YAZARLAR

Mavi-beyaz ile turuncunun buluşması hayatımıza yine neşe kattı

Messi’nin başı önündeydi, Molina’ya bakmıyordu. Ama yine de görüyordu. Bakmadan görüyordu. Önünde pas açısı kapatılmıştı, bir pas imkânı yok gibiydi. Ama onun için her zaman bir imkân vardı. Küçük bir delik. Bir iğne deliği. Topu oradan geçirdi. 

Bu maç, Arjantin ve Hollanda’nın tarihteki altıncı karşılaşmalarıydı ve bu aralarındaki rekabeti Dünya Kupası’nda en çok oynanan üçüncü fikstür yapıyordu. Yalnızca Brezilya-İsveç ve Arjantin-Almanya fikstürleri daha çok oynanmıştı (yedişer kez).

Rekabet, 1974’te bir grup maçıyla başlamıştı ve bu kuşkusuz Arjantinlilerin mutlulukla hatırlayacağı bir karşılaşma değildi. Gelsenkirchen’de oynanan maçta, Hollandalıların Johan Cruyff önderliğindeki Total Futbol anlayışları onları çaresiz bırakmıştı: 4-0.

Dört yıl sonraysa 1978 Dünya Kupası’nın finalinde karşılaşmışlardı. 1978, Katar 2022’ye belki de en çok benzeyen turnuvaydı, zira o dönemde de kupa, Jorge Rafael Videla’nın kanlı askerî diktatörlüğüyle yönetilen ve insan hakları ihlâlleriyle gündeme gelen Arjantin’de düzenlenmiş ve çok tepki çekmişti. Turnuvanın sonundaysa Videla iki hedefine de ulaşmıştı; hem Dünya Kupası’na ev sahipliği yaparak kanlı rejimini meşrulaştırmış hem de Arjantin şampiyon olmuştu. Hollanda bu defa Cruyff’suzdu ve sahne Mario Kempes’li Arjantin’indi: 3-1.

Üçüncü buluşmaları için tam yirmi yıl beklemek gerekmişti. 1998 Dünya Kupası’nın çeyrek finalinde kazanan ise bu defa Hollanda’ydı, maça damgasını vuran oyuncu da son dakikada uzaydan gelen bir topu harika bir ilk dokunuşla kontrol edip, sonra Roberto Ayala’dan kurtaran ve hemen akabinde ayağının dışıyla uzak köşeye nefis bırakan Dennis Bergkamp olmuştu: 2-1.

2006’daki bir sonraki karşılaşma golsüz berabere biten bir hayli yavan bir maçtı. Ama Lionel Messi’nin ilk Dünya Kupası olduğu için bu anlamda yine tarihî bir buluşmaydı. 

2014’teki son randevuysa yarı finaldeydi. Tam bir kavga hâlinde geçen maçın sonunda kimin finale yükseleceğini ise seri penaltı atışları belirlemiş, Louis van Gaal’in Hollanda’sı üzülen taraf olmuş ve Arjantin 1990’dan sonra ilk finalini oynayıp yine Almanya’ya kaybetmişti.

Dolayısıyla bu altıncı karşılaşma, hem Van Gaal hem de Hollanda için bir rövanş niteliği taşıyordu. Van Gaal’in maç öncesinde yaptığı açıklama da, sekiz yıl önceki o maçı unutamadığını gösteriyordu: “Messi, 2014’teki maçta topa dokunmamıştı, ama penaltılarda kaybetmiştik. Şimdi Arjantin’den intikamımızı istiyoruz.”

'HER ŞEY GÜZEL BİR PASLA BAŞLADI'

Messi ve Arjantin için ise bu maç yeniden kendini kanıtlamaları için bir fırsat niteliğindeydi.

Ama maçın ilk yarısı hem Hollanda hem de Arjantin adına daha ziyade kaçırılmış bir fırsat gibiydi. Hollanda’yı bu turnuvada belki de en iyi tanımlayan kelime tedbir. Arjantin’e karşı da daha tedbirli olan tarafın onlar olması zaten bekleniyordu. Fakat buna karşın Lionel Scaloni de tedbirli bir başlangıç planını tercih edip, tıpkı rakibi gibi beşli savunmaya dönünce, ortaya ilk yarıdaki gibi yavan bir oyun çıktı.

Başlangıç düdüğünün ardından yarım saat geçtiğinde, iki takımın da yarı finale kimin yükseleceğinin seri penaltı atışlarıyla belirlenmesine razı bir hâli vardı. Bir kişi hariç. Onun sahadaki varlığı, yine bütün dengeleri değiştirdi.

