Bir 'basın özgürlüğü' serüveni: Markopaşa, Malumpaşa, Merhumpaşa...

3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde, basın tarihi araştırmacısı Erdem Duru ile Sabahattin Ali ve Aziz Nesin’li Markopaşa serüveni üzerinden Türkiye tarihinde basın özgürlüğü mücadelesini konuştuk.

Fotoğraf: Ceren Deniz
Google Haberlere Abone ol

DUVAR - ‘Markopaşa’ basın tarihimize adı mücaledeleyle geçmiş gazetelerden biri… Türkiye’de birçok gazetecinin mesleğe başlamasına ilham kaynağı olan sembol bir yayın. Çoğu zaman basılması için matbaa aranan, toplantılmadığı zamanlarda çıkan, dünyanın en inatçı gazetelerinden bir tanesi. 

Bulanık bir demokrasi atmosferinde baskıların yıldırmak yerine daha çok hırçınlaştırdığı bu gazete, her kapatıldığında başka bir isimle ve daha güçlenerek okuyucuyla buluştu. Çeyrek asırlık cumhuriyette 60 bin tiraja ulaşarak rekor kırdığında yayın dünyası bu yükselişi gıptayla izledi. Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz’ın zeki mizah dili, Mustafa Uykusuz’un ünlü ‘Hürriyet karikatürleri’yle çıkan bu yayın o kadar popülerdi ki zaman zaman taklitleri ortaya çıktı. Dönemin birçok gazetesinden çok daha fazla okunduğu için siyasi erki korkutması da çok beklenen bir durumdu. Hal böyle olunca ilk sayıdan itibaren yayınlanmaması için akla gelmeyecek engeller konuldu. Ama yayın ekibi, kimi zaman karakol sorgusunda kimi zaman mahkeme salonunda gazeteyi savunarak, onu basın özgürlüğü mücadelesinde farklı bir noktaya taşıdı.

Akdeniz Üniversitesi’nde basın tarihi araştırmacısı Erdem Duru ile cumhuriyet tarihinde basın özgürlüğünü konuştuk. ‘Muhalif Mizah Gazetesi Markopaşa’da İmtiyaz Sahipliği Mücadelesi: 1947-1948’ çalışmasının yazarı Duru, Markopaşa serüveni üzerinden Türkiye’de basının hak mücadelesini anlattı.

Akdeniz Üniversitesi’nde basın tarihi araştırmacısı Erdem Duru

'KARANLIKTA KALMIŞ MİZAH BASINININ ÜSTÜNE GÜNEŞ GİBİ DOĞUYOR'

Basın özgürlüğüne müdahale, basın tarihi kadar eski aslında. Aksi mümkün mü, yoksa bir ütopya mı?

Basın, her dönemde ve her yerde siyasi iktidarlar tarafından kontrol altına alınmaya çalışılan bir unsur olmuş. Bunun için siyasi iktidarlar çeşitli yollar geliştirmişler, hatta erkler basına müdahale için çeşitli stratejiler de ithal etmişler. Bunun çok sayıda örneği var. Yani tüm siyasi iktidarların ortak düşmanı basın özgürlüğü esasında. Gazetecilerin tutuklanması, matbaaların ve dağıtımcıların tehdit edilmesi, ilanların kesilmesi gibi yöntemler de basına darbe vurmanın en çok kullanılan yöntemleri arasında.

Markopaşa deyince Türkiye basın tarihinin mihenk taşlarından bir yayın akla geliyor. Bu gazeteyi unutulmaz kılan ne sizce?

