Medya Politik... Turkuvaz’da isim dizini: Serhat ve Sedat
Sabah’ın iki günlük performansına bakınca, ‘köşe’ler “Serhat” [Albayrak] sesleriyle uğulduyor; ama tüm gazetede bu kolektif defansa yol açan figürün adı “Sedat” bir kez olsun geçmiyor.
Sedat Peker, son salvolarında Cumhurbaşkanı danışmanı Serkan Taranoğlu, 16 yıl Bank Asya yöneticiliği yaptıktan sonra SPK Başkanlığına getirilen Ali Fuat Taşkesenlioğlu, onun kardeşi ve AKP Erzurum milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu ile TOBB Deniz Meclisi Üyesi Salih Orakçı’nın yer aldığı bir "rüşvet ve yolsuzluk" çemberine dair iddialarda bulunmuştu. Adı geçen kişilerden Zehra Taşkesenlioğlu’nun boşanma aşamasında olduğu eşi, rektörlük mertebelerine varmış ‘akademik-bürokrat’ Ünsal Ban da, hem iddiaların bir kaynağı hem de öznesi olarak bu anlatıda yer aldı. Ülke gündemi bunun sarsıntılarını yaşamaya devam ediyor. ‘Sağlık’ gerekçeli istifalar, itiraf ve inkârlar, karşı suçlamalar ve ‘savunma’ metinleri uçuşuyor havada.
Konunun MedyaPolitik köşesini ilgilendiren elbette medyayla ilişkilenen kısmı. Peker, kendisine ait olduğu bilinen hesaplar aracılığıyla bu rüşvet ve yolsuzluk çemberine ilişkin iddiaları ifşa ederken, pergelin ucunu bir an medyaya, ya da daha doğru söylemek gerekirse medyayla sahiplik ilişkisinde olan birine doğru da açtı ve şu iddiada bulundu:
“Eski SPK başkanı Ali Fuat Taşkesenlioğlu’nun arkasındaki güç, kardeşi Erzurum Milletvekili olan Zehra Taşkesenlioğlu değildir, onun arkasındaki güç eski Enerji Bakanımız Berat Albayrak’ın abisi Turkuaz Medyanın başındaki Serhat Albayrak’tır.”
Bu ilk kez oluyor. Peker daha önce medya sahipleri ve yöneticilerine, sözgelimi Demirörenlere, İhlas Grup ve yöneticilerine ilişkin çeşitli iddialarda bulundu; hatta bunlara ilişkin sansasyonel kayıtlar yayınladı. Ama Albayrak ailesi ve Turkuvaz Medya Grubu’na ilk kez ‘çengel attı’. Bu, sadece medya açısından değil, politik açıdan da önemli ve bu nedenle tam bir MedyaPolitik konusu…
O halde öncelikle Turkuvaz Medya gazetelerinin bu duruma verdiği tepkiye bakmalı.
Peker’in yazdıklarından iki gün sonra Serhat Albayrak, avukatı aracılığıyla bir açıklama yayınladı. Bu açıklama, zaten Peker’in iddialarını hiçbir şekilde haber yapmayan Sabah ve Takvim gibi gazetelerin yanı sıra grubun spor gazetesi Fotomaç’ta bile yayınlandı. Meraklı Fotomaç okuru için zorlu bir durum. Sayın Serhat Albayrak’ın kızgınlığına ve hukuki mücadelesine tanık oldular; ama onun neye kızıp neyle mücadele ettiğini öğrenmek isterlerse ‘başka’ gazetelere bakmak durumundalar!
Gerçi bu durum, takımının transfer haberlerini, hakem kararı itişmelerini kovalayan Fotomaç okuru için geçerli değil sadece. Turkuvaz Medya’nın ve hatta iktidarın ‘ana gazete’si Sabah okurları da aynı durumda. 30 Ağustos günü örneğin, Sabah’ın başlıca yazarları ‘konuya’ giriyor ve Serhat Albayrak’a yönelik saldırının, aslında Erdoğan ve hatta Türkiye’ye yönelik bir saldırı olduğuna dair yazılar yazıyorlar… Başlıkları şöyle:
Başyazar Mehmet Barlas: Turkuvaz Medya neden hedefte?
Salih Tuna: Bu film bizi kaç kez gördü
Okan Müderrisoğlu: Milli Merkez Medya neden hedef?
