Meltem Arıkan: Ortada dava yok, hepsinin uydurma olduğunu kendileri de biliyor
Gezi öncesi kaleme aldığı 'Mi Minör' adlı oyunu nedeniyle darbeye teşebbüs ettiği iddiasıyla 18 yıl hapis cezası alan Meltem Arıkan, kararı değerlendirdi: Hayat; sanatı taklit etti, ben yargılandım.
DUVAR- Gezi Parkı Davası sonuçlandı ancak yankıları hâlâ devam ediyor. Gezi Parkı Davası'nda Osman Kavala'ya ağırlaştırılmış müebbet hapis, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Yiğit Ali Ekmekçi'ye 18'er yıl hapis cezası ve tutuklama kararı verildi.
Gezi öncesi kaleme aldığı 'Mi Minör' adlı oyunu nedeniyle darbeye teşebbüs ettiği iddiasıyla ağırlaştırılmış müebbet istemiyle yargılanan Yazar Meltem Arıkan da 18 yıl hapis cezası aldı. Arıkan ayrıca yazdığı Mi Minör oyunu ile Radikal gazetesi okuyucuları tarafından yılın en iyi oyunu ödülüne layık görülmüştü.
Arıkan hem Gezi Davası kararını hem de uzun yıllardır yurt dışında yaptığı çalışmaları Gazete Duvar’a değerlendirdi.
‘YAZDIKLARI GERÇEĞE DÖNÜŞEN TEK YAZAR BEN DEĞİLİM’
'Mi Minör' ne anlatıyordu? Neden bu oyun yüzünden yargılandınız ve ülkeyi terk etmek zorunda kaldınız?
Yazdığım oyunda Gezi ile benzerlikler olduğu için yargılandım ve bu suçlamalar yapılırken dönemin başbakanı Tayyip Bey’in giydiği kıyafetle oyundaki aktörün giydiği kıyafet benziyor diye bile suçlandım. Bir sürü benzerlik oldu oyunda, bunu yadsımak mümkün değil. Ben bunları nasıl organize edebilirim ki bir yazar olarak. Birazcık akıl, birazcık vicdan. Ayrıca ben oyunu yazdığımda Türkiye’ye bir mesaj verme kaygım yoktu. Ben oyunu gençler için yapmıştım. Artık gençlerin algısı değişiyor, artık dijital dünya algısı var. Benim oyunum dünyadaki ilk dijital algıya hitap eden oyundu. Seyircinin de oyunun içinde olduğu bir alandı. Yazarken de Türkiye ile benzerlik olmasın diye çok dikkat ettim ama ortaya çıkan benzerlikler beni bile şaşırttı. Bunu da dürüstçe söyleyeyim. Oscar Wilde’ın dediği gibi 'hayat sanatı taklit ediyor'. Ayrıca yazdıkları gerçeğe dönen tek yazar ben değilim. Şimdi o dönemi ve gençleri doğru anladım ve yazıya döktüm diye nasıl terörist olmakla suçlanabilirim ki? Birazcık entelektüel bilgisi olan kişiler ‘biz bir şeyi yanlış yapıyoruz, neyi kaçırdık da bu oldu, bu kadın nasıl doğru gözlemlemiş’ derdi. Bence ben bunun için takdir edilmeliyim.
Davada mahkûmiyet kararları çıktı. Siz de 18 yıl hapis cezası aldınız, değil mi?
Avukatım 18 yıl hapis cezası aldığımı söyledi ancak yazılı sonuç henüz ona da ulaşmadığı için ben de tam anlamadım ne olduğunu. Detayları inceledikten sonra bana iletecek durumun ne olduğunu.
‘İNSANLARIN HAYATLARI İLE OYNAMAK BU KADAR KOLAY OLMAMALI’
Bu kararlara ilişkin ne söylersiniz?
