Meltem Ahıska’nın ‘Yad’ındaki şiirler
Pandemi yılı biterken Meltem Ahıska’nın Metis Yayınları'ndan çıkan kitabı 'Yad' okurla buluştu. Ahıska’nın yeni kitabı bize; onun şiiri, çağımızın örneğin Edward Said, Naom Chomsky ve benzerleri gibi dünyayı yorumlamakla yetinmeyip değiştirmek gerektiği konusunda sorumluluk alan isimlerin geleneğinden bir entelektüelin, çok yönlü 'yazma eylemliliğinin' bir başka uğrağı olarak gördüğünü düşündürmesi şaşırtıcı değildir.
Meltem Ahıska dünyaya, hayata, tarihe, topluma karşı sorumluluktan kaçınmayan bir entelektüel olarak bilinen, tanınan bir isimdir. Barış İçin Akademisyenler’in “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisini imzalaması sebebiyle yargılandığı davadaki beyanı tarihe not düştüğü gibi ufuk açıcı da olmuştur. O metinden kısa bir bölüm okuyalım: “Son yıllarda toplumsal hafıza konusu üzerine çalışmaktayım. Çalışmalarım bana, hatırlamanın adalet arayışı ile yakından ilgili olduğunu gösterdi. Hafıza konusunda çalışan önemli bir düşünürün dediği gibi ‘Unutmanın karşıtı hatırlamak değil, adalettir.’ Barış talebi de hatırlama ve adalet arayışıyla ilgili. 1960’larda dünyada gündeme gelen ve yaygınlaşan ‘pozitif barış’ kavramının ifade ettiği gibi barış, sadece savaşların son bulması anlamına gelmiyor. Tarafların masaya oturduğu bir müzakereden de ibaret değil. Konumu ne olursa olsun toplumdaki herkesi ilgilendiren, adalet, eşitlik ve özgürlük arayışıyla ilgili bir yanı var.” Metnin tamamının okunmasını öneririz.
Ahıska’nın çok önemli bir başka yönü de entelektüelliğine eşlik eden şairliğidir diyebiliriz. Zamanında Defter dergisinin okuru olanlar ve Mozaik müzik grubunun dinleyicileri şair Ahıska’yla ve şiirleriyle, ilk kitabından çok daha önce tanışmıştır. Ayrıca onun, 1987-2002 aralığında yayımlanan ve yayın kurulunda da yer aldığı Defter dergisinde, yazılarının yanı sıra şiirlerinin de okurla buluştuğunu hatırlatmak isteriz.
Meltem Ahıska’nın şiirlerini ikinci defa kitap oylumunda okurla buluşturması, aynı zamanda şairliğinin tescili olmuştur. Meltem Ahıska gizli şair değildir, ama nedense bu yönü çok fazla ön plana çıkmamıştır. Bunun bilinçli bir tercih olduğu düşünülebilir. İlk kitabının sunuşundaki ifadeler, şairliğine ilişkin bakışını ve tercihini de somutlar gibidir: “Şiirlerin çoğu uzun süre dağınık çekmecelerde, eskimiş dosyalarda kaldılar. Odalardan odalara kapalı kutularda taşındılar. Ben onlardan utandım, muhtemelen onlar da benden.” Orhan Koçak da Virgül dergisinde yayımlanan “Eski Dosyalar Hâlâ Taze” başlıklı yazısında Ahıska’nın ilk kitabı “Havalandırma”yı değerlendirirken şunları söyler: “Kilit sözcük, ‘utanmak.’ Öyle anlaşılıyor ki şiire 70’li yıllarda ve sonrasında giren birçok şair gibi Ahıska da ‘modern geleneğin’ (Fikret’ten Cemal Süreya’ya kadar, kırılmalarla oluşmuş bir gelenek) zorlayıcılığını çok hissetmeden başlamış şiir yazmaya; ama böyle bir geleneğin varlığını bildiği için de kendi işlerinden belli bir rahatsızlık duymuş.”
Ahıska’nın yeni kitabı bize; onun şiiri, çağımızın örneğin Edward Said, Naom Chomsky ve benzerleri gibi dünyayı yorumlamakla yetinmeyip değiştirmek gerektiği konusunda sorumluluk alan isimlerin geleneğinden bir entelektüelin, çok yönlü 'yazma eylemliliğinin' bir başka uğrağı olarak gördüğünü düşündürmesi şaşırtıcı değildir.
