YAZARLAR

Meçhul işçinin muharebe meydanları

Zaman daralıyor, harita küçülüyor. Bu adada nasıl sağ kalınır? Ahmet, büyük bir otomotiv fabrikasında bakımcı. Onun gibi boyunları cep telefonuna eğik, her gün saatlerini bağımlısı oldukları “oyunda” taktik geliştirmeye veren binlerce işçiyi anlatıyor. Ahmet'le “Bu bir hayatta kalma oyunu” dediği PUBG'den ve belirsizlikten konuşuyoruz.

Denize bakan yamaçta hızlı adımlarla yürüyor. Makileri bölen incir ağaçlarından birinin arkasında bir karaltı var. Sağdaki iki katlı eve koşar da içeri girmeyi başarırsa, belki bir M416, Kar98k, DMR ya da en azından bir pompalı tüfek bulabilir. Elinde bir levye bile yok, endişeli ama denemek zorunda.

Bu adaya şimdiye dek kaç kez düştüğünü soruyorum Ahmet'e. Adı Ahmet olsun. 38 yaşında. “Üç bin vardır” diyor. Üç bin kez, çoğunlukla tanıdıklarıyla takım kurarak, bazen de dünyanın adını bilmediği bir ülkesinden birileriyle uçaktan atlayarak bu adaya indi, haritayı açtı, kendine silahlar, dövüş aletleri aradı ve daha fazla “kill” alabilmek için elinden geleni yaptı.

Bu oyunda amaç ne, diye soruyorum. Küçük bir sessizlik oluyor, az çekinerek “İşte... Herkesi öldürüyorsunuz yani...” diyor. “Bir hayatta kalma oyunu”, böyle tarif ediyor, ama bütün hikâyenin “dümdüz öldürme” gibi de algılanmasını istemiyor. “Klasik strateji oyunları gibi değil evet, ama nasıl bir polis veya asker operasyonunda taktik yapılıyorsa burada da var” diyor Ahmet, “ekip olarak strateji kurup saldırıyoruz. Mesela binaya girmeden pencereden el bombası atıyoruz. Ya da içeride düşman varsa, önce merdivenlere sis bombası atmak iyi oluyor.”

On binden fazla işçinin çalıştığı Türkiye'nin büyük otomotiv fabrikalarından birinde mola. Pandemiyle birlikte bahçedeki ahşap masalara en fazla iki kişi oturma kuralı getirilmiş, o da karşılıklı çapraz olacak. Normalde PUBG'de bir oyun 35 dakika sürüyor. Ama örneğin imalatçıların 15 dakikalık sigara molalarına iyi denk düşen, on dakikalık oyun seçeneği de var. Adaya düş, tak tak tak, öldür ya da öl, iş başı.

Ahmet bakımcı. Fabrikada bu oyunun son birkaç yılda nasıl bir salgın gibi yayıldığını anlatıyor. Öyle ki bir ara 13 kişilik ekibinden sadece bir kişi oynamıyormuş. Hayatta daha önce hiç oyun bilmeyen ekip lideri de başlayınca biraz rahatladıklarını söylüyor gülerek. Aynı yerde çalıştığı bazı arkadaşlarıyla gerçek hayattan daha fazla “adada” görüşüyorlar. “İnsanlar sigaraya çıkıp sigara içmeyi unutuyor, o derece” diye anlatıyor harareti.

KAFA DAĞITMAK İÇİN KAFA DAĞITMAK

PUBG'nin açılımı PlayerUnknown’s Battlegrounds, Meçhul Oyuncunun Muharebe Meydanları. Çıktığı 2017'den sonra sükse yapan PUBG, özellikle en şaşalı dönemini yaşadığı 2018'de türünün rekor sayılarına ulaşarak, şirketine milyar dolarlar kazandırmış bir online oyun. Pandeminin ilk aylarında eve kapandıklarında “aşırı yüklendiği” için, oyundan güya biraz soğumuşken sohbet ettik Ahmet'le. Buna rağmen öyle şevkle anlatıyor ki, fabrika işçileri arasında gördüğü rağbetin kaynağını anlamak istiyorsunuz. Neden bu oyun? “Amaç kaçış” diyor Ahmet, “ancak böyle kafa dağıtıyoruz”. Hayatın belirsizlikleriyle dolu kafasını dağıtmak için, durmaksızın birilerinin kafasını dağıtmaya duyulan ihtiyaç yani ortadaki.