Markopaşa 25 Kasım 1946 tarihinde Sabahattin Ali öncülüğünde kuruluyor. Yazı kadrosunda da Ali ile birlikte Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz var. Çizgiler ise Mim olarak da tanınan Mustafa Uykusuz’a ait. Bu gazeteyi o dönemde bu kadar ilgi çekici yapansa neredeyse çeyrek asır boyunca karanlıkta kalmış mizah basınının üstüne güneş gibi doğması çünkü Cumhuriyet’in ilanından sonra Türkiye basınında çeşitli sebeplerden dolayı en büyük kuraklık mizah basınında yaşanıyor. Aziz Nesin Markopaşa’ya kadar olan süreçte iktidarın mizah basınına yönelik belirgin bir baskısının olmadığını çünkü mizah basınının tamamen ortadan kaldırıldığını söyler. Markopaşa bu bağlamda da olabildiğine cesur bir girişim.

Efsaneleşmesinde basın özgürlüğünün olduğu kadar sansürün simgesi oluşunun etkisi nedir?

Markopaşa’ya baktığınız zaman birden fazla engellemeyle karşı karşıya kalmış bir yayın organı. Öyle ki, gazete Türkiye'de siyasi paradigma değişiminin yaşandığı 1946-1950 yılları arasında kapatıldıkça Malumpaşa, Merhumpaşa, Hür Markopaşa, Yedi Sekiz Paşa, Medet gibi farklı isimleri kullanmak durumunda kalıyor.

Düzenli olmasa da inatçı bir yayın periyodu tutturan Markopaşa’daki mizahın yıkıcı etkisinden korkan siyasi iktidar birçok metot deniyor, bunlardan biri ve en başarılı olanı da mülkiyet mücadelesi sürecinde yapılan müdahale. Markopaşa’yı da basın özgürlüğüne yönelik baskılar açısından öne çıkaran bu olay da siyasi iktidarın doğrudan taraf olarak Markopaşa geleneğini yok etmeyi hedeflediğini görüyoruz.

Gazetenin baskı görmesinde ABD yardımlarının eleştirilmesi de önemli bir nokta. Uluslararası sansür nasıl işliyor?

Markopaşa siyasi iktidar karşıtlığıyla birlikte DP’yi içeren içerikler de yayınlıyor. Gazetenin baskı altına alınmasında sadece iç politika eleştirisi değil aynı zamanda dış politika ile ilgili eleştiriler de önemli rol oynamış. Bunlardan en önemlisi de Amerika Birleşik Devletleri’nin yardımlarına karşı çıkılması. Bakıldığı zaman Amerika ile Türkiye arasında imzalanan anlaşmaya göre, ABD basın ve radyo temsilcilerine serbestçe çalışma hakkı tanınırken, Türkiye’de bu yardımlarla ilgili tam ve devamlı yayın yapılması yani Amerika lehine propaganda zorunlu kılınmış.

Siyasi baskı ne zaman başlıyor?

İlk sayıdan itibaren baskılar başlıyor. Siyasi iktidar, Markopaşa’yı hedef almak için bir süre geçmesini beklemiyor, daha ilk sayıdan itibaren gazeteye duyulan ilginin toplumsal yaşamda yaratacağı etkiyi öngörerek tedbirler almaya başlıyor. Örneğin daha önce anlaşma sağlanan başbayi Fazıl Ünverdi son anda dağıtımdan vazgeçiyor. Yine burada da Ünverdi’nin CHP ile ilişkileri olan bir isim olduğunu hatırlatmakta yarar var. Sabahattin Ali’nin bu durum karşısındaki duygularını ise eşi Aliye Ali’ya yazdığı mektubunda görüyoruz. Ona içini döküyor. “Gazetelerin çıktığı pazartesi sabahı çok alçakça bir oyunla karşılaştık. Gazeteyi İstanbul’a ve Ankara’ya dağıtım işini üstüne alan bayiler, son dakika sabotaj yaptılar. ‘Biz bu gazeteyi dağıtmayız’ dediler” diyor.

