YAZARLAR

Merkez Bankası'nın sınavı yeni başlıyor

Şimşek programının bir ‘şok terapisi’ olarak formüle edilmemiş olması, halen iktidarın iki sermaye fraksiyonu arasında bir denge gözetmeye çalıştığını gösteriyor. Ancak TCMB, daha fazla faiz artışına gitmek zorunda kalırsa, iktidar bloğuna yeni dahil olan sermaye kesimlerinin yavaş yavaş tasfiye olmaya başlayacağını görebiliriz.

Yaklaşan yerel seçimler öncesindeki son Para Politikası Kurulu toplantısı yaklaşırken, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) faiz kararının ne olacağı, bir kere daha ekonomi gündemini belirler hale geldi. Bu yazıda, geçtiğimiz Aralık ayında faiz artışlarının sonuna gelindiğini ilan eden TCMB’nin ve daha genel olarak da Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in vurguladığı yeniden dengelenme programının hareket alanının iyice daraldığını ileri süreceğim. Önce Şimşek programı üzerinde belirginleşen kara bulutların koyulaşmasına, ardından da TL’nin değerlenmesine ve ücretlerin baskılanmasına dayanan Şimşek programının sınırlarına işaret edeceğim.

KARA BULUTLAR KOYULAŞIYOR

Geçen haftaki yazıda, Şimşek programı üzerinde kara bulutların toplanmaya başladığına işaret etmiştim. TCMB’nin rezervlerini kullanarak TL’yi savunması, faiz dışı makroihtiyati araçlarla piyasaya yapılan müdahaleler ve bunlara rağmen özellikle uluslararası finans kurumlarından gelen değerlendirmelerde faiz artışı beklentilerinin artması, artan kara bulutların üç önemli bileşenini oluşturuyordu.

Geçen haftadan bu yana, her üç bileşende de toplanan kara bulutların rengini daha da koyulaştıracak gelişmeler yaşandı. İlk olarak, TCMB’nin rezerv kullanımı 2023 seçimleri öncesindeki seviyelere yaklaştı.

İkincisi, yeni makroihtiyati önlemlerin açıklanmasıydı. Bunlar arasında en önemlisi kredi kartı faizlerinin artırılmasıyla ilgili düzenlemeydi. Özellikle eksiye düşen mevduat hesaplarından nakit avans çekenlerin sınırlanmasına yönelik düzenlemeler, TCMB’nin gözünü kararttığını ve geçinmek için borçlanmak zorunda kalanların dahi üzerine gittiğini gösteriyor.

Üçüncü bileşenle, yani faiz artışı beklentisiyle ilgili de somut gelişmeler yaşandı. Uluslararası finans kapital temsilcilerine ek olarak, içeride de bazı kurumlar ve yorumcular TL’deki değersizleşme baskınının durdurulabilmesi için yeni faiz artışının gerekli olduğunu açıkladı. Buna ek olarak bankalardaki döviz hesaplarındaki artış, hanehalkının da TL’deki değersizleşme beklentisini sürdürdüğünü gösterdi.

Bu üç gelişme de TCMB’nin 21 Mart’taki faiz kararını daha önemli hale getirdi.

TL’NİN REEL OLARAK DEĞERLENMESİ

Gerek TCMB metinlerinden gerekse ekonomi yönetiminden gelen açıklamalarından, Merkez Bankası'nın para politikası çerçevesinin iki temel üzerinde yükseldiği anlaşılıyor. Bunlardan ilki reel ücretlerin baskılanması. Gerek Nebati programında faiz indirerek, gerekse Şimşek programında faiz artırarak reel ücretler baskılanmıştır. Bu konuya daha önce çeşitli vesilelerle değindiğim için, bu yazıda TCMB’nin para politikası çerçevesinin ikinci önemli bileşenine eğileceğim.

Daha önceki açıklamalara paralel olarak, TCMB’nin 29 Şubat 2024’te açıkladığı Para Politikası Toplantı Özeti’nde TL’nin reel olarak değerlenmesi, ‘dezenflasyonun ana unsurlarından’ biri olarak değerlendirilmiş. TCMB’de başkan değişikliği sonrası yapılan ilk Enflasyon Raporu toplantısında, enflasyondaki değişimin yıllık değil aylık olarak takip edilmesine işaret edilmişti. Bu ikisini bir arada düşündüğümüzde, TL’deki değersizleşmenin aylık enflasyonun altında kalması, TCMB’nin temel stratejisi olarak görülüyor.

Bu yaklaşım, 2018’deki döviz krizi sonrasında zamanın Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak tarafından dillendirilen, 2020’deki Kovid-19 salgını sonrasında denemesi yapılan ve 2021-2023 arasında da uygulanan rekabetçi kur politikasının tam tersini savunuyor. Bir başka ifadeyle TCMB’nin ve Şimşek programının temel stratejisi, 2002-2013 arası dönemdeki gibi sermaye girişlerini cezbedecek bir faiz verilerek TL’nin değerlenmesiyle ve böylelikle ithal fiyatlarının düşmesi ya da enflasyonun altında kalmasıyla enflasyonun kontrol edilebileceği varsayımına dayanıyor.