Bu ilgi için küresel geçerliliği olan bir etken, ücretsiz oynanabilmesi. Daha sonra “içeride” çeşitli aksesuarlar vs satın alınabiliyor. Ahmet, takdir ettiği bir özellik olarak PUBG'nin “gerçekliğini” vurguluyor birkaç kez. “Yıllardır oyun oynarım, en iyisi bu. Gerçek hayatta insan kaç mermiyle ölüyorsa, inanın burada da öyle. Üst düzey gerçekçilik var” diyor. Ama anlattıklarında benim için en gerçek yan, bir fabrika bahçesinde ellerindeki telefonlara kapanmış işçilerin görüntüsü. Birbirleriyle konuşmuyorlar. Aslında konuşuyorlar, haritalarda olmayan bir okyanusun ortasında, bir adadan sağ çıkabilmek için taktiklere karar veriyorlar. Aralarından bu oyunda ustalaşmış bir işçi ekibin lideri olmuş. Pusu kurmaları gerekiyor; araziden yeni mühimmat, kasklar, molotof kokteylleri, sis bombaları toplamaları lazım.

Modern kapitalist fabrika modelinde Max Weber'in işaret ettiği askeri disiplin mantığının izini, otomotiv fabrikaları üzerinden de sürüyor Richard Sennett. 1900'lü yılların başından itibaren yüksek vasıflı işçilerin motorda, kaportada bir zanaatkar gibi uzun süre çalıştığı yapı değişiyor. Uzmanlaşmanın yettiği, fazla karar ve düşünce gerektirmeyen minyatür işlere bölünme 1950'lerden sonra fabrikaların devasalaşmasıyla daha da artıyor. Bu esnada üretimi organize eden beyin işlerinin üretim sürecinden mekânsal olarak da ayrışmasını, generallerle askerlerin temasının kesilmesine benzetiyor Sennett. Fakat kurumları kökten dönüşmüş, esneklik üzerine kurulu, gücün ve kontrolün yeni mekanizmalarıyla işleyen bugünün ileri kapitalizminde, fabrika içi otorite, rutin algısı, uzmanlaşma, güvensizlik ve aidiyet daha katmanlı analizlere ihtiyaç duyuyor artık.

Oyundaki militarizm, savaşın tanım, şiddetin doz değiştirdiği bir çağ için ayrıca anlamlı. Pastoral bir manzara içinde, kendilerine yarattıkları kimi zaman neşeli, grotesk kılıklarda çatışan “sivil” oyuncular skorlarına göre rütbe kazanıyor. Bronz, gümüş, altın, platin, taç, elmas, as ve nihayet fatih. Ahmet'e göre oyunun bağımlılık yapma gerekçelerinden biri bu. Çünkü genelde herkes oyunu Facebook'a bağladığından oyundaki rütbe, gerçek hayattaki, en azından Facebook'tan sunulan kimliğin parçası haline geliyor. “Kendini kanıtlama arzusu biraz...” diyor Ahmet gülerek.

 

ALAN GİTTİKÇE DARALIRKEN 

Dört yıllık evli olan Ahmet'in zaman zaman eşiyle de arasını bozuyor PUBG. Doğrudan oyunda geçen zaman dışında, bir fabrikadaki, bir de “dışarıdaki” takım arkadaşlarıyla ayrı ayrı WhatsApp grupları var; yazışmalar gözleri telefona kilitleyen ayrı bir gerekçe. Oyunun mesai saatleri dışında sosyal hayatta, ailede yarattığı sorunlar o kadar ortak ki, bunun üzerine de strateji paylaşmaları gerekebiliyor.