Yorum yapmak çok zor. Osman 4,5 yıldır hapiste, ben buradayım. Ne diyebilirim ki? İnsanların hayatları ile oynamak bu kadar kolay olmamalı. Hani dinden bahsediyorlar, vicdandan bahsediyorlar ama nasıl bu kadar vicdansız olabiliyorlar, benim bunu anlamam mümkün değil. Bir insan olarak nasıl gece rahat uyuyorlar, bunu da anlamam mümkün değil. Çünkü ortada aslında böyle bir dava olmadığını, bunların hepsinin uydurma olduğunu kendileri de biliyor, kendileri uyduruyor zaten. Şimdi her şey bu kadar yalanken ne söyleyebilirim? Dünyanın neresinde görülmüş böyle bir şey? 'Bir insan bir tiyatro oyunu ile halkı etkiliyor, halkı isyana davet ediyor ve örgüt kuruyor.' Böyle olsaydı ne kadar kolay olurdu her şey. Hepimiz oyunlar yapar, değiştirirdik dünyayı. Sanat binlerce yıldır var ve keşke onların söylediği kadar etkili olsa. Hayatımız o zaman daha güzel olurdu. Bu kadar acımazsız bir yalan karşısında neyi tartışabilir, neyi söyleyebilirsiniz ki?
‘KADINI BİREY OLARAK GÖRMEYİ SEÇEN BİR İKTİDAR YOK, KADIN ARAÇ’
Türkiye’de kadın olmayı anlatabilmek üzerine yazdığınız kitaplar var. Yeri geldi kadına ve çocuğa yönelik cinsel tacizi de anlattınız. Ama bugün Türkiye’de masada duran en büyük sorunlardan biri kadın hakları ve kadına yönelik şiddet. İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılan bir Türkiye fotoğrafı var önümüzde. Siz Türkiye’de kadın olmanın anlamını duyurmaya çalışan bir yazar olarak nasıl yorumluyorsunuz bugün Türkiye’nin kadına bakışını?
Bu hükümet benim kitabımı da yasakladı. Aynı hükümet beni feminist düşünce yapısıyla Türk aile yapısını bozmakla suçladı. Onların hiçbir zaman kendilerine uygun olmayan düşüncedeki insanları dinlemek ve anlamak gibi bir dertleri olmadı. Farklı düşünüyorsan, ‘’Vurun kahpeye’’, durum bu.
Benim buradan gördüğüm, Türkiye minimum 50 yıl geriye gitti. ‘İleri Türkiye’ birazcık geriye doğru hareket eden bir Türkiye. Biz kadınlar için mücadele ettiğimiz zaman, Türkiye’nin durumu bundan daha iyiydi.
Türkiye’de olunca konuşmak daha kolay ama ülke dışından konuşunca ahkam kesmek gibi oluyor. Birçok kadın zor durumda ve ne yazık ki böyle giderse kadının durumu daha da zorlaşacak. Çünkü şu anda kadını birey olarak görmeyi seçen bir iktidar yok, kadın bir araç. Sevgili Duygu’nun dediği gibi kadının artık adı değil varlığı bile yok. Bizim zamanımızda adı yoktu, adı olsun diye uğraşıyorduk ama şimdi varlığı da yok. Önce kadının tekrar varlığının olması gerekecek ama yaratılan bu iklimde bu nasıl olacak? Buna cevap vermek çok zor. Benim buradan, kadınlar mücadele etsin demek haddimi aşar çünkü şu anda orada yapılacak mücadelenin karşılığı çok acımasız olabilir. Mücadelenin sonucunda bir sonuca varmaktan ziyade kendinizi hapiste bulma olasılığınız daha fazla.
‘GALLER’DE HÜKÜMET KADINI KORUYOR’
Bir kadın olarak Türkiye'den Galler'e gidip yeni bir hayat kurdunuz. Bir kıyaslama istesek sizden. Türkiye’de kadın olmak mı Galler'de kadın olmak mı? Hangisi daha zor?
