. İktidarın Kürt düşmanı politikaları, yandaş şirketler ve kayyımlar ortaklığı ile yaptıkları, özünde tam klasik sömürge çarkının dişlileri. Elbette bu sömürü çarkı ülkenin tamamında etkili ama tek farkla, bölgede Kürt düşmanlığı ile birleşip suçlar ve suçlular görünmez kılınıyor.
Hemen her trajedi ve derinleşen acı ya bir yol bulmamızı ya da yeniden yol yapmamızı bir mecburiyet olarak önümüze koyuyor. Bütün bu acıları, trajedileri, ölümleri, zulümleri muktedirlerin inanmamızı istediği gibi ne fıtrat olarak ne de kader olarak kabul etmiyoruz. Yaşamak ve yaşatmak için bu düzeni, bu sömürü çarkını değiştirmek zorundayız. Bu topraklarda birimiz özgür değilsek hiçbirimiz özgür olamayız. Artık sorunlarımız da çözümleri de iç içe geçmiş durumda. Değiştirmeye gücümüz var, yeter ki yaratılan ayrımcılığa, haksızlığa, facialara karşı ortak tutum belirleyelim.
*HDP Sözcüsü