'Masallarla Konuşmak': Prenses olmakla biten sonları ötekilerin sesine açmak

Sezai Ozan Zeybek’le Nito Yayınları'ndan çıkan kitabı 'Masallarla Konuşmak' üzerine söyleştik. Zeybek "Derdim masallar yoluyla gri bölgeleri konuşabilmek" diyor.

Kitabın kapak resmi çizer Esra Uçmak’a ait.
Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Çok uzun yıllar bir sözlü kültür ürünü olan ve nesilden nesile aktarılan masallar, endüstrileşmeyle birlikte yalnızca yazarlara ait oldukları bir döneme girdiler. Hâl böyle olunca toplumların kolektif hafızasında daha az yer tutmaya başladılar. Bu tarihi kırılmadan yola çıkan akademisyen Sezai Ozan Zeybek okuru, masalların dilden dile aktarıldığı, her anlatanın bir şey ekleyip çıkardığı geleneksel forma geri dönmeye çağırıyor.

Nito Yayınları’ndan çıkan 'Masallarla Konuşmak', farklı coğrafyalara ve dönemlere ait masalları başka sonlarla anlatıyor. Bunu yaparken ana karakterleri değiştirerek ötekilerin hikâyesine de kapı açıyor. Masallara ve masal anlatıcılığına dair bir tartışmayı da içeren kitap, kendi masalını anlatmak isteyenlere yol gösteren, tekerlemeler ve şarkılar sunan bir kılavuz niteliği taşıyor. 2017 yılından bu yana masal yazan ve anlatan Zeybek’le, yeni kitabı 'Masallarla Konuşmak' üzerine söyleştik.

‘ESKİ MASALLARIN ÇOĞU ÇOCUKLAR İÇİN DEĞİLDİ’

Son yıllarda masallara olan ilgi arttı. Yalnızca çocuklar değil yetişkinler de iyi birer masal okuyucusu oldu. Masala olan ilginin artmasının ve masalların farklı yaş grupları arasında popüler hale gelmesinin nedeni ne olabilir?

Eski masalların çoğu çocuklar için değildi zaten. Televizyon öncesi zamanlarda türküler ve masallar etrafında buluşuluyordu. Masalın çocukla özdeşleşmesi görece geç bir tarihte gerçekleşti. 'Binbir Gece Masalları'na bakın mesela: İnsanların kadim ihtiraslarıyla, ihanetle, erotizmle, hattâ tecavüz hikâyeleriyle dolu. Çocuk masalı değiller. Romanların ve görsel kültürün baskın çıkmasıyla masallar ikinci plana düştü ve çocuk edebiyatına tenzil edildi. Şimdi çok maharetli masalcıların dilinden süzülerek yeniden gündeme geliyorlar. Ama aslında hep buradaydılar.

'Masallarla Konuşmak' kitabının yazarı Sezai Ozan Zeybek, masalların zor konuları konuşmaya imkan veren bir kapı açtığını söylüyor. 

 

‘MASAL ANLATICILIĞI EKRAN DIŞINDAKİ FAALİYET REPERTUARIMIZI ÇEŞİTLENDİRMENİN BİR YOLU”

Sizin masallara ilginizin kişisel bir sebebi var mı peki?

Evet, var. O da ekrandan uzak durma gayreti. Kendi adıma ekran tarafından yutulmuş gibi hissediyorum. İşim orada, eğlence orada, müzik orada, arkadaşlarım orada, ailem orada... Yerimden bile kalkmadan o faaliyetten bu faaliyete geçebiliyorum. İçerik anlamında büyük bir çeşitlilik varmış gibi gözüküyor ama araçlarımız hâlâ çok kısıtlı. Uzaydan biri gelse ve bizi incelese, saatlerce tek bir noktaya bakan bir tür görür ve bizi bir hayli tuhaf bulur. Bu yaşam şekli çocuklara da sirayet ediyor hâliyle. Masallar, özellikle de masal anlatıcılığı ekran dışındaki faaliyet repertuarımızı çeşitlendirmenin bir yolu.

Kitabın içinde masalların tarihsel süreci, öğeleri, dikkati canlı tutmak için masala eklenebilecek tekerlemeler, şarkılar, hatta notalar gibi çok çeşitli bilgiler var. Kitap bir yandan da masal anlatma rehberi, öyle değil mi?

