Metin Akdemir: Queer ve kadın karakterlerin olduğu anlatılar iktidar tarafından sevilmiyor
Yönetmen Metin Akdemir ile belgesel sinemayı konuştuk. Akdemir, "Egemenler her şeye hışımla geliyorlar. Son dönemde queer karakterlerin yazılamaması, yazılsa da sansürlenmesi fobik ve düşmanca" dedi.
DUVAR - Üniversite eğitimi için İstanbul’a gelen Metin Akdemir, sinema ve kadın çalışmaları alanında eğitimini tamamlar. Ben Geldim Gidiyorum ve Küpeli isimli iki kısa belgesel yapan Akdemir, çok sayıda festivale katılır, ödüller alır. Bu yıl, Hayalimdeki Sahneler isimli ilk uzun metraj belgeselini çeken yönetmen, başta Antalya Altın Portakal ve İstanbul Film Festivali olmak üzere pek çok festivale katılır. 12. Amsterdam Queer&Migrant Film Festival ve 12. International Queer Film Festival “Merlinka"da da yarışan film, Türkiye Sineması’nda kadının odakta olduğu üç film üzerinden yola çıkarak, bazı sahnelerin “devamını” kayda alıyor.
Bir yandan da güncel sanat alanında aktif olarak bir sanat kolektifi ile 5 yıldır çalışan Akdemir, Queer Feminist bir sanatçı grubuyla bu politik alandan içerikler üretiyor, sergiler yapıyor. Akdemir ile bir araya geldik ve belgesel sinemanın estetiğini, üretim koşullarını ve önümüzdeki süreçteki programını konuştuk.
Kavramsal olarak bakıldığında belgesel sinema, diğer sanat dallarına nazaran gerçeğe sadık kalmasıyla öne çıkıyor. Zihninizde belirlemeye başlayan bir fikir belgesele varmadan önce, tıpkı bir ağacın dalları gibi kurmacaya, hayali olana uzanıyordur muhakkak. Bu durum bir sanatçıyı kısıtlamaz mı?
Tam aksine ben kurmaca dünyanın plastik olduğunu ve/veya straight (düz) dünyanın işgali altında olduğunu görüyorum. Bu alan erkekler tarafından yoğun biçimde domine edilmekte. Bundandır ki belgesel yaratım alanının daha saf, cinsiyetsiz ve gerçek kalabildiğini düşünmekteyim. O ağacın dallarını ışık, makyaj, animasyon ve çeşitli kurmaca elementleriyle formunu bozmaktansa belgeselin pürlüğüyle belgelemenin ve kaydetmenin daha kıymetli olduğuna inanıyorum.
'ONLİNE İZLEME PLATFORMLARINDA BELGESEL DİZİNİN OLMASI İZLEYİCİ ALIŞKANLIKLARINI DEĞİŞTİRDİ'
Türkiye’de belgesel sinema pek önemsenmez. Festivallerde geri planda kalır, TV satışı yapılmaz, kaynak yaratmada sıkıntı yaşanır. Kendinizi “üvey evlat” gibi hissediyor musunuz?
Son dönemde belgesel alanında Türkiye’de türler arası artık daha melez bir tür görünür oldu. Online izleme platformlarında belgesel dizininin olması izleyici alışkanlıklarını da değiştirdi. O yüzden belgesel üvey evlattan ziyade evlat dahi değil, tek başına var olan kan bağı olmayan ama içeriden başka bağlarla diğer janrlara ses eden, el atan bir tür benim içim. Ve popülerliği gittikçe artacaktır. Metodolojik olarak belgesel türüyle oynamak bana heyecan verici geliyor. Kısa saç gibi belgesel; çok model veremezsin gibi düşünürsün ama yüzlerce farklı stil deneyebilirsin. Kurmaca benim için uzun saç oluyor bu noktada; demode ve alışılageldik.
Bir estetik tercih olarak belgesel için, sinemanın özü, kaynağı diyebiliriz. Zira çekilen ilk filmler belgeseldi. Tarihsel bağlam içinde, belgeselin bugüne ulaşma serüvenini, geçirdiği değişimleri nasıl yorumluyorsunuz? Kendinizi bu gelenek içinde nerede görüyorsunuz?
