Meclis komisyonlarının gündeminde çocuk suçluluğu var
Türlü sebeplerle suça itilmiş olan çocuklar için hiçbir şekilde söz konusu olmaması gereken cezaevi sisteminin duvarları halen çok kalın ve ses geçirmiyor. Çocuklar açısından birer kapalı kutuya dönmüş olan ceza adalet sistemi, ancak gündemimizde hak ettiği yeri aldıkça ve müreffeh bir yaşama doğmuş bir çocuk kadar demir parmaklıklar ardında yaşayan çocuğun da hakları önemsendikçe düzelir.
Son dönemde “çocuk suçluluğu” konusu vicdanımı giderek daha fazla yokluyor. Artan hayat pahalılığı, gelir adaletsizliğinin keskin bir uçuruma dönüşmesi, çocuklarda uyuşturucu kullanımının yaygınlaşması, çocukları suça iten sebeplerin çeşitlenmesi bu konuya dair endişemi daha da tetikliyor elbette…
Bir yandan da Yılmaz Güney’in ölmeden bir sene önce çektiği 1983 yılı yapımı Duvar filmi düşüyor zihnime sık sık…
1970’li yılların sonunda Ankara Kapalı Cezaevi’nde başlayan ve hapishanenin en ağır işlerini yapan ve en kötü şartlar altında yaşayan gül yüzlü çocukların “dördüncü koğuşundan” çıkan bir isyanı işleyen filmde, çocukların içinde bulundukları koşullar, yoksunlukları, terk edilmişlikleri, şanssızlıkları, ama tüm buna rağmen bir türlü yok olmayan umutları ve günün birinde daha iyi hapishane koşullarına kavuşmak gibi masum hayalleri, sürekli vicdanları yokluyordu.
Politik sinemanın bence en çarpıcı örneklerinden biri olarak kabul edilen bu film, Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’ye aday gösterilmişti.
Bir çocuk suça nasıl itilir? Veya daha “resmi” ifade etmek gerekirse, “kanunla ihtilaf”a nasıl düşer?
Bir çocuğun “suç” niteliğindeki bir eylemi gerçekleştirmesinin ardında, çocukluğunda iz bırakan hak ihlalleri, ihmaller ve yoksunluklar etkili midir?
Bir çocuk, evdeki buzdolabının rafından almak varken, neden baklava çalmak zorunda kalır?
Peki suça itilen bir çocuğa özgü adalet sisteminin temel dayanakları neler olmalıdır? Yoksa çocuk tıpkı Duvar filminde olduğu gibi erkek egemen bir dünya içinde var olma, nefes alma, hayatta kalma mücadelesi mi vermeli?
Hapishaneden çıkan çocuk yeniden çocukluğuna geri dönebilir mi? Sanki hiçbir şey olmamış gibi… Sanki bir kabustan kan ter içerisinde uyanmışçasına… Sanki eve döndüğünde hayat, “duraklat” düğmesine bastığı noktadan devam edecekmişçesine…
Türkiye’nin 1995 yılından beri taraf olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına dair Sözleşme, bir çocuğun tutuklanmasını, alıkonmasını ve hapis cezasına çarptırılmasını, “başvurulabilecek en son yöntem” olarak kabul ediyor ve bu çözümün mümkün olduğunca kısa bir süre ile kısıtlanmasını şart koşuyor.
Ancak, Sözleşme’nin değişen koşullara ve toplumsal dönüşümlere uygun olarak yeniden yorumlanması ile birlikte hapis cezasının mevzu bahis bile edilmemesi gerektiği yönünde ciddi bir savunuculuk çalışması devam ediyor.
Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nden Meral Danış Beştaş’ın ilk imza sahibi olduğu, Çocuk Koruma Kanunu’nda değişiklik yapılmasına dair verilmiş olan kanun teklifi, iki hafta önce üç meclis komisyonunda da aynı anda görüşülmeye başlandı.
Şu anda Adalet Komisyonu, İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu’nda incelenen teklifin amacı; on sekiz yaşını doldurmamış çocukların hapis cezasını gerektirecek fiillerin yeniden düzenlenmesi.
Ceza sorumluluğu yaşı 12; yani 12 yaşın altındaki kişiler için isnat kabiliyetinin olmadığı kabul edilir. Çocuk Koruma Kanunu’nun belirlediği 15 yaş ise, tutuklama yasağıdır. 15 yaşına kadar çocuğu üst sınırı 5 yıla kadar olan suçlarda tutuklayamazsınız, ama yargılama sonunda yine de hapis cezası verebilirsiniz. Dolayısıyla, hapis cezası halen geçerli sadece yargılama aşamasında tutuklanamıyorlar.