Günlük hayat içinde Türkiye’de kadın olmak daha zor. Orta Galler’deyim ve burası neredeyse Avrupa’nın en fakir bölgelerinden biri. Burada da kadınlara genel hayat içinde baskılar mevcut. Kadınlar öyle hayallerimizdeki gibi yaşamıyorlar. Ancak hükümet kadınları çok koruyor. Yardım dernekleri daha çok sosyal hayatın içinde ve gerçekten inanılmaz destek veriyorlar. 1,5 yıldır burada hasta yakınlarına destek veren bir kuruluştayım. Gerçekten verdiğimiz desteği gördükçe Türkiye’de böyle bir mekanizmanın olmamasına çok üzülüyorum. Burada sizi koruyan mekanizma çok daha güçlü, öyle söyleyebilirim. Evet şiddet oluyor ama koruma mekanizmaları çok çabuk hayata geçebiliyor.
Türkiye bu noktada kendisini nasıl geliştirmeli?
Kitlesel bir değişimi bir kişinin yapması çok hayali bir şey, egosantrik bir şey. Öyle işlemiyor. Bir kişi kendi hayatını değiştirirse, etrafındakileri de değiştiriyor. O yüzden böyle büyük büyük yürüyüşlere hiç gerek yok. Değişim için önce kendimizden ve çevre ile ilişkimizden başlamalıyız.
Türkiye’deki kadınlar hiçbir zaman bedenleri ile sağlıklı ilişki kurmuyorlar. 50-60 yaşına geldiklerinde artık herhangi bir spor, fiziksel faaliyet onlar için bitiyor. Doğa ile ilişki kurmuyoruz. Başka bir hayat tarzımız var. Mesela, Türkiye’de yazlık kültürü var ama yazlığa gidince kadınlar fiziksel aktive yerine çay günleri yapıyorlar. O da olmalı tabii ama Türkiye’de kadınların en büyük problemi; bedenleri, beyinleri ve kalplerinin bir bütün olmaması. Kadınların beyinleri, bedenleri bir de cinsel organları var, bütün bunlar bir araya gelmiyor. En büyük sorun, Türkiye’deki kadınlar, "Ben ne istiyorum?" sorusunu sormuyor. "Annem ne düşünür, komşum ne düşünür, babam ne düşünür?" sorusunu soruyor. "Çocuklarım ne der?" sorusunu soruyor. Başkalarının gözleri, başkalarının sözleri o kadar önemli ki hayat hep başkalarının sözleri ve gözleri üzerine kuruluyor.
‘KADINLARA 'MAĞDUR OLMAYIN' DİYE BAĞIRAN BİRİNİN KENDİ MAĞDURİYETLERİ İLE YÜZLEŞMESİ KOLAY OLMADI’
52 yaşında bir de otizmle tanıştınız. Bunca şeyden sonra üstüne otizm sizi zorladı mı? Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Otizmle buluşmak galiba hayatın bana verdiği en büyük hediye oldu. O dönemde yakınımda birisinde otizm şüphesi vardı, otizmle ilgili kitaplar okuyorduk. Sonra bir kitap var onu okudum, "Bu baya benim hikayem" dedim. Kitabı okuduğumda, "Olabilir mi?" deyip, burada hastaneye gittim. Asperger Sendromu, otizm içinde olduğu için, resmi olarak otizm teşhisi kondu. Bu benim bütün hayatımın kilidini açan bir anahtar oldu. Çünkü bütün hayatım boyunca uzaylı olduğuma inandım. Bir tarafım çok zeki, bir tarafım iki yaşında olabiliyor. Müthiş bir maskeleme uzmanı olduğumu öğrendim. Türkiye’de yaşadığım yıllarda özellikle de son yıllarda, ne zaman stres artsa hayatıma girse hep doktordaydım, ‘bulunamayan hastalıklarım ve ben’ şeklinde yaşadık. Otizm teşhisi konuldu, hayatımda daha büyük stresler oldu ama burada hiç hastanelik olmadım. Çünkü artık neyin beni hasta ettiğini öğrendim.
Siz, 'kadınlar için mücadele eden, kadın tacizleri için uğraşan biri' diyorsunuz benim için ama hiçbir zaman kendimin bir taciz kurbanı olduğunu düşünmedim. Otizm sürecinde öğrendim ki hem fiziksel hem ekonomik hem de psikolojik olarak müthiş bir taciz yaşamışım. Büyük bir şoktu benim için. Bana söylenen, "Yalnız değilsin, otistler sınır koyamadıkları için tacizin ne olduğunu anlayamıyor" sözleri uzun zaman kulaklarımdan gitmedi. Kadınlara mağdur olmayın diye bağıran birinin kendi hayatındaki mağduriyetle yüzleşmesi kolay olmadı.
