Mehmet Y. Yılmaz, Hakan Çelik'e 'Posta' tepkisi: O kadar da değil
Gazeteci Mehmet Y. Yılmaz, kurucu yayın yönetmeni olduğu Posta gazetesinin 25. yıldönümü nedeniyle yayınlanan ekte bir yazı kaleme alan Hakan Çelik'e Posta'nın nasıl kurulduğunu anlattı: "Bu gazetenin hayat bulmasında önemli rolleri olanlardan söz edilmeyip, bir de Hürriyet'te işten attığı gazetecilerin kıdem tazminatlarını bile ödemeyen Meltem Demirören'den sitayişle söz edilince 'O kadar da değil' demek ihtiyacını hissettim.
DUVAR - Posta gazetesinin kuruluşunun 25. yıldönümü nedeniyle özel bir ek yayınlandı. Posta gazetesinin kurucu yayın yönetmeni olan T24 yazarı Mehmet Y. Yılmaz, Posta yazarı Hakan Çelik'in ekte yazdığı yazıya "Malum, iktidar bizleri basından kazıyıp atmayı başaramadı ama belli ki basın tarihinden de silmek yolunda bir çaba içindeler" diyerek tepki gösterdi.
'Posta Gazetesi’nin 25. yılı: Basın tarihi yeniden mi yazılıyor?' başlıklı yazının bir bölümü şöyle:
Demirören Medya'ya ait Posta Gazetesi, dün 25. yıl eki verdi. Dünün tarihi bildiğiniz gibi 30 Kasım idi.
Posta'nın 1. sayısı 23 Ocak 1995 günü yayımlanmıştı.
Gazetenin 25. yılının 10 ay gecikerek kutlanması dikkatimi çekti.
"Neden gününde kutlanmadı da şimdi kutlanıyor" sorusunun bir yanıtı muhtemelen yok. Benim tahminim şu ki bu tür acayip işler genellikle reklam servislerinin başının altından çıkar. Bu da muhtemelen böyle bir durumdu.
Bu yazı bazı okuyucularıma "çok kişisel" gelebilir. Evet, bir yönüyle kişisel.
Ancak şu da var ki ileride "basın tarihi" ile uğraşacak olan gazeteci ve bilim insanlarını, yanlış bilgilerden korumak görevi de hayattayken bana düşen bir görevdir. Elbette bütün basın tarihinden değil, kendi kişisel tarihim ile bağlantılı olan kısmından söz ediyorum.
Malum iktidar bizleri basından kazıyıp atmayı başaramadı ama belli ki basın tarihinden de silmek yolunda bir çaba içindeler.
Buna izin veremezdim, onun için bu yazıyı yazmak zorundayım.
Posta'nın 25. yıl ekinde, Hakan Çelik imzasıyla yayımlanan yazıda şöyle bir cümle var:
"POSTA'nın kuruluş sürecinde, Türk basınında birçok yayın kuruluşunda imzası olan Mehmet Y. Yılmaz da yer almıştı."
Bunu tebessümle karşılayabilirdim.
Ama bu gazetenin hayat bulmasında önemli rolleri olanlardan söz edilmeyip, bir de Hürriyet'te işten attığı gazetecilerin kıdem tazminatlarını bile ödemeyen Meltem Demirören'den sitayişle söz edilince "o kadar da değil" demek ihtiyacını hissettim.
Posta gazetesi, bir gazeteci ve bir patronun kafa kafaya vererek "hadi bir gazete çıkaralım, para kazanalım" demesiyle yayımlanmadı.
Gerisinde Türkiye'nin o günlerde yaşadığı ciddi ekonomik kriz vardı.
Tansu Çiller'in Başbakan olmasından sonra faizleri indireceğim derken patlattığı ekonomik kriz sonucunda alınan 5 Nisan (1994) kararlarını bugün kaç kişi hatırlıyor, bilmiyorum.
Yüzde 51 oranındaki devalüasyon nedeniyle artan kâğıt ve girdi maliyetlerinin medyadaki doğal sonucu, gazete fiyatlarının o güne kadar görülmemiş derecede artmış olmasıydı.
