Merak ve tasarım
Uzmanlar merakımızı alevlendirmek için, daha araştırıcı olmamızı, rutinlerimizden dışarı çıkmayı, yürüyüş yapmayı ve çevremizi fark etmemizi, işleri biraz oluruna bırakmamızı, çevremizi sık sık değiştirmemizi, soru sormamızı, cesaretli olmamızı öneriyorlar.
İşim gereği üniversite öğrencileri ile çok sık buluşuyorum. Aydınlatma alanında faaliyet gösteren bir şirkette çalışıyorum ve bu tüm ekibimize olduğu gibi bana da dünya üzerinde bu sektörde neler olup bittiğini, en son teknolojileri yakından takip etme şansını veriyor. Türkiye’de henüz aydınlatma tasarımı üzerine uzmanlaşmış bir lisans programı yok. Bu nedenle mimarlık, iç mimarlık veya tasarım bölümlerinde okuyan ve kariyerlerinde ışığın tasarımı üzerinde uzmanlaşmak isteyen öğrencilerin yerel kaynakları epey az. Kimi bölümlerde bu konuda dersler var ve ne mutlu ki ülkemizdeki pek çok üniversitede bu dersleri yürüten sevgili hocalarımız yoğun bir biçimde biz profesyonellerle temas kuruyorlar, en son yenilikleri, teknik bilgileri öğrencileri ile paylaşmamızı istiyorlar. Bu bilginin daha ötesi için düzenlenen çeşitli seminerlere, sertifika programlarına katılmak; mümkün ise bir yolunu bulup yurt dışındaki kimi programlarda eğitimi uzmanlaştırabilmek gerekli.
Işık önemli bir konu ve hakkında gerçekten de çok az şey biliyoruz. Türkiye’de günümüzde aydınlatma tasarımcısı olarak çalışan profesyonellerin sayısı inanması güç ama 50’yi geçemiyor; bu alanda yazılmış çok az makale, kitap var. Yurt dışında basılan zengin yayın içeriği maalesef Türkçeleşmiyor. Kendi çapımızda bu tür bir çaba içerisindeyiz ve işimiz ışık olduğu için bu tür yazılı kaynakların üretiminin dışında çeşitli etkinliklerle ve bu türden davetli buluşmalarla gelen taleplere cevap vermeye çalışıyoruz,
İtiraf etmeliyim, işimin en sevdiğim kısmını işte bu gençlerle buluşma faslı oluşturuyor. Onlara hayatlarında ilk kez gördükleri teknolojileri, tasarımları göstermeyi çok seviyorum. Onlardan gelen sorular bana merak seviyelerini gösteriyor ve kimi zaman bu karşılıklı etkileşim oldukça motive edici oluyor.
Diğer yandan, son yıllarda onlarca üniversite ve yüzlerce öğrenci ile bu tür ortamlarda buluşma şansı yakalamış biri olarak, üniversite düzeyinde meraklı insan oranımızın nasıl da düşük olduğunu gözlemliyorum. Bunu sadece bu davetli konferanslarda değil, staj için başvuran öğrencilerde, genç insan kaynağı ile yaptığım mülakatlarda da gözlemlemek mümkün.
Geçtiğimiz hafta içerisinde yaptığım söyleşilerden birinde yaklaşık 20 kişilik bir gruba aydınlatmada ürün, malzeme, doku tipolojisini anlattım. Dersin içeriği ile paralel olarak bana ürün kimliği yaratmada bu unsurların rolü hakkında bilgi vermem istendi ve ben de heyecanla, her gün birlikte olduğum ürünlere, markalara, tasarımlara bu gözle bakarak içeriğimi hazırladım.
Kişisel olarak merakım yüksektir; sokakta geçen meraklı bir çocukluk geçirdim; ailemde sevgili babam hariç pek kimse bana bir şey anlatmadığından hemen her şeyi kendim araştırarak öğrenmek durumunda kalmıştım. Sanıyorum bazı bilgilerin, konuların önüme hazır biçimde konmaması karakterimi meraklı, aradığı soruların cevapları peşinde koşan ve bunun için de kaynaklara ulaşmasını iyi bilen biri haline getirdi.
İnstagram, TikTok ve Youtube’un olmadığı, internetin bile olmadığı çağda ansiklopediler vardı. Şanslıyım ki evimizde Meydan Larousse başta olmak üzere pek çok seri ansiklopediler, resimli bilgi kitapları mevcuttu ve biraz daha büyük okul kitaplıkları, kent kütüphaneleri, Amerikan ve İngiliz Kültür dernekleriyle tanışıncaya kadar sanırım bunlar benim her şeyimdi.
Son üniversite konferansımda, tam da bir orta yaşlı insana yaraşır biçimde kendimi gençlere, “Şimdi çok şanslısınız, elinizde her türlü bilgiye ulaşma aracı, imkanı var” derken buldum; ve kuşkusuz bu bir klişe. Gerçek ama klişe.