Markopaşa da bu sabotaja kendince yanıt veriyor. Kolunun altına 2 bin nüsha alan Aziz Nesin gazeteyi sokakta satmaya başlıyor, gazete satıcılarını dolaşıp onlara gazeteyi bırakıyor ve taşraya da bir bu kadar Markopaşa gönderiyor. Ekibin bu yorucu yolculuğu karşılığını hemen buluyor. Markopaşa çok kısa bir sürede tükenip karaborsaya düşüyor. İlk sayıda bayi krizinin aşılması ve beklenenden daha fazla bir ilgi uyanması, dönemin iktidarını farklı tedbirler almaya yöneltiyor. Bu defa iş gazeteyi bastırmama yoluna gidiyor. Matbaa sahiplerine baskı yapılıyor, bazı matbaa sahipleri buna aldırmayınca, makinistlere ve baskıcılara yönelik bir zorlama gerçekleşiyor.

İKTİDARLA İLK KAVGA: KALEMŞÖRLER DEVREYE GİRİYOR

Gazetenin iktidara rağmen varolma savaşı hangi aşamada başlıyor?

Markopaşa ile siyasi iktidar ilk kez 4 Aralık 1946 tarihinde doğrudan karşı karşıya geliyor. Tan baskının birinci yılında TBMM söz alan CHP Milletvekili Cemil Barlas, Markopaşa’yı kökü dışarıda olmakla suçlarken gazetenin dördüncü sayısında Ali, “Ayıp”, Nesin ise “Topunuzun Köküne Kibrit Suyu” başlıklı yazılarıyla Barlas’a oldukça sert bir yanıt veriyorlar ve gazetenin de neredeyse her sayısına bir dava açılan süreçte böylelikle başlamış oluyor. Nesin’in yazısında Barlas’a haraket ettiği gerekçesiyle Matbuat Kanunu gereği gazete sahibi ve sorumlu yazı işleri Ali tutuklanırken gazete de toplatılıyor. Aziz Nesin de 12 gün sonra "16 Aralık Tevkifatı" olarak bilinen günde tutuklanmıştır. İki yazar 2- 3 Ocak tarihlerinde serbest kalırken 5. sayıda bu durumu “Mecburi İstirahat” başlığıyla duyurmuşlardır. Yazıda yer alan, “Her zaman gazete kapatılmaz bazan da böyle gazeteci kapatılır” ifadesi ise basın özgürlüğü eleştirisi açısından oldukça önemlidir.

Markopaşa salt siyasi iktidarın kolluk kuvvetleriyle değil aynı zamanda kalem kuvvetleriyle de uğramış. CHP yayın organı Ulus’ta Falih Rıfkı Atay, birçok kez gazeteyi hedef göstermiş, logodaki selamın “Sovyet Selamı” olduğunu söylemiş.

CHP’NİN 'BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ' ANLAYIŞINA ELEŞTİRİ

Adnan Menderes’in Demokrat Parti ile iktidara gelişinden bir süre önce İsmet İnönü’nün iktidardaki son yılları… Yıpranmış bir tek parti iktidarının eleştirel sesle karşı karşıya gelişini görüyoruz.

Gazete bu kadar çok sayıda baskı karşısında kendisini hep savunmuş, gazete de baskılara yanıt vermiş. Bunlardan en önemlisi ise 13. sayıda yayınlanan Sabahattin Ali imzalı “Görülmemiş Tiyatro” başlıklı yazıdır. CHP’nin basın özgürlüğü anlayışının eleştirildiği yazıyı burada aktarmanın önemli olduğunu düşünüyorum:

“Bir hürriyet oyunudur aldı yürüdü. ‘Yazın, çizin, teşkilatlanın, gazete çıkarın. Hürsünüz! Kanundan başka bağ yoktur’ diye ilan edildi. Buna kanıp da bu söylenenleri yapan temiz yürekliler çıktı. Ve günün birinde kanunla değil, ‘isabetli serzenişlere’ dayanarak bu hürriyet sahnesinin dekorlarına da, inanmak gafletine düşen aktörlerine de bir tekme yapıştırıldı.”

Bu yazıdan sonra yaşananlar ise basın özgürlüğünün gerçekten "Hürriyet Sahnesi"nde sergilenen bir oyun olduğunu gösterir nitelikte. Yazıdan birkaç gün sonra Eskişehir’de Markopaşa aleyhine bir yürüyüş düzenleniyor, olaylar büyümeden engelleniyor. İzmir’de Zincirli Hürriyet gazetesinin basıldığı matbaaya saldırılırken, Markopaşa nüshaları da parçalanıyor.