Arjantin’in 1986’daki kahramanlarından Jorge Valdano, dün The Guardian’dan Sid Lowe’a harika bir röportaj verdi. Messi’yi Maradona ile kıyasladığı bölümde bir anısından bahsediyor Valdano: 

“Bir gün Menotti bir takım toplantısı düzenlemişti. Toplantı salonuna vardığımızda Maradona’ya içeri girmesine izin verilmediği söylenmişti. Menotti takıma onun hakkında söyleyeceklerini duymasını istemiyordu. Maradona bu yüzden ayrıldı, biz içeri girdik. Menotti bize, ‘Tamam, şimdi size bir şey sormam gerekiyor. Maç sırasında topu ona kaç kez vermeniz gerektiğini düşünüyorsunuz?’ diye sormuştu. Hepimizde bir duraksama olmuştu ve Menotti kendi sorusunu kendisi yanıtlamıştı: ‘Bütün topları ona vermelisiniz. Şimdi Maradona’ya gelmesini söyleyebilirsiniz.’ Maradona’nın bunu öğrenmesi onun için iyi değildi, ama bir dâhiyi ‘aşırı kullanmak’ iyidir. Size maçı kazandırır.”

Arjantin’in yıllar sonra Messi’yi kullanma tarzı da bundan pek farklı değil. Çeyrek finalde olmaları büyük ölçüde onun sayesindeydi. Yine hiçbir şey üretilemeyen Meksika ve Avustralya maçlarında, küçücük bir alan ve zaman bulmuş ve bu ona yetmişti. Yine yetti. 

Bu defa daha derinde topla buluştu. Sağ kanattan içe kat etti. Topu birkaç adım sürdü. Sağ bekten ileriye doğru yönelen Nahuel Molina’ya erken bir pas verebilirdi. O imkâna sahipti. Sonrasında koşusuna devam edip Molina’dan topu yine isteyebilir ve atağı yeniden şekillendirebilirdi. Normal bir futbolcu da öyle yapardı. O elbette bunu yapmadı.

Johan Cruyff onun için, “Messi’nin yaptığı en iyi şey, saha içerisindeki görüşlerini her bir metrede en az üç defa değiştirebilmesidir” demişti. Muhakkak Molina’ya erken bir pas verme düşüncesi aklından geçmiştir. Erken, sıradan, ama güvenli bir pas. Fark yaratmayacak bir pas. Ona yakışmayacak bir pas. 

Bu yüzden topu birkaç metre daha sürmeye karar verdi. Sağ kanattan Molina biraz daha ceza sahasına sokuldu, onu tutması gereken Daley Blind bir adım geç kalmıştı. Messi’nin ise başı önündeydi, Molina’ya bakmıyordu. Ama yine de görüyordu. Bakmadan görüyordu. Önünde Nathan Ake vardı, pas açısını kapatmıştı, bir pas imkânı yok gibiydi. Ama onun için her zaman bir imkân vardı. Küçük bir delik. Bir iğne deliği. Topu oradan geçirdi. Molina böyle bir pasın hakkını veremeseydi herhâlde çok eksiklenirdi.

Ken Loach’un “Looking for Eric” filminin meşhur sahnesidir. Başrolü canlandıran postacı, büyük bir hayranı olduğu Eric Cantona’ya futbol hayatındaki en güzel ânını sorar ve seçmesi için kendi hafızasındaki gollerinden bazılarını sıralar. Ama Cantona hiçbirini seçmez ve en güzel ânının attığı gollerden biri değil, verdiği bir gol pası olduğunu söyler: “Her şey güzel bir pasla başladı.”

Dün akşam da öyle oldu. Çok sıkıcı bir maçtı, sonra sıradışı bir şey oldu, Messi bir pas verdi ve her şey bu pasla başladı. İkinci yarıda Hollanda’nın bir karşılık vermesi gerekiyordu, ama bunu yapabilecek bir görüntüleri hiç yoktu, Arjantin yine Messi’nin ayağından bir penaltı golüyle farkı ikiye çıkardığında artık iş bitmiş gibiydi. 

TOTAL WOUTBALL

Sonra bir şey daha oldu: Maçın bitmesine on dakika kala Wout Weghorst oyuna girdi. Bu aslında geç bir değişiklikti. Zira maç öncesinde iki takım arasındaki en büyük fark, aralarındaki boy farkı gibi görünüyordu. Öyle ki, çeyrek finale yükselenler arasındaki en uzun takım 184.8 boy ortalamasıyla Hollanda, en kısa takımsa 177.7 boy ortalamasıyla Arjantin’di. Ve kaleci Andries Noppert’i bir kenarda bırakırsak, Hollanda’nın en uzun oyuncusu Weghorst seksen dakika boyunca kenarda beklemişti. 

Yine de uzatmalarla birlikte yirmi dakika daha vardı. Weghorst kadar olmasa da maçı çevirebilmek için yeterince uzun bir süreydi. Nitekim Weghorst oyuna girer girmez top daha çok gökyüzünde dolaşmaya başladı. Van Gaal stoperlerini de rakip ceza sahasına yolladı ve tabiricaizse Arjantin’in üstüne çullandı. Total Futbol’un mucitleri, futbolun daha ziyade bir ragbiye benzeyen köklerine kadar inmiş ve buna yeni bir isim bulmuştu: Total Woutbol.