Bana bunu söyleten onlara sorduğum dünyaca ünlü bir tasarımcıyı hayatlarında ilk kez duymuş olmalarıydı. Bir taksi şoförünün İstanbul üzerindeki tüm sokakları ezbere bilmesinin imkansızlığı gibi, kuşkusuz öğrencilerden de tüm tasarımcıları bilmelerini bekleyemeyiz. Ancak bu tasarımcı Nendo’nun kurucusu Oki Sato ise, İstanbul’un seçkin bir üniversitesinin üçüncü sınıf öğrencilerinden biraz meraklı olmuş olmalarını dileyebiliriz. Hiç merak etmemişlerdi.
Bizler yazıp çiziyoruz ancak gençlik aslında pek de bunları okumayı sevmiyor. Dergileri, gazeteleri pek takip etmiyorlar. Dijital alanlarda mesleki olarak neyi takip ettiklerini sorduğumda cevap yine çoğunlukla Instagram olarak geliyor. Bu ülkede tasarım gençliği edebiyat, haber, mesleki gelişim ihtiyaçlarının tümünü Instagram hesaplarında kaydırma yaparak sağlıyor gibi distopik bir çıkarıma doğru hızla koşuyorum beynimde ve açıkası heyecanla beni bu inancımdan kurtaracak bir nesil ile buluşmayı arzuluyorum.
Çok değil; bir iki yıl içerisinde tasarım mesleğini icra edecek bireyler olarak global tasarım ajandasındaki kimi öncü figürleri tanımamış olmak, onların işlerini, yapıtlarını, felsefelerini irdelemeden bu mesleğe atılıyor olmak benim yaklaşımım değil. Hippocrates tanımadan doktor, eczacı olunamayacağı gibi, Vitrivius ve Palladio’nun kıyısından geçmeden mimarlık yapılamayacağı gibi, bir tasarımcı da tasarım yaklaşımları ile dünyaya yenilik sunmuş/sunan kimi isimleri bilmeli.
İnsan bu okullarda öğrenci iken üstelik daha çok meraklı olmalı, meraklarının peşinden koşmaya daha çok zaman ayırmalı; çünkü sonradan böyle bir rahatlık ve zaman lüksü nadiren bulunabiliyor.
Meraksızlık kültürel bir alışkanlığımız olabilir. Zira kelime 17. yüzyıla dek lugatımızda yok. Türkçe’deki merak kelimesinin kökeni Arapça Rikka kelimesi olarak bildiriliyor. Tarihteki en eski kaynak 1300 yılından önceye dayanıyormuş. Rakka fiili, “incelik ve duyarlılık gösterdi” anlamına geliyor. Bu anlam Latin dillerinde de aynı. İngilizcesi 'curiosity' olan merak kelimesi, öğrenmek için dikkat etmek, dikkatli olmak anlamına gelen Latince cura/care kelimesinden türüyor; kelime medikal bakım anlamına gelen de dahil olmak üzere zaman içerisinde olumlu ve olumsuz notasyonlarda kullanılabiliyor.
Bilim insanları bu özelliğin yaşamsal bir dürtü mü yoksa sonradan kazanılan bir beceri mi olduğunu araştırıp durmuşlar ve çoğunluk bunun sonradan geliştirilen bir özellik olduğu konusunda yoğunlaşmışlar.
Eğer merak olmasaydı, bugünkü yaşamlarımız olmazdı. İlaçlar, yapılar, araçlar, kısaca bu evrendeki tüm yaşam öykümüz bazı insanların bazı konuları merak etmesi ile şekillenmiştir.
Colombus’nun merakı Amerika’yı keşfettirmişti, sanıyorum hepimiz Musk’ın merakı sayesinde gündemimize Mars gezegenini sokabildik. Kuşkusuz uzay merakı Elon Musk’tan çok önce başka meraklı ve tutkulu keşifçilerin dürtüleri ve çalışmaları ile başladı. 1899 yılından bu yana aklına Mars’a yükselmeyi koyan bu isimlerden en öncüsü Robert Goddard Worchester olarak tarihe geçmiş; Goddard, kendisine H.G. Wells’in kitaplarının ilham verdiğini belirtmiş. 16 Mart 1926 tarihinde dünyanın ilk sıvı yakıtlı roketini uzaya fırlatan bu meraklı mühendis, NASA’nın roket teknolojilerinin babası olarak anılıyor. Goddard doğruya ulaşmak için dünün hayalini, bugünün umudu ile birleştirip yarının gerçeği olarak görmek gerektiğini salık vermiş. Bu hayal ve umut, Santa Maria, Nina ve Pinta isimli gemileri ile okyanuslarda bir bilinmezin peşinde koşan Colombus’u da besleyen dürtülerdi muhakkak. “Eğer karanın görüntüsünü kaybetme cesaretin yok ise okyanusu geçemezsin” sözü bana da pek çok kez ilham vermiştir.