Evet. İçinde masallar da var. Ama masal kültürünü ve sözlü kültürü zenginleştirmenin yolu, "İşte masallar burada, anlatın!" demek olamaz. Dileğim, insanların dillerinden ve gönüllerinden süzerek kendi masallarını anlatabilmeleri. Buna yönelik tavsiyeler, temel hikâye formları hakkında bilgiler veriyorum. Fakat kitabın başka bir derdi daha var. Ölüm, irade, ölçülü olmak, güce meyletmemek, cinsiyet eşitsizliği gibi konuları masallar etrafında nasıl ele alabiliriz, onları göstermeye çalışıyorum. Bunu da böyle ders veren hikâyelerle değil; maceralı, inişli çıkışlı, şarkılı, eğlenceli masallarla yapabileceğimizi savunuyorum. Örnekler gösteriyorum. Amaç, profesyonel masal anlatıcısı olmak değil, yüz yüze iletişimi çoğaltmak.

‘SATIN ALMANIZ GEREKMİYOR, YÜZ YÜZE BAKMANIZI SAĞLIYOR’

Peki masal anlatıcılığına neden ihtiyacımız var?

Çünkü masal anlatmak çok ucuz. Satın almanız gerekmiyor. Yüz yüze bakmamızı sağlıyor, topluluk kuruyor. Evde zorlanan anne-babalara ekran dışı bir faaliyet imkânı veriyor. Zorlu konuları konuşmak için kapılar açıyor. Hayal gücünü tetikliyor. Çocukları mutlu ediyor. Yetişkinleri de mutlu ediyor. Her anlatımla beraber sözlü kültürün bu muazzam kaynağı daha da zenginleşiyor.

‘MASALLAR ÜZERİNDEN GEÇMİŞLE NASIL HESAPLAŞILIR’

İlk masal kitabınız 'Kırmızı’nın Mirası' 2017 yılında çıktı. Ardından dört masal kitabı daha geldi. Yeni kitabınız 'Masallarla Konuşmak', 2017 yılından bu yana bu yolda edindiğiniz deneyimleri ve kendinizi içinde bulduğunuz tartışmaları da içeriyor diyebilir miyiz?

Kesinlikle öyle. Bir sürü farklı kaynağı birleştirdim diyebilirim. Berlin'de bir üniversitede öğretim üyesiyim. İşim gereği sadece masallar hakkında değil, hikâye anlatıcılığının ve tarih yazımının usulleri üstüne de okuyorum. Eleştirel sosyoloji de tarih de hikâyeleri farklı aktörlerin gözünden okuyarak var olan baskın kalıpları bozma çabası. Kendi çalışma alanımda yazdığım kitapta da ('Türkiye'nin Yakın Tarihinde Hayvanlar: Sosyal Bilimleri İnsan Olmayanlara Açmak') benzer bir iş yaptım aslında: Farklı varlıkları merkeze alarak Türkiye'nin yakın tarihinin kimi fasıllarını bir daha anlattım. Şehirleşmeyi köpeklerle, devlet şiddetini koyunlarla, endüstriyel tarıma geçişi solucanlarla...

'Masallarla Konuşmak' kitabında ise bu defa masal türüne odaklandım. Teorik/akademik bir kitap değil ama yaptığım iş bir benzer bir güzergâhı takip ediyor. Kenarda kalan bir karakterin gözünden masal bir daha anlatıldığında yine aynı sonuca mı ulaşırız yahut hakikat aynı şekilde mi gözükür? Güç ilişkileri masallara nasıl sirayet eder? Masallar üzerinden geçmişle nasıl hesaplaşılır?

Kitapta çocukken okuduğunuz masalların büyüdükçe keyif vermediğini, hatta rahatsız ettiğini söylüyorsunuz. Ancak bu durum sonradan değişiyor. Nedenini, nasılını sizden dinleyebilir miyiz?

Sanıyorum bu benim yaş grubumdaki pek çok insanın yaşadığı bir durum. Çocukluğumdan kalan kitapları kendi çocuklarıma okuyorum. Okurken rahatsız oluyorum. Biz bunlarla mı büyüdük? Biliyorum, bir şekilde yolumuzu bulduk. Ama yine de kimi hikâyeler ve masallar istismar örnekleri ile dolu. Kızların bir odaya kapatılması ve sonra zorla evlendirilmesi mutlu son sayılabiliyor, siyahlar ve kadınlar mütemadiyen hakir görülüyor. Kimi kitaplarsa tümüyle didaktik, macerasız. "Geçmişten gelen ne varsa damıtılmıştır, bilgeliktir" diye düşünmüyorum. Nasıl köleliği bugün kabul etmiyorsak, köleliğe dayalı toplumların masallarını da tümüyle kabul etmek zorunda değiliz. Ancak sadece bugünün değer yargılarına göre hareket edelim de demiyorum. Bunun sorunlarını anlatıyorum. Aradaki o gerilimi üretken bir şekilde kullanmaya çalışıyorum.