Dünyanın haline, hayatın oluşuna; varlığın varlık durumundan, varoluşun varoluş biçiminden kısaca uygarlığın huzursuzluğunu iliklerinde duyumsayan entelektüelin, belli başlı eylem alanlarından biridir yazı. Toplumla yazarak konuşan ve kayıt tutan entelektüel için yazının kullanılabilir tek bir türünün olmamasıysa açık ve anlaşılır. Kuramla ilgilenen, eleştiri, deneme, inceleme yazılarıyla tanınmış isimlerin, edebiyatın sanatın değişik alanlarında ürettikleri yapıtlarının da yeni bakış açıları getirdiği bilinmekte. Bu bağlamda dünya kamuoyunun gündemine “Gülün Adı” ve “Foucault Sarkacı” gibi romanlarıyla giren ve aslında bir ortçağ tarihçisi ve filozof olan Umberto Eco’nun adını anabiliriz. “Azizler ve Âlimler”le Marksist eleştirmen, edebiyat ve kültür kuramcısı Terry Eagleton’ı da hatırlatmak isteriz. Ahmet Hamdi Tanpınar’ı da unutmamak gerekir elbette. Sıralamaya kalksak liste uzayıp gidecektir.
Entelektüellerin kuramsal çalışmalarının, uğraşılarının dışında şiir ve benzeri metinler üretmeleri, aynı zamanda düşünsel etkinliğin tek bir alana sıkıştırılmasına karşı bir özgürleşme çıkışı, kapitalist üretim tarzının uzmanlaşma zorlamasına yönelik itiraz olarak da yorumlanabilir.
Günümüzün ünlü düşünürlerinden Slavoj Žižek’in senaryosunu yazdığı, sunumunu yaptığı belgesel filmleri olduğunu biliyoruz. Yönetmen koltuğuna oturup sanatsal kaygıların ağırlıkta olduğu bir film çekse ortaya çıkacak yapıt yalnızca ilginç mi olacaktır?
Meltem Ahıska’nın ikinci şiir toplamı “Yad”a gelirsek... Kitapta, adı olmayan toplam yirmi üç parça şiir yer alıyor. Yirmi iki parçada başlık yerine kırık çizgilerin kullanıldığı dikkati çekiyor… Başta yer alan parça, aynı zamanda giriş bölümü gibi. Her parça, kitabı oluşturan bütünün tamamlayıcı birimleri gibi de okunabiliyor, bağımsız şiirler olarak da…
Kitap, giriş dediğimiz parçada yer alan “öyle konuşmaya başladı kadın” sözüyle açılıyor. Sayfayla birlikte perde de açılıyor ve şiirin ilk sahnesi çıkıyor ortaya diyebiliriz. Düşüncelerin, duyarlılıkların, farkındalıkların ön planda olduğu bir kesit sunuluyor. Sahne kitabın ilk cümlesinin devamında dile getirilen “huzur bozucu konuşma” ve “tanıdık şiddetin” yadırgandığı belirtilerek değiştiriliyor. Bahse konu girişi okuyalım:
Öyle konuşmaya başladı kadın, göktaşı çarpmış da
sersemlemiş gibi. Huzur kelimesi hüzür, hozur, hazır
parçalanarak havaya dağıldı. Yadırgıyorum şimdi
o tanıdık şiddeti.
İlk parçanın önemi aslında kitabın sonraki şiirlerine ışık tutuyor olmasında… Şu “Uzun yalan yüzyılı. Köpek sesleri ayar veriyor” dizeleri hem “öyle konuşmaya başlayan kadına” ilişkin, hem “bozulan huzura” hem de “yadırganan şiddete” dair… Bu bölümden bir başka parça aktarmak istiyoruz:
Pis sularla köpürüp içimize çekiliyoruz. Bir dalganın
üstüne binmiştik, tuzunu emmiştik, kıyıya vurduk.
Çok az zaman var, vakit geçmek bilmiyor.
Zamanın dayattığı harflerle cümleler kuruyor.
Saat kaç deyince, nasıl da şaşırıyor.
Buradan sonra artık dizeler ya da şiirin büyük, geniş metnini oluşturan satırlar, okurunun merakını daha da kışkırtıcı olmaya başlıyor.
Yaygın bir tarz olarak dikkat çeken bir tavırdır; şiir kitapları okunurken sayfaları şöyle bir karıştırılır ve gelişigüzel seçilen şiirler okunur… Bunun şiir için, şiir kitabı için yanlış okuma olduğunu söylemeye bile gerek yok. Okumayı eksik bırakan bir yaklaşım. Bu yöntem, aslında şiir kitabına haksızlık olarak değerlendirilebilir. Şiirin çoğul bir metin oluşunu umursamayan bu tavırla alt metinler, yan anlamlar, çağrışımlarla kurulmuş bir dilin anlaşılması hiç de kolay değildir. Hatta mümkün değildir. Okunan metin şiirse şu açıktır: Kitabın tamamı şiire dahildir. Ayrıca şiirde en küçük ayrıntı bile önemlidir. İmgesel değerleri olabilir. Kitap toplamında şiirlerin ve kitabın bütününü kavramak açısından sıralı okumanın daha uygun olduğu kanısındayız.