15-18 yaş aralığında suç işleyen kişi için ise, ilk aşamada yaşı küçük olduğu için cezada indirim uygulanıyor; ardından hakimin takdir yetkisini kullanması sonucu başka indirimler de gündeme gelince üst sınırı beş yıl olan suçlarda hapis cezası kademeli olarak ortadan kalkabiliyor veya süresi görece azalıyor; denetimli serbestlik ve koşullu salıverme gibi düzenlemeler gündeme geliyor.
Bununla birlikte, teklifte de belirtildiği gibi, 15-18 yaş aralığındaki çocukların Ağır Ceza Mahkemeleri’nde yargılandıkları, tutuklanıp cezaevine kondukları durumlar da var. Pozantı Cezaevi’nde benzer durumdaki çocukların yaşadıkları hak ihlallerine dair belleklerimiz halen taze.
Oysa tüm uluslararası normlara göre, 18 yaşına kadar her birey çocuktur ve adalet sisteminde çocuklara dair verilecek kararlarda onların özgürlüklerinin kısıtlanması son çare olmalıdır.
Üç komisyonda birden görüşülen teklifte ise, yaş sınırı ortadan kaldırılıyor ve çocukların tümü için yargılamalarda üst sınırı beş yıla kadar olan suçlarda tutuklama seçeneği masadan kaldırılıyor.
Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği’nden Hapiste Çocuk Tematik Alan Temsilcisi, avukat Cansu Şekerci, bu konuda uzun zamandır sahada çalışan bir uzman. Şekerci ile yaptığım görüşmede, kendisi, “çocuklar için nasıl cezalandırılacaklarının tartışıldığı değil; risk ve ihtiyaç tespitleriyle birlikte onları suç ortamından uzaklaştırmaya, dolayısıyla uzun vadede toplumdaki suç oranlarını da azaltmaya yönelik bir adalet sistemi geliştirilmelidir,” diyor.
Tüm yaş aralıklarındaki çocuklar için hapis cezasını gerektirecek fiillerde bu cezanın ortadan kalkması, hakimlerin takdir yetkisine bırakılmak yerine eğer bir yasal zorunluluk haline gelirse, Şekerci’ye göre çocukların keyfi ya da sorunlu kararlara maruz kalma riskleri ortadan kalkar.
Türkiye’de çocuklar ağırlıklı olarak hırsızlık, yağma gibi mal varlığına karşı ve öldürme, yaralama gibi vücut dokunulmazlığına karşı suçlardan yargılanıyorlar.
Ağustos başında yayımlanan Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) “Güvenlik Birimine Gelen veya Getirilen Çocuk İstatistikleri”ne göre; 2010-2022 yılları arasında suça sürüklenen çocuk sayısı yüzde 148 oranında arttı. 2010’ların başında bu sayı 100 binin altında iken, geçen sene 206 binin üzerine çıktı. Geçen sene isnat edilen suçlar ağırlıklı olarak, yaralama, hırsızlık ve uyuşturucu kullanmak, satmak veya satın almak oldu.
Peki bu tür suçlara karışmış çocukların toplumla yeniden kucaklaşması, akranlarıyla kaynaşması, mahallesine her defasında boynu bükük şekilde girmemesi, eğitim ve sağlığa erişim haklarından mahrum kalmamaları veya yeni suçlara doğru savrulmaması için ne yapmalı?
Şekerci, ceza odaklı bir sistemin ve hapishanenin ıslah yönünün olmadığını vurguluyor ve başka ülkelerdeki istatistikler, sahada yapılan araştırmalar ve uzman aktarımları sonucunda, bir kişinin tahliye olduktan sonra yeniden hapishaneye dönme oranının çok yüksek olduğunu belirtiyor.
Zira çocuk adalet sisteminde çocuktan ziyade suç ve cezaya odaklanan bir kontrol anlayışı, çocuğun üstün yararını gözetmiyor ve suç işlemesine yol açan sebepleri suçu önleme hedefiyle irdeleyip onarıcı adalet hedefiyle ilgilenmiyor.
Kısacası bu sistem, çocuğu onarmıyor. Bu sistem, çocuğun psiko-sosyal ihtiyaçlarını karşılamayı önemsemiyor. Bu sistem, örgün eğitimde olması gereken, bu süreçte de alternatif yollarla denetlenmeleri mümkün olan çocukları dipsiz bir kuyuya itiyor; ancak sınırlı bir şekilde dış dünyayla iletişim kurmalarına izin veriyor. Asgari koşullu salıverilme, denetimli serbestlik modelleri ise yeterince uygulanmıyor. Bu alanda çalışan sivil toplum kuruluşlarına, hapishanelerde çocuk haklarına dair izleme faaliyetleri için yeterince serbesti tanınmıyor.