Bu soru çok uzun bir konu, belgesel sinemaya tarihsel bir bağlam çizmem biraz uzun bir zaman gerektirir ama belki beni etkileyen ve ilham veren insanlardan bahsedebilirim. Joris İvens, Chris Marker, Belmin Söylemez, Berke Baş beni etkileyen ve anlatımları ile yol gösteren sanatçılar ve yönetmenler.
Özellikle sosyal medyada, hazır bilgi veren birtakım Youtube içerikleri belgesel olarak tanımlana geliyor. Bu noktadan yola çıkarak iki ayrı soru soracağız. İlki, belgesel bilgi taşıma aracı mıdır? İkincisi, bu içerikleri estetik olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Belgesel bilgi taşıma alanı olabilir, sadece bilginin kaynaklarından biri tek başına olamayabilir. Bir konuya ve/veya temaya dair bilgi sahibi olmak için o konuya hâkim olmak, araştırmak & okumak ve konuya dair insanlarla konuşmak gerekiyor. Film sanatı özelinde belgesel sadece bir kapı aralayabilir. Filmler bence çok büyük sorumluluklar edinmemeli, sadece alan açsa bile kâfi.
Bahsettiğin içerikler bence bir film elbette. Son dönemde video-essay üreten Youtube içerikler izlerseniz aslında yeni bir türün doğduğuna görebilirsiniz. Bu sene Berlinale Teddy seçkisinde çok fazla video essay film yeni bir seçki olarak programda yer almıştı.
'QUEER KARAKTERLERİN YAZILAMAMASI, YAZILSA DA SANSÜRLENMESİ FOBİK VE DÜŞMANCA'
Belgesel sinema, gerçekle olan doğrudan ilişkisinden dolayı, sık sık egemenlerin hışmına uğruyor. İdeolojik bağlamda bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
O egemenler ki her şeye hışımla geliyorlar. Son dönemde queer karakterlerin yazılamaması, yazılsa da sansürlenmesi fobik ve düşmanca. Ondandır ki belgesel değil tüm türler özelinde queer ve kadın karakterlerin olduğu her anlatı iktidar tarafından sevilmiyor, olsun! Bir slogan bu aşamada iyi gelir belki de. BURADAYIZ! ALIŞIN GİTMİYORUZ!
'ÜLKE SİNEMASINDAN UMUTLUYUM, YATIRIMCILARDAN UMUTLU DEĞİLİM'
Son günlerde, filmler/diziler yayımlayan çeşitli internet mecralarının daha aktif kullanılıyor olması hasebiyle, birkaç sermayedarın “piyasaya” gireceği konuşuluyor. Bu durum sadece dizi sektörü için değil, sinema sektörü için de heyecan yarattı. Peki, belgesel sinemacılar bunun neresinde? İnternet mecralarından destek alarak iş üretebilmek, geçmişteki üretim koşullarına nazaran sizi özgürleştirir mi? Ne düşüyorsunuz?
Ben ülke sinemasından umutluyum, yatırımcılardan umutlu değilim. Çok işlenmesini istediğim konu var belgesel alanı için. Mesela Hande Kader cinayeti, 90’lar Habitat Olayları, 80’ler Trans şarkıcılarına yapılan sahne yasağı, queer performans sanatçıları, yeni nesil drag queenler ve Dudakların Cengi ekibi... Bu konulara dair belgesel projelerine kim yatırım yapmak ister bilmiyorum, varsa ne güzel olur!
Hazırladığınız yeni bir proje var mı? Günleriniz nasıl geçiyor?
Queer bir DJ arkadaşımın hayatında önemli ve kıymetli zamanlara dair şarkıların olduğu, bu şarkıları belgesel anlatım olanakları ile anlatmaya niyetlendiğimiz bir (A Trans History Sung) queer müzikal belgesel film yapmak için çalışıyoruz. Bir yandan da içinde olduğum sanat kolektifi ile 30’lu yıllara ait Dramalı Hasan’ın bestelediği rumba, fokstrot ve tango gibi şarkılarını yeni dönem queer performans sanatçılarıyla kaydettiğimiz bir video serisi (Kırıta Kırıta) hazırlıyoruz.