Ahıska’nın “Yad”ının kendini kolayca ele veren bir yapıt olmadığı yönünde başlangıçta oluşan izlenim, okumayı ve düşünmeyi sürdürünce değişmeye başlıyor. Bunda şairin kendini konuşuyor, kendini kendisine konuşuyor gibi algılanması tek neden değil. Metnin yapısıyla, diliyle, imgelemiyle ilgili etkenlerle de söz konusu… “Yad” toplamındaki şiirler için “şiir şahsidir” sözünün “ete kemiğe” büründürülmüş hali denilebilir. Ancak kitabın temel sorunsalı bu değil. Okuma merkezi duygulardan düşünce, duyarlılık, farkındalık boyutuna doğru genişledikçe kitabın sorunsalı da açıklık kazanıyor…
Meltem Ahıska, bizim yorumumuzla “Yad”da, zamanla uğraşıyor… Zamanın getirdikleri ve götürdükleriyle uğraşıyor da diyebiliriz… Ara verip bir parça okuyalım:
Dünyanın rahmi zaman
Bilinmeyene karşı, tüm gücüyle tutar rehinelerini
Kan ve kıyım sarmışken her yeri
Ayrım gösetmeden kollar varlık ile yok oluşu.
Modern Türkçe şiirde zamanı sorun edinmiş şairler denildiğinde ilk hatırlanan isimler Ahmet Hamdi Tanpınar ve Melih Cevdet Anday olur. Ancak Melih Cevdet Anday, Tanpınar’ın metafizik zaman anlayışını, ardışık zaman kavramını da tartıştığı şiirlerinde eşzamanlılık yaklaşımıyla aşar…
Ahıska, kitabında şiirin şahsiliği yaklaşımından uzaklaşmadan, zaman sorununu göz hizasına getiriyor, ama öyle bırakmıyor. Sorunu şiirin diline taşırken herhangi bir kapanma, gizem, örtü girişimi söz konusu değil. Aksine şair öznenin dışa dönük ve açık biçimde konuştuğunu söyleyebiliriz. Hatta şairin meselesiyle ilgili anlatımını, geçmiş ve şimdiki zaman kipinde oluşturduğu enstantaneler, değişik sahneler, kesitler eşliğinde somutlaştırdığı görülüyor. Bir parça daha aktaralım:
Ayrılmadan önce olan biten üzerine
Konuşuyoruz dostlarla.
Mümkün olabilir nasıl? demeye
Çalışıyorum.
Tek ama tek yanıt. Vigado Ter’deki
kamburdan geliyor.
Melodisi olmayan kadim şarkısıyla
Ve olanca tatlılığıyla diyor ki
ihtimaldir zamanın tek maddesi.
Ahıska şiirlerinde kendisine bakarken zamana bakıyor; zamana bakarken başkasına bakıyor da diyebiliriz. Bu sarmallık, Levinans’ın zaman tanımını hatırlatıyor. Levinas’a göre zaman, yalnız ve yalıtılmış öznenin olgusu değil, bizzat öznenin başkasıyla ilişkisidir. Ünlü düşünürün sözlerinin yanı sıra Aragon’un meşhur, “sana büyük bir sır söyleyeceğim, zaman sensin” dizesini de yâd etmeden geçmeyelim. Ayrıca sözlükte, kitaba adını veren “yad”ın, başkası anlamında da olduğunu belirtelim.
Daha az söz, daha çok şiir aktarma kuralımıza uymaya çabalıyoruz. O nedenle sözü şiire bırakacağız:
Ay’dan gelen kadın gülüyor.
Devrimler dünya gibidir
Döner de döner…
Ermeyeceğini bile bile yapmak,
Sadece buna değil
Öteki dünyalara
İşaret bırakmak…
“Yad”ı hafıza, başkası ve zaman olgularına şiirin odağından yaklaşan bir kitap olarak yorumladık… Ahıska’nın, daha çok felsefenin ilgilendiği zaman sorununa, şiirlerinde farklı bir açıdan, bir sosyolog bakış açısıyla, başkası ve hafızayla ilişkilendirerek yaklaşmış olduğu yönündeki izlenimimizi de -yanılma ihtimalini göze alarak- paylaşmak isteriz. Bilinir ki şiir her zaman, başka okumalara ve yorumlara da açık bir türdür.
Sonuç olarak diyeceğimiz “Yad”, yalnızca 2021’e değil, sonraki zamanlara da taşacak, taşınacak nitelikte parçalardan oluşan bir şiir toplamı…