‘OTİZMDE DE KADIN OLMAK ZOR, TÜM KRİTERLER ERKEKLERE YÖNELİK’
Bu süreç çalışmalarınıza nasıl yansıdı?
Bir sürü değişik terapi yöntemleri, psikolojik danışmanlık, holistik sağlık uzmanlığı ve otizm konusu da dahil olmak pek çok eğitimler aldım ve tamamlayıcı tıp uzmanı olarak psikolojik danışmanlık yapmaya başladım. Ayrıca buradaki tamamlayıcı tıp derneğinin de resmi üyesi oldum. Bir süredir dünyanın farklı yerlerinde yaşayan otistik bireylere ve onların ailelerine koçluk yapıyorum ayrıca özellikle menopoz döneminde zorluk çeken ya da hayatındaki sorunlarla baş etmekte zorlanan kadınlara ve gençlere danışmanlık yapıyorum.
Bunların dışında bir sürü gönüllü projede yer aldım. Şimdi bir çalışma yapıyoruz. Hasta yakınları bana hikayelerini anlatıyor. Tek bir soru soruyorum: "En çok nerede zorlandınız ve çözüm neydi?" Sonra ben onların hikayelerini şiire dönüştürüyorum, zorlandıkları bölümü hikayeleştirip çözümü yazıyorum. Güzel bir seri oldu ve şimdi bu kitaba dönüşecek. Çözümleri de yaşayanların verdiği, dünyada bu anlamda yapılmış ilk iş olacak.
Bunun dışında bir otizm kitabı yazıyorum çünkü otizmde de kadın olmak bir sorun. Bütün dünyada çok uzun yıllar kadınların otistik olarak teşhis edilmesi başarılı olmamış. Son 20 yıldır benim yaşımdaki kadınların Asperger olabileceği ortaya çıkmış. Çünkü bütün otizm kriterleri erkeklere yönelik.
Burada CREDU ile birlikte “Hidden Voice” diye bir proje yaptık. Bu proje dahilinde ben birkaç otistik kadınla çalıştım ve sonunda herkes bende dahil kendi talk show’unu yazdı ve bunu sahneledik. Böylece burada ilk defa otistik kadınlar kendi hikayelerini anlatma fırsatı buldu. Seyredenler çok etkilendi ve projenin önümüzdeki sene de devam etmesine karar verildi.
"Groove dans method" diye harika bir eğitim aldım sonunda 53 yaşında dans fitness eğitmeni oldum. Bir yıldır Zoom üzerinden groove dans sınıfları yapıyorum. Şu anda ilk ve tek Türk groove eğitmeni benim. Keşke Türkiye’den daha çok kadın benimle dans etse burada 70 yaşında benimle dans eden kadınlar var ve bu beni çok mutlu ediyor.
Hiç durmayan, sürekli üreten bir kadın profili var önümüzde. Kendi hikayenizi de yani başınızdan geçenleri de yazmayı düşünüyor musunuz?
Başımdan geçenleri şimdi yazmıyorum ama bir gün yazacağımı biliyorum ama o gün henüz gelmedi. Hâlâ sürecin içindeyim, yazabilmem için sürecin dışına çıkıp, oradan bakabilmem lazım.
Türkiye’yi özlüyor musunuz?
Türkiye’yi özlemiyorum. Türkiye’de sevdiğim birkaç kişi dışında hiçbir şeyi özlemiyorum. Sokaklarında, caddelerinde anılarımda sadece ve sadece gözyaşım var. "Ne hatırlıyorsun?" dersen, Türkiye benim için bir acılar bütünü.
Tüm bu yaşananlar geçip gitse de Türkiye’ye dönüp yaşama fikri çok uzak mı?
Büyük konuşmak istemiyorum ama gönlüm hiç Türkiye’de yaşamak istemiyor. Bir gün öleceksem Galler’de ölmek istiyorum.