UZATMALI AĞBAL DÖNEMİ Mİ?

Bu politikanın uzun soluklu olacağından ve mevcut para politikasının Türkiye’nin bundan sonrası için belirlenmiş bir büyüme stratejisinin parçası olarak uygulandığından iki nedenle emin değilim. İlk neden, uluslararası konjonktürün 2002-2013 arasından farklı olması. Yani politika yapıcıların niyetleri bu olsa da, bunun maddi temelinin olmayabileceği. Her ne kadar 2024’ün ikinci yarısında ABD ve AB’de faiz indirimleri gündemde olsa da, bu seferki küresel finansal genişlemenin öncekiler gibi etki yapacağının bir garantisi yok. Hele finansal akımlardan değil de doğrudan yatırımlardan bahsediyorsak, doğrudan yatırımlardaki yavaşlamanın yeni küresel ara rejim nedeniyle daha da belirginleşeceğini söyleyebiliriz.

İkinci neden, değerli TL stratejisinin dayandığı toplumsal sınıflar ve sınıf fraksiyonları ile ilgili. Bilindiği gibi rekabetçi kur söylemi, denemesi ve sonrasındaki uygulama Kovid-19 salgınını fırsat bilip, reel ücretlerin baskılanmasına ve TL’nin değersizleştirilmesine dayanarak uluslararası alanda pazar kapma girişimi yapan ihracatçılar ile siyasi iktidarın dönemsel olarak çıkarlarının uyuşmasıyla oluşan yeni bir iktidar bloğu bileşimi neticesinde şekillenmişti. Şimdiye kadar yapılan faiz artışları ile henüz bu seçim öncesi oluşan bu iktidar bloğunun tamamen dağıtıldığını söyleyemeyiz.  

Zira Şimşek programının bir ‘şok terapisi’ olarak formüle edilmemiş olması, halen iktidarın iki sermaye fraksiyonu arasında bir denge gözetmeye çalıştığını gösteriyor. Şimdiye kadar faiz konusunda izlenen bu ‘mutedil’ yol, denizcilikte kullanılan tabirle ‘boş almaya’ (gevşek halatı germek için fazlasını çekmek) benziyor. Tam da bu nedenle, 2019’daki yerel seçim öncesinden farklı olarak, bir ekonomik daralmadan ve işsizliğin patlamasından henüz bahsetmiyoruz.

Ancak TCMB, yukarıda özetlediğim kara bulutların yoğunlaşması nedeniyle daha fazla faiz artışına gitmek zorunda kalırsa, iktidar bloğuna yeni dahil olan sermaye kesimlerinin yavaş yavaş tasfiye olmaya başlayacağını görebiliriz. Bir başka ifadeyle, uzatmalı bir Ağbal döneminden mi geçiyoruz, yoksa gerçekten 2013 öncesi politikaya dönüş mü yapıldı sorusuna yanıt vermek için TCMB’nin atacağı adımları ve seçim sonrasında değerli TL politikasının ne kadar süreceğini görmemiz gerekiyor.


Ümit Akçay Kimdir?

Doç. Dr. Ümit Akçay, 2017 yılından bu yana Berlin Ekonomi ve Hukuk Okulu’nda (Berlin School of Economics and Law) ders vermektedir. Akçay lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde, yüksek lisans ve doktora eğitimini Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kalkınma İktisadı ve İktisadi Büyüme programında almıştır. Güncel olarak, büyüme modellerinin ekonomi politiği, merkez bankacılığı ve finansallaşma, yeni otoriterliğin ekonomi politiği konularıyla ilgilenmektedir. Daha önce İstanbul Bilgi Üniversitesi, ODTÜ, Atılım Üniversitesi, New York Üniversitesi ve Ordu Üniversitesi’nde çalışmıştır. Akçay, Krizin Gölgesinde En Uzun Beş Yıl: Türkiye'de Kriz, Devlet ve Siyaset (İstanbul, Doğan Yayınları, 2024), Para, Banka, Devlet: Merkez Bankası Bağımsızlaşmasının Ekonomi Politiği (İstanbul: SAV, 2009) ile Kapitalizmi Planlamak: Türkiye’de Planlamanın ve Devlet Planlama Teşkilatının Dönüşümü (İstanbul: SAV Yayınları, 2007) kitaplarının yazarı; Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş: Küresel Kapitalizmin Geleceği (Ankara: Notabene Yayınları, 2016) kitabının ortak yazarıdır. Akçay’ın Cambridge Journal of Economics, Contemporary Politics, Globalizations, Internaltional Journal of Political Economy, European Journal of Economics and Economic Policies ve Journal of Balkan and Near Eastern Studies gibi dergilerde uluslararası yayınları bulunmaktadır.