Sıkı bir Sabah okuru, bu üç güçlü yazarın ortak gündemine vakıf olmanın sıkıntısını çekmiş olmalı. Zira eğer başka gazete okumuyorlarsa;
Salih Tuna’nın, “15 Temmuz saldırısına karşı Sayın Serhat Albayrak’ın Başkanvekili olduğu Turkuvaz Medya Grubu’nun amiral gemisi Sabah’ın direnişe nasıl öncülük ettiği” sözlerini…
Okan Müderrisoğlu’nun, Büyük Taarruz’dan gelerek, “…yalana geniş kitlelerin inanmasını sağlama amaçlı kurgunun son hedefinin Turkuvaz Medya Grubu Başkanvekili Serhat Albayrak olması sürpriz değil” demesini…
Başyazar Mehmet Barlas’ın, “…hedefte yine Turkuvaz Medya ve Yönetim Kurulu Başkanı Serhat Albayrak var” feveranını…
...tüm bu yazıların ortak motivasyonunu ve ‘direniş çağrısı’nı anlamış olamazlar!
Belki denecektir ki, “yahu sosyal medyada herkes iddiaları gördü, okudu zaten, bir daha anlatmaya ne gerek var?”
İyi ama Mehmet Barlas’ın özetlediği ana fikir ile söylersek, “Yıpratılmak istenen aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan” ise… ya da Müderrisoğlu’nun dediği gibi “Türkiye’ye ve Cumhur İttifakı’na operasyon çekiliyor” ise…
Tüm bu yıpratmalara ve operasyonlara karşı daha ‘cesur’ olmak, iddia/iftira sahibini ve söylediklerini işaret edip bunları çürütmek gerekmez mi? Aksi halde bir tür ‘patrona destek yoklaması’ haline gelmez mi bu yazılar? Nitekim 31 Ağustos günü o ‘yoklama’ya, Sabah yazarı Şebnem Bursalı da katılıyor, “İftira siyaseti tutmaz” başlıklı, Tanıl Bora’ya falan atıflar yaptığı yazısıyla. Yine, ampirik olarak, ‘Deli Çavuş’ okumayanın anlamayacağı bir yazı!
Tamam, biliyoruz, Sabah okuru da sosyal medyadan iddiaları öğrendi. Bunları tekrar etmek istemiyor yazarlar. Ama köşe yazıları dışında gazetede yer alan haberler de karnından konuşuyor. 30 Ağustos günü, bu konularla ilgili iki haber var gazetede.
Birini Halit Turan imzalamış: Ünsal Ban’ın yakalanmasıyla ilgili bu haberde, eski rektörün “Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü bir soruşturma çerçevesinde” yakalandığı söyleniyor, ama bu habere takılıp kalırsak, Ünsal Ban’ın “rektörlük yaptığı döneme ilişkin yolsuzluk ve zimmet iddiaları” dışında bir olayla ilgisi yok sanırız!
İkinci ‘haberi’ ise Tolga Özlü imzalamış. Bu metinde de “Interpol tarafından kırmızı bültenle aranan organize suç örgütü elebaşı” diye tarif edilen bir kişinin bazı iddiaları olduğunu ve muhalefetin bu iddialara “bel bağladığını” okuyoruz. Tüm sayfada tek bir yerde ve sadece soyadıyla geçiyor bu ‘elebaşı’: “Suç örgütü lideri Peker…”
Sabah’ın iki günlük (30-31 Ağustos) performansına bakınca, ‘köşe’ler “Serhat” [Albayrak] sesleriyle uğulduyor; ama tüm gazetede bu kolektif defansa yol açan figürün adı “Sedat” bir kez olsun geçmiyor.
Suç örgütü elebaşı Sedat’a karşı, bir tür Sakarya Nehri önemi vehmettikleri, patronları Serhat’ı savunuyorlar, ama ‘düşman’ın adını bile anamıyorlar.
Belki kendileri için de aslında esas mesele bu karnından konuşma halidir: Buraya gelirken de şimdi de hep karınlarından konuşmaları…
Fakat tüm bu vantrolog yayına rağmen, Okan Müderrisoğlu’nun yazısında bir ‘ışıldak’ gibi duran şu sözlerin de hakkını vermeli:
“Bu kale sağlam sağlam olmasına da kamu yetkisi kullananlar da kendilerinden emin olup bizim kadar hukuka güvenmeli, ikna edici olmalıdır!”
‘Sedat pergeli’nin saplandığı ‘öbür uçlara’ karşı hem sitem hem de meydan okuma mı bu?