Weghorst önce harika bir kafa golüyle farkı bire indirdi. 100. dakikanın bitmesine 10 saniye kalaysa yine sıradışı bir şey daha oldu. Hollanda, Arjantin ceza yayı üzerinden bir serbest vuruş kazandı. Herkes topun başına geçen Teun Koopmeiners’ten doğrudan kaleye bir vuruş bekliyordu. Ama o kendisinden bekleneni yapmadı. Tıpkı Messi gibi. Farklı bir şey yapmayı düşündü. Kimsenin aklına gelmeyen bir şey. Barajdaki bütün Arjantinli oyuncular zıplarken, top yanlarından yerden geçti gitti ve Weghorst’a sadece ayağını uzatmak kaldı.

HOLLANDA ÇULLANMAYA DEVAM ETMELİYDİ

Arjantin, turnuvanın ilk maçında Suudi Arabistan karşısında yaşadıkları şokun ardından ikinci büyük şokunu yaşıyordu. Bu daha da büyük bir şoktu. Yarı finale çıktıklarını düşünürlerken, bir anda her şey ellerinden kayıp gitmek üzereydi. Artık ipler Hollanda’nın elinde gibiydi. 

Dolayısıyla Van Gaal’in bir karar vermesi gerekiyordu; ya uzatmalarda da Arjantin’in üzerine çullanmaya devam edip, moralleri altüst olmuş rakiplerine son darbeyi vurmayı deneyeceklerdi ya da geri çekilip şanslarını seri penaltı atışlarında deneyeceklerdi. Kurt teknik direktör ihtiyatlı davrandı ve ikincisini seçti. 

Ama bu pek iyi bir karar gibi görünmüyordu. Neticesinde Arjantin özellikle ikinci uzatma devresinde şoku atlattı, daha iyi oynayan, pozisyonlar bulan ve bir şutu direkten dönen taraf onlardı. Dolayısıyla penaltı atışlarına da daha özgüvenli gittiler ve belki de bu sayede kazandılar. 

Van Gaal, 2014’te çok iyi penaltı kurtaran yedek kalecisi Tim Krul’u son uzatma dakikasında oyuna alarak penaltı atışlarını kazanmanın radikal bir yolunu bulmuştu. Ama bu defa kulübede Krul yoktu. Rakip takımın kalesinde ise bir penaltı canavarı vardı: Emiliano Martinez. Bu yüzden sekiz yıl sonra bir kez daha Arjantin’e karşı penaltı atışları neticesinde boyun eğdiler. Kötü anılara bir yenisi daha eklendi. 

DAHA FAZLA HOLLANDA-ARJANTİN, DAHA FAZLA MESSİ

Ama mavi-beyaz ile turuncunun altıncı buluşması, hayatımıza yine neşe ve heyecan kattı. Kriket Dünya Kupası’nda bir şekilde her zaman bir Hindistan-Pakistan maçı vardır. Belki de FIFA’nın da düzenli olarak Hollanda-Arjantin maçı ayarlaması gerekiyordur. 

Hollanda kendisi adına beklentilerin bir hayli düşük olduğu turnuvada hiçbir 90 dakikayı kaybetmedi ve yarı finali sonuna kadar zorladı. Dolayısıyla kötü bir turnuva geçirdikleri asla söylenemez. Van Gaal için de takdiri fazlasıyla hak eden bir veda olduğu kesin.

Arjantin için ise Brezilya’nın yeteneklerini çok iyi sınırlandırmayı başaran Hırvatistan’ın örgütlülüğüne karşı bundan çok daha fazlası lâzım gibi görünüyor. Ama belki de öyle değildir. Messi’ye sahip oldukları müddetçe, belki bu da yeterlidir. 

Menotti’nin öğütlediği gibi, bütün toplar Messi’ye atılmalı. Gerisi onunla rakipler arasında. Kimse karışamaz.


Onur Özgen Kimdir?

1989, İzmir doğumlu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okudu. Gazetecilik hayatına 2008 yılında aylık sosyalist bir dergi olan RED Dergisi'nde başladı. Ardından sırasıyla Campaign Türkiye, FourFourTwo Türkiye, GOAL Türkiye ve Mackolik'te içerik editörlüğü ve yazarlık yaptı. Bir dönem BJK TV'de Avrupa futbolu üzerine yorumlarda bulundu. Son olarak ise GOAL Türkiye'de yazı işleri müdürlüğü görevini üstlendi. Şu anda Gazete Duvar ve Socrates Dergi'de futbol yazarlığı yapıyor ve Parodi Yayınları'nda çocuklara yönelik olarak kurgusal biyografi türünde spor kitapları yazıyor. Ayvalık'ta yaşıyor.