Metin için...
Çok üzgünüm, devrime hasrettiği mesaisini bitirmeden gitti. Geride, düşüncesiyle ve her şeyden önemlisi, ahlakıyla bir mücadele öğretmeninin silinmeyecek izini bıraktı.
Aydın Çubukçu
Başladığı işi tamamlama umuduyla ve gayretiyle yaşayanlardandı. Sükûneti, kararlılığının bir özelliğiydi. Sakindi ama hiç sessiz kalmadı. ‘68’in fırtınalı ortamında, kim kime dum duma yürüdüğümüz yollarımız kesişmedi. ‘90’lı yıllarda, Ankara’nın “devrimci-demokrat” çevreleri 12 Eylül karanlığını yırtmaya çalışırken, sık sık o dönemin geçerli bir araya gelme aracı olan “panel”ler düzenlerlerdi. Yolumuz o zaman kesişti.
Ben İstanbul’a geçene kadar, hemen her hafta sonu bir yerlerde konuşmacıydık. Genellikle farklı geleneklerden gelenlerin birbirlerini “alt etme” yarışına girişmekten çekinmedikleri o ortamda, biz ilginç bir beraberlik oluşturmuştuk. Önceden herhangi bir hesap yapmadan oturduğumuz masalarda, karşılıklı “katılıyorum ve ekliyorum” kalıbıyla konuşmaya başlamıştık. Bir gün, “En güzeli, Hacivat’la Karagöz durumuna düşmüyoruz” demişti. Birbirlerinin söylediklerini dinlemeyen, dinlese de anlamadan cevaplamaya kalkışan, ille de yanındakinin bir açığını bulup yüklenmeye çalışan konuşmacılar belki ‘70’leri özlemeye devam eden “sol” alışkanlıklara daha uygundu ama yeni bir zamandaydık.
Bunun en çok farkına varan Marksistlerden biriydi Metin. Yaptığı ve yazdığı her şey, yalnızca bilgisinin derinliğini değil, bilgeliğinin gücünü de gösterir.
Başladığı ve bitirmek istediği işlerin ne kadarını tamamladı, bilemem. Ama çok üzgünüm, devrime hasrettiği mesaisini bitirmeden gitti. Geride, düşüncesiyle ve her şeyden önemlisi, ahlakıyla bir mücadele öğretmeninin silinmeyecek izini bıraktı.
Güle güle dostum.