PUBG'de kural gereği, zaman geçtikçe alan fiziken daralıyor. Derin bir ekonomik krizin, orta vadede dahi etkileri belirsiz bir pandeminin ortasında, çağ insansız “karanlık fabrikalara” doğru giderken bir otomotiv işçisinin hayatta kalma “oyunu” daha iyi nasıl simgeleştirilebilir? Adanın önlerine açık haritasında hareket edebilecekleri bölgenin küçülmesi, hayatta kalma şanslarının azaldığını hatırlatıyor. Planı değiştirmek, yeni taktik geliştirmek, bir şey yapmak gerekiyor. “En güzel yanı 35 dakikada her şey belli oluyor” diyor Ahmet. İşin sürüncemede kalmaması, kazandığını ya da kaybettiğini net bilmek onu ferahlatıyor. Canını sıkan bir şey varsa o da hileler. Nasıl oluyorsa mesela birden kurşun duvarı delebiliyor ya da “röntgen hilesiyle” biri saklandığı yeri anında bulabiliyor. Bu haksızlık gibi geliyor Ahmet'e, “Sonuçta emek verdiğin, zaman harcadığın oyunda haksız yere ölünce soğuyor insan” diyor. Emeğinin çalınması öfkelendiriyor Ahmet'i.

Küçük bir çocukları olduğu için Ahmet'in eşi şu sıra evde onunla ilgileniyor, çalışmıyor. O fabrikadaki on yıldan fazla tecrübesine rağmen, sadece Ahmet'in maaşıyla geçinmeleri ise zor. Mecburen annesinden destek aldıklarını söylüyor. “Fabrikanın yüzde 70'i İç Anadolu'dan çalışmaya gelmiş. Nasıl kira veriyorlar, nasıl idare ediyorlar bilmiyorum gerçekten” diyor Ahmet. “Hayat değişiyor, sömürü aynı. On yıl sonra Türkiye ya çok iyi bir yerde olur ya da daha berbat. Ama böyle kalamaz” diyor ama internetin içine doğan son kuşaktan da ümitli. Babasını sürekli telefona bakarken gördüğü için üç yaşındaki oğlu da sürekli istiyormuş. Hiç vermezlerse yaşıtlarından geri kalacağını düşünüyorlar, veriyorlar.

Çalıştığı sanayi şehrinde doğduğu ve hayatını bir nebze kolaylaştıracak sosyal ilişkilere sahip olduğu için Ahmet avantajlı. Emek piyasası ve ona bağlı tüm ilişkiler esnekleşirken maaşlı bir sanayi işçisi olmasının da hayatını daha az “belirsiz” kıldığı sanılabilir. Fakat 21. yüzyılı ayıran şey istikrarsızlığın, güvencesiz sözleşmelerle geçici işler yapanlar, işsizler, prekarya kadar ücretli emeğin de meselesi olması. Özellikle de homojen kalitede ürün gerekliliğiyle endüstriyel otomasyonun en erken girdiği ve geliştiği bir sektör için...

ROBOTLARIN BAKIMCISI OLMAK

Ahmet işe girdiği zamandan beri kendi atölyesindeki değişime inanamadığını söylüyor: “Otomotiv sektörü çok hızlı robotlaşıyor. Otomasyon grubunda üç yıl çalıştım, çok sayıda robot kurulumu yaptım. İnsanların yüzlerindeki o tedirginliği bilirim. Atölyede 200 robot varken şu an sayı 800'e dayandı. Atölyede çalışan sayısı giderek düşüyor. Ya başka yerlere gönderiliyorlar ya da işten çıkarılıyorlar. Şu an fabrikada kim bakımcı değilse, hepsi için tehdit var. Forklift operatörleri dahil. Zaten bütün düz operatörlere bakımcı eğitimi veriliyor. Zamanı geldiğinde eleyeceklerdir. On değil, belki beş sene sonra içerde sadece robotlara müdahale eden bakımcılar kalacak.”

