YAZARLAR

‘Metin’e Ağıt’, ‘remix’ edilmiş zihinler ve Neşet Ertaş

Saiki ne olursa olsun ve müzik söz konusu olduğunda ifadenin özgürlüğüne dair sınırlarımızı ne denli geniş tutarsak tutalım, dans müziğinin toplumsal bağlamı düşünüldüğünde bir evladın, bir gazetecinin işkenceyle katledilmesinin ardından yazılmış bir ağıdın bu şekilde servis edilmesi can yakıcı ve çirkin.

Neşet Ertaş’ın, özellikle düğünlerde çaldığı kimi nispeten hareketli eserlerde oynanmasından rahatsız olduğu bilinir. Oyun havası ritimlerine yakın olsa da bazı türküleri, sözleri ve hikâyesi gereği “bunda oynanmaz” sınıfına dâhil ettiğini konserlerde onu canlı dinlemiş olanlar da aktarır. 80’lerde Almanya’da çaldığı bir düğünde, o meşhur ‘Yolcu’ eserine girmeden önce şöyle diyor Neşet Usta: “Bu oyun havası değil ya, gene de düğüne gelen oynar. Tabii aklı yetenler bu sırrı anlar, aklı yetmeyenlerin kusuruna bakılmaz.”

Müzik de, dans da yalnızca eğlenmenin, iyi hissetmenin, o müziğin yahut dansın süresi boyunca yaşanacak bir mutluluğun araçları değil. Acıyı, kaybı, ölümü anlatan en güçlü ritüel olan ağıt, hem müziği hem de bir haliyle dansı barındırıyor içinde. “Ölünün arkasından türkü okunmaz”, “ölenin acısıyla dans edilmez” diyenlere bakmayın, Anadolu’da tıpkı komşu coğrafyalarda olduğu gibi müzik ve dans, ölümle yaşamı birleştirir kalanlar için.

HER ŞARKIDA OYNANIR MI?

Ancak bu kültürel zenginlik, bu insan kadar karmaşık duygu dışavurumu bağlamından koparıldığında ortaya çıkan şey –lafı çevirmeden söyleyeyim-, aptallık ve cahillikten başka bir şey değil.

Dün, 1996’da görevini yaparken polis tarafından işkenceyle öldürülen Metin Göktepe için yazılmış bir ağıtın dans videoları eşliğinde servis edilen bir “remix”iyle karşılaştık sosyal medyada. İsmi lazım olmayan amatör bir DJ, kendi yaptığı remix’i, başka bir yerden aldığı gece kulübünde dans videosunun üzerine ekleyerek paylaşmış.

Ferhat Tunç’un, Metin’in annesi Fadime Göktepe’nin ağzından yazdığı ‘Metin’e Ağıt’, dinlerken tüyleri diken diken eden, insanda aynı anda yası ve öfkeyi uyandıran, Metin Göktepe’nin yüzünü gözlerimizde canlandıran bir haykırış. Hâlâ vicdanı olan herhangi bir insanın, “Uy benim ölim lo / Metin'im sen ölme n'olur / Dur ben ölim lo!” sözlerini duyduğunda bir annenin acısını hissetmemesi mümkün değil.

Böyle bir eseri, bir ağıtı, melodisi, tınlayışı size ne çağrıştırırsa çağrıştırsın bir eğlenceli dans müziğine çevirmeye çalışmayı nasıl karşılamalıyız?

Sosyal medya dün söz konusu videoyu izleyip haklı olarak çok öfkelenmiş kullanıcıların yorumlarıyla doluydu. Eserin sahibi Ferhat Tunç da, videoyu, “Kahredici bir görüntü!” olarak niteledi. Videoyu görür görmez Metin Göktepe’nin en yakınlarını düşündüm ki hemen sonra Metin Göktepe’nin ablası Meryem Göktepe’nin de sosyal medyadan sert bir tepki verdiğini gördüm. Demiş ki Göktepe, “Bu kişi kim adına, ne için bu çirkinliği yapmış olabilir? Bu nasıl bir örgütlü kötülüktür?! İnsanların acısını eğlenceye dönüştürmek olsa olsa insanlıktan çıkmaktır. Kendisini kınıyorum ve lanetliyorum...”

ÖRGÜTLÜ KÖTÜLÜK MÜ, SIRADAN APTALLIK MI?

Malum DJ’in bu rezalete hangi saikle, nasıl bir motivasyonla imza attığını bilmiyorum, açıkçası çıkaramıyorum da. Faşizan bir provokasyon çabası olabilir pekâlâ, burası Türkiye. Yahut tekno müzik dünyasında “her şeyin remix’i yapılabilir” gibi bir algı var ve ben bunu bilmiyorum. Zira daha önce de benzer kimi eserlerin (örneğin Ahmet Kaya’nın ‘Bahtiyar’ının) “remix” versiyonları düşmüş “dijital piyasa”ya, bu yazıyı yazarken birkaçını dinleme gafletinde bulundum. Ancak saiki ne olursa olsun ve müzik söz konusu olduğunda ifadenin özgürlüğüne dair sınırlarımızı ne denli geniş tutarsak tutalım, dans müziğinin toplumsal bağlamı düşünüldüğünde bir evladın, bir gazetecinin, bir insanın işkenceyle katledilmesinin ardından yazılmış bir ağıdın bu şekilde servis edilmesi can yakıcı ve çirkin.

Ben bu saçma eylemi de, bugünlerde hemen her şeyi yormaya meyilli olduğum gibi toplumsal bellek kaybına ve kitlesel ahlaki boşluğa yordum. İyinin ve kötünün her alandaki erkler tarafından altının boşaltılması, etkileri kitlesel düzeyde olan iradelerin, çoğu zaman da saçma sapan muhafazakâr ahlaki normları dayatarak aslında bir “etik” kara deliği yaratması, e tabii sosyal medyanın sokağın baskısını barındırmayan özgürlük alanının, gelişmemiş zihinlerce istendiği gibi kullanılması… Bu liste benim açımdan uzar gider. Ancak sanat söz konusu olduğunda, doğal olarak provokatif etkileri olabilecek söz konusu çirkin video ve remix’in ve benzerlerinin cehaletle girişilmiş işler olduğunu düşünmenin, bu nedenle canları yanan, içleri acıyan insanların (ki ben de onlardanım) haklı tepkileri bir yana, yüz verilmeden tarihin çöplüğüne hızla gömülmesi için kenara itilmesinin daha doğru olduğunu düşünüyorum.

Toplumsal bellek kaybının çaresi hatırlamak ve hatırlatmaktır. Metin Göktepe’yi ve ona yapılanları unutmamak için yazdıklarımız, onu tanıyanların hakkında söylediklerini duymamız, ‘Metin’e Ağıt’ı bir daha, bir daha dinleyerek bu büyük acının başka büyük acıların yaşanmaması için verilen mücadelenin bir parçası olmasını sağlamamız önemli. Bir kendini bilmezin, belki bir provokatörün müzik de dâhil herhangi bir şeye karşı iyi niyet taşımadığı her halinden belli ve sanattan uzak girişiminin bunları perdelemesine izin vermek, zaten giderek estetiğin negatif sınırlarını zorlayan günümüz kültürel, sanatsal atmosferinde lüzumsuz bir noktayı kocaman bir lekeye dönüştürebilir.

Neşet Ertaş bir düğünde olmanın da verdiği büyük hoşgörüsüyle “aklı yetmeyenlerin kusuruna bakılmaz” dese de tabii ki kusura bakarak…


Mahmut Çınar Kimdir?

Felsefe eğitimini son sınıfta bırakıp gazetecilik okudu. 2007-2016 yılları arasında İstanbul'da özel bir üniversitede Gazetecilik ve Yeni Medya bölümlerinde tam zamanlı öğretim elemanı olarak birçok alanda dersler verdi. 2009'dan başlayarak hem Türkiye'de hem de farklı uluslararası projelerde ayrımcılık ve nefret söylemi ile mücadele çalışmalarında yoğun olarak görev aldı. Hazırladığı 'Medya ve Nefret Söylemi: Kavramlar, Mecralar, Tartışmalar' isimli kitap 2013 yılında Hrant Dink Vakfı tarafından; proje koordinatörü olduğu 'Ayrımcı Dile Karşı Habercilik Kılavuzu' ise 2016'da P24 tarafından yayımlandı. 2016'da akademik kariyeri sona erdi. 2018’de, usta sanatçı Bülent Ortaçgil ile yaptığı nehir söyleşi ‘Bu Su Hiç Durmaz’ adıyla kitap olarak raflardaki yerini aldı. Uluslararası edebiyat ve sanat festivallerinde danışman ve editör olarak görevler üstlendi. 2017'de profesyonel müzik çalışmalarına başladı, ilk albümü 'Bul Beni' 2019'da Garaj Müzik etiketiyle yayınlandı. 2019'dan 2021 sonuna kadar Ezginin Günlüğü grubunun solistliğini üstlenen Çınar, müzik çalışmalarına solo olarak devam ediyor ve özellikle sanatsal ifade özgürlüğü üzerine çeşitli kültür-sanat projeleri yürütüyor.