“Çocukları, yaşam ve gelişim şartlarına hiçbir şekilde uymayan hapishanelere koyarak onların ya da toplumun ıslah olmasını hayal etmek yerine hapsetmenin alternatifleri temel alınmalı. Bir uzmanın gözetimi/rehberliği eşliğinde risk ve ihtiyaç analizi de yapılarak çocuğun suç ortamından uzaklaşmasını sağlayacak, mağdur-fail-toplum üçgenindeki dengeyi de gözeten koruyucu ve destekleyici tedbirler sayesinde onarıcı adalet temelinde düzenlemeler getirilmeli,” diyor Şekerci.
Ancak burada da kamu düzeni ve çocuğun üstün yararı arasında sağlıklı bir denge kurulması zorunlu hale geliyor. Bu da kamuoyunda “ceza adaleti”nin ne olduğu, “onarıcı adaletin” nasıl işletileceği, çocukların tutukluluk halinin bir yarar doğurup doğurmadığı gibi konularda bilinç düzeyinin gelişmesini gerektiriyor.
“Mesela tutuklama yasağı dediğimizde bu çocukların bu fiillerden sorumlu tutulmayacağı algılanıyor olabilir ama tutuklama tedbiri bu değildir. Tutuklama, kişinin yargılandığı esnada kaçmasının ya da delilleri karartmasının önüne geçilmesi için uygulanan bir koruma tedbiridir. Kişi suçlu görülemez, cezalandırılamaz çünkü ceza hukukunun temellerinden biri olan masumiyet karinesinin koruması altında olmalıdır. Şayet yargılamanın sonucu hapis cezası olacaksa hükmün kesinleşmesiyle birlikte bir çocuk da bunun sonuçlarına maruz kalacaktır. Zira bu değişiklik, yalnızca belirli suç tiplerinde çocukların tutuklu yargılanmamasını sağlamaya yönelik. Cezanın infazında bir değişiklik yaratmıyor,” diyor Şekerci.
Genel anlamda bir çocuğun hapsedilmesine karşı alternatif arayışı kamu düzenini bozar mı? Şekerci’ye göre doğru bir adalet mekanizmasıyla tam tersinin gerçekleşmesi mümkün:
“Bilimsel olarak davranışlarını yönlendirme ve sonuçlarını öngörebilme kapasitesi bir yetişkine kıyasla daha düşük olan bir çocuk ya da genç, suçla ilişkilenmesi neticesinde okula gidemediği, ailesini göremediği, arkadaşlarıyla sosyalleşemediği, bir çocuk olmaktan kaynaklı ihtiyaçlarının gözetilmediği, kapalı tutulmanın ve hatta uygulamanın da getirdiği şiddetin ekseninde geçen yıllarının ardından hapishaneden çıktığında durum adalet sistemindeki hangi özne için daha iyi bir hale gelir? Bunun cevabı süregelen cezalandırıcı adalet sisteminde maalesef yok. Bunun yerine meseleyi onarıcı adalet perspektifinde ve multidisipliner bir yaklaşımla hak odaklı bir yerden tartışmamız gerektiğini düşünüyorum. Toplumsal barış, güven ve iyi olma hali ile çocuğun üstün yararı bu düzlemde dengelenebilir.”
Üç komisyonda da görüşülen bu teklifin yasalaşma veya bu doğrultuda daha kapsamlı bir yasayı etkileme ihtimali, çocukların Yılmaz Güney’in Duvar’ının ardına kapatılmamaları için eşsiz bir fırsat.
O cehennemin kapıları aralandığında, onları suça iten sebeplerdeki çaresizlik, yok sayılmışlık, toplumda “hayalet” muamelesi görmeleri, görülmemeleri, fark edilmemeleri, sevgisizlik, ihmal ve dışarı itilmişlik duygularının telafisi ceza odaklı bir adalet sistemiyle mümkün olamaz. Onları görerek, duyarak, onarıcı ve uluslararası normlara uygun bir adalet sistemi kurarak olur.
Özgürlüğe çölde kalmış çiçekler misali susayan ve türlü sebeplerle suça itilmiş olan bu çocuklar için hiçbir şekilde söz konusu olmaması gereken cezaevi sisteminin duvarları halen çok kalın ve ses geçirmiyor.
Çocuklar açısından birer kapalı kutuya dönmüş olan ceza adalet sistemi, ancak gündemimizde hak ettiği yeri aldıkça ve müreffeh bir yaşama doğmuş bir çocuk kadar demir parmaklıklar ardında yaşayan çocuğun da hakları önemsendikçe düzelir.