O tarihte Hürriyet Gazetesi'nin künyesindeki unvanım Genel Yayın Müdürü Yardımcısı idi. Genel Yayın Müdürü Ertuğrul Özkök idi. Aynı zamanda da Hürriyet Dergi Grubu'nun Genel Müdürlüğü görevini yürütüyordum.
Aydın Doğan, Hürriyet'i 1994 yılı yazında satın aldı.
Artan gazete fiyatları nedeniyle kitle gazetelerinin geleneksel okuyucuları olan dar gelirli memur, emekli ve işçiler için gazete ulaşılması güç, pahalı bir ürün haline gelmişti.
Sabah ile Hürriyet ve Milliyet arasında süren sert rekabet, gazetelerin kendilerini bu yeni duruma uydurabilmeleri için yapmaları gereken zorunlu tasarrufları yapmalarını da engelliyordu.
Gazeteler sayfa sayısını azaltamadığı gibi ekler vs. ile sayfa sayısını ve maliyetlerini arttırmak zorunda kalıyorlardı. Kızışan rekabet promosyon giderlerini yukarı çekiyordu.
Tasarruf her zaman olduğu gibi bazı gazetecilerin işsiz kalması pahasına gerçekleştirilmeye çalışılıyordu.
Mehmet Ali Yalçındağ ile tanıştığımda, gazeteler böyle bir ekonomik çıkmazdaydı.
Benim kişisel çıkmazım ise, yüzde 25'i bana, yüzde 75'i Dinç Bilgin'e ait olmak üzere bir yayınevi kurmak üzere çıktığım yolda, "insanlık için küçük, benim için büyük" bir kazık yiyerek bana güvenen bir grup arkadaşımla birlikte işsiz kalmış olmaktı. O arkadaşlarım, daha sonra Posta'yı yayımlayan yazı işleri kadrosunun çekirdeğini oluşturdular.
Hem bu çıkmazı aşmak hem de gazetelerin artan fiyatları nedeniyle kaybettikleri okuyucuları, bir başka formülle geri kazanmak fikri böyle doğdu.
Yeni yapacağımız gazete, deyim yerindeyse "az sayfalı Hürriyet" olacaktı.
O güne kadar Bab-ı Âli'de "ucuz gazete" demek, her şeyiyle ucuz gazete demekti.
Çıplak kadın fotoğraflarına uydurulmuş düzmece haberler, sansasyon amaçlı asparagaslar bu tür gazetelerin temel özelliğiydi.
Posta ise 12 sayfa olacaktı, bu sayede diğer gazetelerin yarı fiyatına satılabilecekti, sansasyon değil, gerçek gazetecilik yapılacaktı.
12 sayfalık bir gazeteye, yurtta ve dünyada olan her şeyi sığdırabilmenin formülünü de ben şöyle geliştirmiştim: En uzun haber iki spottan oluşacak, en uzun spot 5 cümle olacak. En uzun cümle 6 kelimeyi geçmeyecekti.
Burada yazınca kolay görünen ancak zamanla yarışırken başarılması son derece güç bir işti bu.
Aydın Doğan'ı böyle bir işe para yatırmaya ikna eden Mehmet Ali Yalçındağ idi.
Aydın Bey, o güne kadar bildiği gazeteler nedeniyle "ucuz ve kaliteli gazete" fikrinin gerçekleşemeyeceğini, ucuz gazetelerin kaçınılmaz olarak içeriğiyle de ucuz olması gerektiğini söylüyordu.
Sonunda ikna oldu ve Posta gazetesinin 1. sayısı yayımlanabildi.
Askeri / bürokratik vesayete karşı duruşta maziyi büsbütün yok sayarak gözleri kendilerinden başkasını görmeyenlere; Posta'nın 23 Ocak 1995'te yayımlanan ilk sayısının "Paşa çocuğuna askerlik kıyağı" manşetiyle çıktığını da hatırlatayım...