 

GUTENBERG MATBAASI’NDA BASILAN 16. SAYI

Markopaşa ve benzer isimlerdeki muadilleri yayın hayatına devam ederken gazeteyi basacak matbaanın bulunamadığı bir dönem geliyor ve bu da mizahla karşılanıyor.

Gazetenin 16. sayısının yayın zamanı geldiğinde hiçbir matbaa gazeteyi basmayı kabul etmiyor. Durum böyle olunca iş başa düşmüş, bu sayı iki yaprak halinde teksir makinesinde basılmış ve zımba ile birleştirilmiş. Bu alamada gazete Gutenberg Matbaası’nda basılıyor ve gazete başlığının altına da “Muharrirleri nezaret altına alınmadığı ve hapse girmediği zamanlarda çıkan mizah gazetesi” ifadesi ekleniyor.

ORHAN ERKİP’İN GAZETEYE GELİŞİ

Mizah basınının efsane kadrosuna dışarıdan ilk müdahale nasıl oluyor?

Markopaşa’nın kapatılmasının ardından Merhumpaşa çıkarılsa da baskılar ve davalar nedeniyle bu gazete çok uzun süre yayın hayatına devam edemiyor ve Markopaşa geleneği için 4 aylık bir suskunluk süreci başlıyor. Dört ayın sonunda devam gazetesi olarak Malumpaşa çıkıyor ve gazetenin yayın politikasını değiştiren Orhan Erkip’in de gazeteye bu dönemde dahil olduğunu görüyoruz. Gazetecilik yıllıklarına, arşivlere bakıldığı zaman hiçbir yerde adı olmayan Erkip’in Merhumpaşa’ya dahil olması, imtiyaz sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü olmasına ise çeşitli zorunlulukların yol açtığını söylemek mümkün. Tüm ekip baskı altındayken, Matbuat Kanunu’nda da muhalif olup ‘kötü şöhret’ sahibi olmama gerekliliği varken Orhan Erkip ismi burada ekibe dahil oluyor.

Erkip’in kim olduğu açıkçası ilk 5 sayı boyunca Markopaşacıların gündeminde yer almazken gazete beraat edip tekrar Markopaşa adıyla yayın hayatına hazırlanmaya çalışırken çatışma başlıyor. Sabahattin Ali, Malumpaşa’yı Erkip’e bırakıp kendisiyle yolları ayırıyor. Erkip de buna istinaden Malumpaşa’nın 6. sayısından itibaren ekibe saldırmaya başlıyor. Bu mülkiyet savaşının ardından aynı dönemde hem Erkip’in hem de Ali’nin çıkardığı iki Markopaşa dolaşıma giriyor. Tabii karşılıklı hırsızlık iddiaları da birbirini izliyor bu süreçte.

SİYASİ İKTİDARIN SÜRECE DAHİL OLMASI

Böylesine güçlü bir yayın bile bir noktada siyasi iktidarın tuzağına düşüyor.

Siyasi iktidarın Markopaşa'nın mülkiyet değişimindeki rolüne dair bilgileri ise biz çeşitli dilekçe ve mektuplarda görüyoruz esas itibariyle. Burada en önemli ve müdahaleyi en açık şekilde görebileceğimiz belge, CHP İstanbul Bölge Müfettişi ve Kocaeli Milletvekili doktor Şerafettin Bürge’nin Genel Sekreterliği’ne gönderdiği dilekçe. Kayıtlar, Orhan Erkip yönetimindeki Markopaşa'nın ikinci sayısından sonra siyasi iktidarın Markopaşa’nın yayın politikasında doğrudan etkili olduğunu gösteriyor.