Meraklılık biraz cesaret ister. Özgüvenli bir nesil aynı oranda meraklı da olabilir; çünkü karayı kaybetmekten, hata yapmaktan, aradıklarını bulamamaktan korkmayacaklardır. Gençlerde gözlemlediğim bir başka durum bu ruh hali ile tam tamına zıtlık içerisinde. Yeni nesil aksine her şey net planlı ve hızlı olsun istiyor. Kariyer yolculukları için nasıl kesin hatlar belirleyebileceklerini soruyorlar bana. Hata yapmak istemiyorlar. Belirli bir yaşam standardına, üne, şöhrete, paraya hemen kavuşmak istiyorlar. Attıkları adımların tümü doğru adımlar olsun istiyorlar. Daha az çalışmak, yorulmadan daha çok kazanmak istiyorlar. Etraflarındaki her şey doğru, uygun ve ideal olsun istiyorlar. İş yerlerindeki arkadaşları ideal karakterler olsun, yöneticiler kusursuz kimseler olsun diye bekliyorlar. Pek çoğunun bulundukları yeri “daha iyi bir yer” yapma ideali yok; kendileri dışında bir şeylerin orayı daha iyi yapmış olmasını bekliyor gibiler. Bunlar benim kişisel gözlemlerim; pek çok psikiyatri uzmanı, sosyolog, antropolog bu konularda, bu bakış açılarında derinleşiyorlar e ben de meraklı bir kişi olarak anlamak ve öğrenmek için rastladıkça bilgilenmeye çalışıyorum
Meraksızlığımız ortada. Aileden başlayarak bir bireyin okul yaşamında meraklı bir insan olmasını sağlayacak ortamların ve karşılaşmaların önemi bir kez daha ortaya çıkıyor.
İzlediğim son filmlerden birinde NewYorklu ve çok da ünlü bir opera yazarı yaratım bunalımına giriyor. Üzerindeki baskıdan ezildiği bir sabah, eşi ona dışarı çıkmasını, parkta yürümesini ve yabancılarla konuşmasını öğütlüyor ve adamı kapının dışına, deyim yerinde ise, atıyor. Amaçsızca yürümeye başlayan besteci hiç tanımadığı bir kadın ile tanışıyor ve tümü ile farklı, alışılmadık bir yaşamı olan bu kadın ve onun hayatı besteciye müthiş bir eser için ilham veriyor.
Uzmanlar merakımızı alevlendirmek için, daha araştırıcı olmamızı, rutinlerimizden dışarı çıkmayı, yürüyüş yapmayı ve çevremizi fark etmemizi, işleri biraz oluruna bırakmamızı, çevremizi sık sık değiştirmemizi, soru sormamızı, cesaretli olmamızı öneriyorlar. Yazımda bahsettiğim Nendo isimli tasarımcıdan özellikle bahsetmedim; meraklı okuyucularımın Oki Sato ve 2002 yılından beri çalışmalarını yürüttüğü firması Nendo’yu kendilerinin araştıracağını umuyorum.
Özlem Yalım Kimdir?
Ankara doğumlu, İstanbul’da yaşıyor ve aydınlatma sektöründe strateji ve marka yöneticisi olarak profesyonel kariyerine devam ediyor. 1995 yılında ODTÜ Mimarlık Fakültesi, Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nden lisans derecesi aldı, tasarım mesleğinin hemen her alanında gerek kendi firmalarında gerekse çeşitli kurumsal firmalarda ve pozisyonlarda rol aldı. Sivil toplum çalışmaları gerçekleştirdi, uluslararası sergilerde koordinatör ve katılımcı olarak yer aldı, pek çok yarışmanın yazımında ve jürisinde katılımcı oldu. Aydınlatma başta olmak üzere halen tasarımla ilgili alanlarda eğitimler, atölyeler ve konferanslar vermekte. Tüm meslek yaşamı boyunca düzenli olarak çeşitli aylık mecralarda mesleki yazılar yazan tasarımcı, 2013-2015 arasında Optimist dergisinde aylık köşe yazarlığı yaptı. 2018 yılından bu yana sırasıyla Cumhuriyet Pazar, T24 ve Gazete Pencere Pazar’da haftalık köşe yazarlığı yaptı. ‘Bidebunu izle’ Youtube kanalında Şehirler/Şekiller programını, Açık Radyo’da Rotatif programını (cohost) hazırladı ve sundu. Yaratıcı endüstriler alanındaki kritikleri ve ürettiği içerikler talep üzerine halen farklı mecralarda yayınlanıyor. Bunlar arasında Arkitera, Manifold, Sanatatak, Art Unlimited, Oggusto gibi yayınlar sayılabilir. NTV kanalında yayınlanan TurkMucit yarışmasının jüri üyeleri arasında bulundu; İstanbul Tasarım Bienali’ni tasarladı ve İKSV ile birlikte hayata geçirdi. İKSV de görev yaptığı 2010-2014 döneminde iki kez Turkishtime dergisi tarafından üst üste Türkiye’nin en yaratıcı 50 profili arasında gösterildi. Kanada’da yaşayan ve çalışan bir kızı var.
Festivallerden felsefeye ışık hakkında notlar 10 Kasım 2024
Simetri: Duygu dünyamızla tasarım arasında güçlü bir bağ 03 Kasım 2024
Tasarımda global disiplinlerarası pratik: Snøhetta 27 Ekim 2024
Fransa’dan İtalya’ya tasarım 20 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI