Metin Yeğin: Ya isyan edeceğiz ya da oturup padişahların filmlerini seyredeceğiz

Belgeselci, yazar Metin Yeğin'le dün vizyona giren "Grev" filmini konuştuk. Yeğin, "Bu filmle, esas işi yaratanların, emekçilerin, işçilerin hikâyesini anlatmaya çalıştık" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Belgeselci, yazar Metin Yeğin'in "Grev" filmi 29 Ekim'de sinemalarda izleyicilerle buluştu. “Grev”, 1910 yılının Osmanlı İmparatorluğu’nda, Bursa’da ipek işçiliği yapan kadın işçilerin kötü çalışma koşullarına karşı birlikte gösterdikleri direnişin, bütün dünya ile iç içe geçen kurmaca öyküsünü konu alıyor.

Çekimleri Türkiye ve İspanya’da tamamlan filmin başrollerinde La Casa de Papel dizisinde Lizbon karakterini canlandıran Itziar Ituño Martínez, Tansel Öngel, Pelin Batu, Orhan Alkaya ve Nihan Aşıcı yer alıyor.

Çekimleri pandemiden önce tamamlanan filmin senaristi ve yönetmeni Metin Yeğin'le “Grev”i konuştuk.

Metin Yeğin

'ESAS İŞİ YARATANLARIN, EMEKÇİLERİN HİKÂYESİNİ ANLATMAYA ÇALIŞTIK'

Filmi çekmeye ilk olarak nasıl karar verdiniz, proje nasıl şekillendi?

Aslında uzun süredir düşündüğüm bir şeydi. Kendimize bakınca dedik ki sadece padişahların mı filmi olsun? Brecht, “Nasıl yendiydi Galyalılar’ı Sezar? E bir aşçı olsun yok muydu yanında?” der. O yüzden biz bu aşçıların hikâyesini, yani esas işi yaratanların, emekçilerin, işçilerin hikâyesini anlatmaya çalıştık. 

Bir de ikinci bir tarafı var. 1910'da bir grev olduğu, kadınların grevi olduğu sanki hiç yokmuş gibi davranılan bir olay. Bu yüzden de bugün için görülmeyeni öne çıkarmaya çalıştık. Filmin içinde kalabalık sahnelerimizde yardımcı oyuncular da yer aldı. Orada oyunculara 'aranızda işçi olan var mı?' diye sordum, herkes ellerini kaldırdı. 'Peki aranızda grev yapan, greve katılan var mı?' diye sorunca hiçbiri elini kaldırmadı. İronik olan da bu, biz orada 1910'daki bir kadın grevini anlatıyoruz ama kimse artık grev diye bir şeyin farkında değil.

Filmde yer alan oyuncular nasıl seçildi? Itziar Ituño Martínez’in filme dahil olması nasıl gerçekleşti?

Oyuncularımızın hepsinin ortak bir özelliği var, filmi sevdiler. Biz böyle bir neşeden hareketle yaptık filmi. Bizim milyon dolarlarımız yok, ne yazık ki 'banka soyamıyoruz'. Bu yüzden de bunların hepsini, insanların filmi sevme neşesinden hareketle yapmaya çalıştık. Oyuncularımız ilk olarak arkadaşlarımız, ikinci olarak da kendi düşüncelerine göre bir film içerisinde sadece rol yapmak değil bir özne olarak var olmayı tercih eden insanlar.

Itziar'ın filme katılma öyküsü biraz daha uzun çünkü filmin içinde olması başka türlü gelişti. Aslında başta Narcos'un başrol oyuncusu Wagner Moura ile birlikte yapacaktık filmi ama yoğun bir takvimleri var. Özellikle bu tür 'hiç paralı' projelerde, o takvimi aşabilmek bizim için en büyük dert oldu. Yoksa dünyanın bir sürü tarafında, söylediğimde dudakları uçuklatacak oyuncularla birlikte çalışma şansımız var, bundan sonra da çalışacağız zaten. Ama tabii daha fazla bütçe ayırabilme gibi bir şansımız olmazsa, belli zamanlara sığdırmaya çalışmak zorundayız.

Itziar da filmi çok sevdi, zaten kendisi de sürekli kadın mücadelesi içinde yer alan biri. 1910'daki bir öykünün bugüne taşınması mücadelesini de, bu mücadelenin de İspanya İç Savaşı'yla bağlanması düşüncesini de çok benimsedi. Bu yüzden o da dahil olarak bu filme ortak oldu. Bizim filmimizde herkes filme ortak, hem duygusal anlamda ortak hem de bütünüyle bir şekilde getirisi olursa ona ortak. Bu yüzden yapılış biçimi anlamıyla da, inşa edilişiyle de, ortaya çıkışıyla da aykırı ve kolektif bir şey “Grev”.

.

'FİLMLERİMİZDE HER ŞEYE RAĞMEN UMUT VAR'

Filmde işlediğiniz konuyu beyazperdede görmek nasıldı, konuyu işlerken en rahatsız olduğunuz durum neydi?

Bu gibi şeyleri böyle düşünemiyorum. Yani heyecanını çok fazla duyamıyorum çünkü kendini sürdürdüğünde normalleşmeye başlıyor. Bir sanatçı bir şeyi yaptıktan sonra artık o kendisinden çıkıyor; siz kenara çekilerek, tırnaklarınızı yiyerek ne olduğunu seyrediyorsunuz sadece. Ama bizim tırnaklarımızı yemeye bile fırsatımız yok, dağıtımı daha geniş bir çevreye ulaştırmaya çalışıyoruz.

Rahatsız olduğum şey konusuna gelince, bir doktorun sık sık ameliyata girmesinin ardından bir süre sonra insanların ameliyatta hayatını kaybetmesi sıradanlaşır ya, biz de o kadar toplumsala çektik ki yıllardır olanlar bizim için sıradanlaşmaya da başladı. 1910'lu yıllarda kadınların yoksulluğunun dehşetli bir şekilde sürdürülmesi beni rahatsız etmiyor çünkü ondan çok daha beter bir durumu bugün yaşıyoruz. Tabii ki bunda genel olarak bir rahatsızlık var ama bu rahatsızlığı öfkeye çevirmeye çalışıyoruz.

Aynı zamanda filmlerimizde her şeye rağmen umut var, o umudu taşımaya çalışıyoruz. Kendi içimize kapanıp depresyona girebilecek lüksümüz yok ne yazık ki.

''GREV', BİR KADIN ÖYKÜSÜ ANLATIYOR'

İşçi kadınların yaşadıkları, filmde yer alanlar duygu sömürüsüne oldukça açık bir konu. Ancak siz konuyu olduğu gibi tüm çıplaklığıyla aktarıyorsunuz. İzleyiciyi çekmek için ‘duygu sömürüsü’nün yararlanıldığı yapımlarla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Herkesin kendi biçimi var, bazen insanlar duygulanmayı da seviyorlar herhalde. Mesela eskimolar bir deniz filinin dişlerini yontarak heykel yaparken, iki beyaz yaklaşıyor ve kendilerinden bir heykel yapmalarını istiyorlar. Eskimolarsa “Biz bir şey yapamayız, biz bunun içinde ne varsa onu açığa çıkartmaya çalışıyoruz” diyorlar. Biz de öyle bir ruhu açığa çıkartmaya çalıştık.

Filmin adı “Grev” ve işçi öyküsünü anlatıyor gibi ama bana göre diğer yandan daha da yoğun bir kadın öyküsü anlatıyor. Özne olarak onların değişmesini anlatıyor. O sorun 1910'da değil sadece, bugün de var. Ortadan bir şeyin kalktığı yok. Film 1910'da ya da 1936'da geçiyormuş gibi görünüyor ama hala kendi içimizde.

.

İşçi filmleri beyazperdede pek de yer almıyor. Siz bu temanın sinemada yer alması hakkında ne düşünüyorsunuz, izleyiciye ne gibi etkileri var sizce?

Bir şeyi bozmak her zaman güzeldir. Bu sistem, dakikada 3 kişinin açlıktan öldüğü bir sistem. Ne kadar bozarsanız o kadar iyi. Borges'in bir öyküsünde çölden bir avuç kum alır adam, havaya atar ve der ki 'ben dünyayı değiştirdim'. İşte biz böyle dünyayı değiştiriyoruz.

'ATEŞİ KÖRÜKLERSEK, SÖMÜRÜ MEKANİZMALARINI DEĞİŞTİRECEĞİZ'

Sınıfsal ayrım halen çağımızın ciddi bir sorunu. Bizzat iktidarlar eliyle bu ayrım devam ediyor. Sizce yönetenlerin bu tür sömürü mekanizmalarından vazgeçmesi mümkün mü?

Bu bir rüzgar meselesi aslında. Mesela 1970'lerde böyle güçlü bir rüzgar vardı, o zaman yapılan filmlerden birinde Hulusi Kentmen patrondu ve filmin sonunda fabrikasını işçilere veriyordu. Bu mümkün mü derseniz, şöyle bir örnek vereyim. İzmir'de bir söyleşiye gitmiştim. Daha sonra Karaburun'da arkadaşlarla keçi kırkmaya gittik, ev sahipleri de kırkmaya gelenlere yemek hazırlıyorlardı. Biri ev sahibine yemek ne zaman pişecek diye sorduğunda ev sahibi, 'Valla ben bilmem, ateş bilir' demişti. Ne zaman değişecek derseniz; ateşi körüklersek, onun içinde olursak o zaman tabii ki değiştireceğiz.

Filmin sonunda olumlu ya da olumsuz nasıl tepkiler aldınız?

Olumlu tepkiler geldi. Sinema endüstrisi içindeki bir yel değirmenine saldırıyoruz aslında. Bir yanda büyük kaşelerle oynayan oyuncular var, Itziar bir filmde bir yerden bir yere yürüse büyük miktarda paralar teklif ediliyor. Biz böyle bir şeye karşı dayanışmadan ve birlikte bir şey üretmenin neşesinden hareket ediyoruz.

.

Film “Devam edecek” ibaresiyle bitiyor. Hazırladığınız yeni bir proje var mı, “Grev”in devamını görebilecek miyiz?

Tabii ki yeni çalışmalarımız var. Aykırı olan, var olan şeylerin dışında dönebilecek bir sürü şey var. 

'YA İSYAN EDECEĞİZ YA DA OTURUP PADİŞAHLARIN FİLMLERİNİ SEYREDECEĞİZ

'Grevin unutulduğu bir yerde' kamuoyuna işçi mücadelesi konusunda ne gibi bir çağrıda bulunmak istersiniz?

İşçinin durumu vb. gibi bir sürü şey değişti. Sokakta yürüdüğünüzde sağınızdan solunuzdan sürekli motorlar geçiyor, evinize pizza vs. taşıyorlar. İşçi o şimdi. Marx proleteryayı tanımlarken yaralarından berelerinden tanıyorum diyor. Bu yüzden kaza sayısının bile belli olmadığı motokuryeler, üniversite mezunlarının annelerinden kalan son parayla kargo arabalarını alarak kargo taşıdıkları bir başka işçi sınıfı genişliyor. Bunun dışında herkes evde, elektrik parasının bile sizin verdiğiniz, cumartesi pazarınızın olmadığı 'freelance' diye adlandırılan, bir başka çalışma biçimi ortaya çıktı. İşçi sınıfının formları değişti.

Bu yüzden bir araya gelmek, bir grev örgütlemek, şarteli indirerek bir şeyi durdurmak zor. Latin Amerika'da mesela ana yolları keserek üretimi durduruyorlardı. İşçi sınıfı çok yaratıcıdır, genel olarak insanlar yaratıcıdır. Çok şükür ki insanlar fiziksel kurallara tabi değildirler, bir yerden ittiğinizde öbür tarafa gitmezler. Bu yüzden herkesin kendi yolunu bulabileceği başka türlü bir isyanın olacağına eminim. Yoksa zaten dünya ortadan kalkacak. Ya isyan edeceğiz, durumu değiştireceğiz ya da oturup padişahların filmlerini seyredeceğiz.

.

Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?

Filmin dağıtımıyla ilgili bazı sorunlar oldu. Bazı arkadaşlar, onların şehirlerinde neden gösterim olmadığını sordu. Tabii bu koca bir endüstri, dağıtıma girmek bile dert. Bunun için farklı bir şey geliştirdik. 20 tane arkadaş kendi şehirlerinde “Grev”in sinemada gösterilmesini istediğinde, bunu bize söylediklerinde orada seans açacağız. Yani mahalleden arkadaşlar, komşular, fabrikadan işçiler, öğrenciler ya da bolca olan işsiz arkadaşlar, 20 kişi bir araya gelsin gelmesin ayrı ayrı biletler alsın fark etmez. Birileri filmin devamında farklı filmler yapabilme şansımızın olmasını veya biz de varız demek istiyorlarsa askıda bilet de alabilirler. 

Kültür Bakanlığı, “Mehmet Akif” filmine bir milyon bilet almış, bizim devletimiz yok. Ama bizim de bir dayanışmamız olduğunu düşünüyorum.

Grev’i tüm şehirlerde sinemalarda izlemek isteyen takipçilerimiz için #greviseyretmekistiyoruz hashtagini başlattık. Siz de GREV’i kendi şehrinizde izlemek istiyorsanız Twitter ve Instagram'da paylaşım yapın, sesimizi daha güçlü duyuralım. GREV’e katılın. Vamos GREV!