Hikâyeler önemli. Çünkü hikâyelerle düşünüyor, hikâyelerle hissediyoruz. Beni de bu yola geri döndüren tesadüfen dinlediğim bir masal oldu. Çok net hatırlıyorum, dinlerken içimden adeta bir elektrik akımı geçti. Kitabın ilk bölümünde de bu masalı kullandım: Kırmızı Başlıklı Kız! Ama bildiğiniz gibi bitmiyor. Şunu demeye çalışıyorum: Bu kadar etkili bir aracı, böyle zengin bir kültürü niye terk edelim? O yüzden farklı masallar-hikâyeler anlatmak yahut masalları farklı anlatmak mümkün mü diye düşünmeye başladım. Sonu prensesliğe yahut sultan olmaya açılmayan; hayatta başka amaçların da olabildiği güçlendirici hikâyeler nasıl anlatılır? Buradan hareketle kitapta sadece masal uydurmanın yollarını değil, hoşumuza gitmeyen masalları nasıl değiştirebileceğimizi de gösteriyorum.

Masallarla Konuşmak, Sezai Ozan Zeybek, 192 syf., Nito Kitap, 2021.

‘KURTLARI VEJETARYEN YAPARAK MUTLU SONLARA ULAŞMIYORUM’

"Masalların sonunu değiştirip yeniden anlatmak” kulağa ilk çalındığında bir “popüler kültür” işi gibi geliyor, en azından bende böyle bir çağrışımı var. Ancak kitabınızı okumaya başlar başlamaz bu durum değişiyor. Kötülerin onları anlayıp sevince iyiye dönüştüğü, tüm karakterlerin aynı anda mutlu olduğu toz pembe dünyalar kurmuyorsunuz. Yeniden yazdığınız masallarda iyilik de var, kötülük de. Bir de yukarıda bahsettiğiniz gibi, ana karakterleri değiştirmeniz, masalı ötekinin gözünden açmanız var. Bu çok önemsediğiniz bir şey diye anlıyorum.

Dediğiniz gibi, kitapta masalları "zararsız" hâle getirmeye çalışmıyorum. Kurtları vejetaryen yaparak kestirme mutlu sonlara ulaşmıyorum. Kitaptaki masallarda fenalıklar var, çekememezlik var, ihtiras var, güç var, zorbalık var. Hatta kimi masalların mutlu sonla bitmeyebileceğini iddia ediyorum. Zira olumsuz duygulara da ihtiyacımız var. Yüzleşebilmemiz için açığa çıkmaları, görünür olmaları gerekiyor. Bu duygularla ırkçılığa bulaşmadan, cinsiyetçiliğe batmadan nasıl hâlleşebiliriz? Bu sırada dinleyicilerimizi, özellikle de çocuklarımızı nasıl güçlendirebiliriz? Derdim bu.

Masalı ötekinin gözünden anlatmak da böyle bir ters yüz etme çabası. Bir Macar masalını alıp oradaki iki farklı karakterin hikâyesini anlatıyorum. İlk masalın kahramanı, diğerinin gözünden anlatılınca o kadar da "kahraman" gibi gözükmüyor. Derdim masallar yoluyla işte bu gri bölgeleri konuşabilmek.

Masallarda coşkulu bir dil ve yerel ağızlardan kelimeler, kavramlar kullanıyorsunuz. Büyüklerimden duyduğum ancak şu anki hayatımda kullanmadığım çok sayıda sözcüğe kavuştum bu vesileyle. Onlardan biri çok sevdiğim dinelmek... Bir başka masalda ise bugün pek çok kişinin belki de hiç görmediği kirmandan bahsediyorsunuz. Bunlar, masalların kültürün taşıyıcısı olduğuna dair muazzam örnekler. Çocukların bu kelimelere ya da kavramlara yaklaşımı nasıl oluyor? Sorup ne olduğunu öğrenmeye çalışanlar çıkıyor mu?

Önce iki masalını alıp bir daha yorumladığım, 2018'de kaybettiğimiz Hasan Latif Sarıyüce'yi buradan anmak istiyorum. Onun dilindeki zenginliği, coşkuyu ve sadeliği bir nebze yansıtabildiysem ne mutlu bana! Çocuklar masaldaki tüm kelimeleri bilmeseler de anlamını bağlamdan çıkarabiliyorlar. Yetişkinlerden farklı değiller. Yabancı dildeki bir kelimeyi bilmesek de biz de cümleden ne dendiğini çıkarabiliyoruz. Sordukları zamanlar da oluyor. Yahut bazen ben durup "Bu ne demek biliyor musunuz?" diye soruyorum. Masallar dili zenginleştirmenin güzel yollarından biri. Çocukların bir tık zorlanmasında bence hiç sıkıntı yok. Zaten maceranın içinde onlar bunu bir zorluk olarak yaşamıyor.