Richard Sennett, teknolojik devrimle gelen otomasyonu, üretimde geçen yüzyıla mahsus o bürokratik yapıyı değiştiren bir etken olarak anıyor. Bugün “işe yaramazlık kabusunu” modern bir tehdit kılan gerekçelerden de biri. Makinelerin insanın yerini alacağı korkusu, bunun gerçek bir risk olmadığı dönemden beri var aslında. “Düzgün kaynak atın yoksa burayı robot yaparım” cümlesini kulaklarıyla duyan ve bu tehditle çalışan Ahmet gibiler için ise bu risk, her an karşıdaki ağacın arkasından fırlayabilecek bir karaltı. Düşündürücü olan bir yan da buharla çalışan ilk dokuma tezgahlarına karşı ayaklanan işçilerin öfkesinin de dönüşmesi. Ahmet, genel olarak sömürüden, özel olarak örneğin namaz kılan işçilerin kayırılmasından şikayet etse de, “bu rekabetçi ortamda teknolojinin gerisinde kalma lüksü olmayan” fabrikasına çok kızamadığını söylüyor. Sadece robotlara müdahale eden bakımcıların kalacağı o muhtemel gelecek, bir doğal afet, bir kader gibi hissettiriyor kendini ona. “Robotların bakımını yapan” o azınlığa girebilmek dileği, kapitalizmin özündeki sömürgeci tahayyüle, izaha açık bir katman daha ekliyor. Kaldı ki teknolojik yenilenme sadece işsizlik riskiyle değil, diyelim Ahmet atılmadı, artan üretimi aynı sayıda elemanla karşılamanın getirdiği iş yüküyle ya da mesleki formasyondaki değişikliklere uyum gibi ihtimallerle de hayatında potansiyel sorun yumağı demek.

Fabrika bahçesinde telefonlarına gömülmüş oyun bağımlısı işçiler manzarasının bir parçası da oyun endüstrisinin ağır sömürüye maruz kalan işçileri aslında. Azmanlaşan sektörün programcısından sesçisine küçük birimlere bölünmüş “üretim bandı”, kuralsız ve insafsız koşullarda çalışan yüz binlerce işçi demek. Kapitalist ve dolayısıyla cinsiyetçi, militarist, rekabetçi, şiddet manipülasyonu üzerine kurulu anaakım oyun endüstrisinin dışında başka “adalar” da yok değil. Numune olsun, İtalyan Paolo Pedercini, Molleindustria olarak 2003'ten beri sosyalist anarşist bir çerçevede, “patronsuz, sömürüsüz” oyun sektörü üzerine kafa yoruyor. Cep telefonu üretiminin karanlık yanını anlatan Telefon Hikayesi, Oligarşi, Kadersavar, Demokratik Sosyalizm Simülatörü en bilinen işlerinden. Meçhul İşçinin Muharebe Meydanları da onların oyunlarından biri olabilirmiş hakikaten.

Notlar:

Richard Sennett'in bu yazı dizisinin bütününde etkisi vardır. Burada değindiğim kitapları Karakter Aşınması (Çev: Barış Yıldırım) ve Yeni Kapitalizmin Kültürü (Çev: Aylin Onacak) Ayrıntı Yayınları'ndan. Molleindustria'nın diğer oyunları ve teorik arka plan için https://molleindustria.org'a bakılabilir. İşçilerin oyun bağımlığından haberdar olmama ve Ahmet'e ulaşmamı sağlayan Evrensel'den Arzu Erkan'a teşekkürle.

Sırada: Belirlilik balı, belirsizlik ıstırabı/ Felsefeyle bakmak/ Çetin Balanuye

Bu çağa özgü gibi gelen, bu çağı Türkiye'de yaşamanın katmerlediği “belirsizlik” üzerine 20 bölümlük bir yazı dizisinden bir parça okudunuz. Fizikten felsefeye, siyasetten sosyolojiye, hukuktan psikolojiye uzanan alanlarda; yükselen denizlere ve uyuyan fay hatlarına, devletlere ve halklara, dışımıza ve içimize bakarak bir anlama çabası bu. Bilgisiyle, tanıklığıyla eşlik edenlerle birlikte sisin ortasında birlikte bir yürüyüş.


Pınar Öğünç Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler mezunu. 1997 yılından beri çeşitli gazete ve dergilerde muhabir, editör, köşe yazarı olarak çalışıyor. Jet Rejisör (söyleşi, İletişim Yay.), İnce İş (söyleşi, İletişim Yay.), Asker Doğmayanlar (söyleşi, Hrant Dink Vakfı Yay.), Aksi Gibi (hikâye, İletişim Yay.), Beterotu ((hikâye, İletişim Yay.), Cotturuk Defterleri (çocuk, CanÇocuk) kitaplarının yazarı.