Erkip, CHP’den 500 lira yardım aldıktan sonra ikinci bir yardım için 3 Kasım 1947 tarihinde CHP Genel Sekreterliği’ne bir mektup yazıyor. Bu mektubun ilk paragrafında da antikomünist harekete destek sağlamak için Malumpaşa gazetesinin sahipliğini ve neşriyat müdürlüğünü üstlendiğini bu süreçte de bazen sosyalist bazen komünist görünerek ekibin güvenini kazandığını söylüyor. Erkip, bu mektupta Markopaşacıları kendi yayın organlarıyla kendi yuvalarında yıkmaya çalıştığını anlatıyor. ‘Komünistler’i gazeteden kovduğunu belirten Erkip, mektubun ikinci bölümünde gazetede komünizm karşıtı bir yayın benimsediğini belirtiyor ki gerçekten de gazetede “vatansızlar, soysuzlar, satılmışlar” gibi çeşitli ifadeler kullanıyor. Mektupta aslında CHP’nin süreçte kendisine 2 kere yardım yaptığı ortaya çıkıyor, Erkip mahkeme sürecinde de CHP’den para aldığını söylüyor. Daha sonra Sabahattin Ali de Filiz Ali’ye yazdığı mektupta kendi çıkardığı Marko Paşa’nın tirajının düştüğünü, yakında Ali Baba'yı yayınlayacağını söylüyor.

ASIL SAHİPLERİ MARKOPAŞA’YI GERİ ALIYOR

Yani siyasi iktidar Markopaşa geleneğini güçsüz bıraktıktan sonra sahneden çekiliyor. Peki bu hikaye nasıl bitiyor?

Aynen öyle. Her ne kadar Markopaşa’yı ele geçirse de Erkip şaşırılacak şekilde bir süre sonra Mustafa Uykusuz ile iletişime geçiyor ve gazeteyi kendilerine devretmek istediğini söylüyor. Bunun nedenini anlamak için de gazete arşivlerine bakıyoruz ve 19 Ekim 1947 tarihli Cumhuriyet gazetesinde “Markopaşa'nın yeni sahibi aleyhinde de bir dava açıldı” başlıklı haberi görüyoruz. Bu habere göre Linguafon Enstitüsü’nden Vitalis B. Bilen, Erkip’e hakaret davası açmış. Erkip yönetimindeki Markopaşa'nın 7. sayısı aynı zamanda son sayısı oluyor. Yani davanın ardından gazetenin uzun süreli bir yayın ömrü olmuyor. Siyasi iktidarın tavrına baktığımızda da hedefine ulaştıktan sonra yani Markopaşa'yı yayınlanamaz hale getirdikten sonra Erkip’i tek başına bıraktığını görüyoruz.

Geçen sürede Markopaşa yeniden Aziz Nesin’in imtiyazına geçiyor fakat Erkip ile Markopaşacıların hikayesi burada bitmiyor. 1949 yılında şaşırılacak bir durum daha ortaya çıkıyor ve bir devam gazetesi olan Hür Markopaşa’da Erkip’in adı geçiyor. Hür Markopaşa'nın hikayesi de kendinden önceki gazetelerden farklı olmuyor. İlk sayısı dağıtımı yasaklanıyor, toplatılıyor. Rıfat Ilgaz ve Orhan Erkip de yazdıkları yazılardan dolayı ceza alıyor ama mücadele bitmiyor.

İşin özü, her dönemde olduğu gibi o dönemde de gazetedeki iç çatışmanın en kârlı çıkan tarafı siyasi iktidarken, en fazla zarar göreni ise basın özgürlüğü. Markopaşa, basın özgürlüğü mücadelesinde gazetecilerin karşılaşabileceği zorlukların en nadide örneği. Markopaşa’da biz, sadece Türkiye değil dünya basın tarihi açısından da eşine zor rastlanır bir mülkiyet mücadelesine tanık oluyoruz. Bu tanıklık bize, Türkiye'de basın özgürlüğü mücadelesi yürütmenin ne kadar zor olduğunu çok çarpıcı bir biçimde gösteriyor.