Kitapta beni etkileyen ve günümüzde yokluğunu çok derinden hissettiğim bir şey var: Kötü karakteri anlamaya, onunla empati kurmaya çalışma çabasının onu aklamaya dönüşmemesi... Bunu biraz açalım isterim.

Yine üniversitede verdiğim derslerden gelen bir çaba bu: Anlamak zorundayız! Irak'ta, Suriye'de yaşananları, bu ülkede olan bitenleri, onca zalimliği konuşuyoruz ve tüm bunları anlamak zorundayız. Fakat anlamak affetmek anlamına gelmiyor. Daha ziyade kötülüğün şahıslarla sınırlı olmadığını, bir süreç içinde kök saldığını görebilmeye yarıyor. O yüzden zalimliği ortaya çıkaran koşulları ve geçmişi etüt etmekle yükümlüyüz. Masallar tarihin yerine elbette ki geçemez. Ama bu meseleleri konuşmak için yeni kapılar açabilir. Suçların üstünü örtmeyen, ancak karşıdakini tek boyutlu bir kötülüğe de hapsetmeyen masallar anlatılabilir mi? O anlamda sadece kötü kalpli sultanları değil, devletin başına geçip iyi kalmaya çalışanları da sorguluyorum. Bunu da çocuklarla konuşabileceğimiz bir dilde yapmaya gayret ediyorum.

Kadınların alınıp satıldığı, kral ya da prens gibi karakterler tarafından zorla alıkonulduğu ve tüm bunların hikâyede küçük bir ayrıntı gibi kaldığı masalların çokluğuna dikkat çekiyorsunuz. Kadınların rolleri ile erkeklerin rolleri arasında da keskin bir çizgi var. Bunun bir yansıması çok severek okuduğum 'Alev Masalı'nda da var. Bu masalın ilk ve ikinci anlatımında cinsiyet rolleri nasıl tartışılıyor?

'Alev Masalı' bir sohbetin sonunda ortaya çıktı. Güya cinsiyet rollerinin olmadığı bir masal anlatmıştım. İsimler muğlaktı. Türkçede cinsiyet tanımları (she/he) olmadığı için cinsiyeti saklamak kolay. Ancak bir tanıdığım, isimler muğlak olsa da hikâyedeki kahramanın davranışlarının "erkeksi" olduğuna dikkatimi çekti: Anne babaya rest çekip maceraya atılmak, başını alıp özgürce seyahat etmek bile (istisnaları olmakla beraber) ne yazık ki hâlâ cinsiyetli. Yani kahramanın ismini muğlak bırakınca cinsiyet eşitsizliği kaybolmuyor. O yüzden 'Alev Masalı'nı yazdım. Cinsiyet rollerini saklamayıp sahiplenen, hatta öne çıkaran bir hikâye uydurdum. Babasının korumak adına sürekli müdahale ettiği bir kızın büyüme ve güçlenme hikâyesini anlattım. Yazarken de aklımda kendi kızım vardı. Sonu evlilikle, prenses olmakla, sonsuza kadar mutlu yaşamakla bitmeyen bir masal çıktı ortaya. Çok daha farklı masallar anlatmak; muğlaklığın, geçişliliğin ve dönüşümün ağır bastığı maceralar üretmek mümkün. Masallar bu anlamda çok verimli bir zemin sunuyor. Özetle cinsiyet rollerini tersine çevirmekten yahut cinsiyetsiz masallar yazmaktan çok daha fazlası yapılabilir. Üstelik bu kapılar eski masallarda açıkmış zaten. Yeniden oralara dönüp, elekten geçirip bugüne taşıyabiliriz. Keşke birileri el atsa da bunlara odaklanan bir kitap yazsak.

Eklemek istedikleriniz var mı?

Kitabın beş çizeri var. Üstelik bunlardan biri 13 yaşında. Masalları hayallerinde canlandırıp kağıda döktüler. Her bölümde böyle 2-3 tane çizim bulunuyor. İzninizle isimlerini saymak ve kendilerine yeniden teşekkür etmek istiyorum: Canan Barış, Elif Meryem Aktaş, daha önce de beraber çalıştığımız Esra Uçmak, Sevde Uçmak ve Seda Antlı. Bir de inanılmaz bir emek vermiş editör ekibini anmam gerekiyor. Saatlerce kelime kelime çalıştık diyebilirim. Kitap o anlamda bayağı büyük bir ekip çalışmasının ürünü. Umuyorum okuyanların hayatına güzellikler katar.