YAZARLAR

'Miami’de Bir Gece': Ama ne gece…

Rekortmen Amerikan futbolu oyuncusu Jim Brown, ünlü müzisyen ve yapımcı Sam Cooke ve ağırsıklet boks şampiyonu Cassius Clay, radikal bir politikacı olan Malcolm X’in davetiyle bir otel odasında buluşursa ne olur? 25 Şubat 1964’te gerçekleşen bu buluşma üzerine inşa edilmiş kurmaca bir metinden hareket eden “Miami’de Bir Gece”, yılın ilk dikkat çekici yapımı olarak kayıtlara geçiyor.

Edebiyat ve kültür kuramcısı Terry Eagleton, tek romanı 'Azizler ve Alimler'de gerçek ve kurmaca kişileri bir araya getirir. Hayatının bir işe yarayıp yaramadığından şüphe duyan felsefeci Ludwig Wittgenstein yanına yakın arkadaşı Nikolay Bahtin’i de alarak Cambridge’i terk eder. İrlanda’nın batı kıyısında küçük bir kulübeye yerleşir. Bir süre sonra onlara İrlanda Cumhuriyet Ordusu'nun lideri James Connolly ve Joyce'un 'Ulysses' romanından kaçıp gelen Leopold Bloom da katılır. Ve dördü, devrimin doğası, tarihin anlamı, ulusal ve kişisel kimlik, bir direniş yöntemi olarak kahkaha, dil ve felsefe hakkında tartışmaya girişirler...

Normalde birbirleriyle teması olmayan karakterleri mekânsal olarak bir araya getirip konuşturmak, metinle ilgilenenler için her zaman çok cazip olmuştur. Ama gerçek karakterlerin, gerçekten birlikte oldukları bir gece üzerine kurmaca bir metin inşa etmek ve bu metni ABD’deki siyah hareketinin bir özeti haline getirme büyük marifet.

Geçen yılın çok konuşulan ve animasyon dalında Oscar’da aday olması beklenen filmi “Soul”un senaryo ekibinde yer alan ve iki yönetmeninden birisi olan Kemp Powers’ın, yalnızca siyah özgürlük hareketinin değil, ABD tarihinin de dört önemli ismini bir araya getiren ‘gerçek kurmacası’ “Miami’de Bir Gece”ye getirmeye çalışıyorum sözü. Cassius Clay’ın (Daha sonra Muhammed Ali adını alacak) ilk kez dünya ağır sıklet boks şampiyonu olduğu 25 Şubat 1964 gecesine götürüyor bizi film. Dönemin en büyük Amerikan futbolu oyuncusu Jim Brown, ünlü bir müzisyen ve yapımcı Sam Cooke ve Clay; radikal politikacı Malcolm X’in davetiyle bir araya geliyorlar. Birbirlerini hayli zamandır tanıyan bu yakın dostların zafer kutlamasıyla başlayan gecesi, herkesin dünya görüşünün, hayata bakışının sorgulandığı bir hesaplaşmaya dönüşüyor.

Oyuncu olarak tanıdığımız, “Skandal”, “This Is Us”, “The Good Doctor”, “Animal Kingdom” gibi önemli dizilerin bazı bölümlerini çekerek yönetmenlik maharetini geliştiren Regina King’in büyük bölümü dar mekânlarda geçen, bol konuşmalı bu metnin altından ustaca kalktığını belirterek başlayalım. Ama filmi asıl çarpıcı yapan şey Kemp Powers’ın metninin kıvraklığı, gerilimin zembereğini kurmakta ve boşaltmaktaki ustalığı. Metnin odağında Malcolm X duruyor. Diğerlerinin durduğu pozisyonlar onun konumlanmasına göre şekilleniyor film boyunca. Bu çok anlaşılır çünkü hayata karşı açık ve net politik tavır almış olan bir tek o var. Clay’ın o sıralarda 22 yaşında ve henüz İslam Ulusal Hareketi’ne katılmamış olduğunu hatırlatalım. Malcolm X’in de hareketin lideri Elijah Muhammed’in yaptıklarını sorguladığı ve ayrılmayı düşündüğü bir dönem aynı zamanda. Bir yandan da FBI tarafından takip edildiği, öldürüleceğini ufak ufak hissetmeye başladığı bir zaman. Ki diğerlerinden farklı olarak ölüm hissi Malcolm’un üzerinde hep var.

Malcolm X’in mütevazı otel odasındaki bu kutlama dostlar arasında bir hesaplaşmaya dönüşmeye başlıyor bir süre sonra. Önce Malcolm ve Sam Cooke arasında gerilim tırmanıyor. Malcolm, Sam’i pasif davranmakla, sahip olduğu olanakları siyah hareketi için kullanmamakla itham ediyor. Bob Dylan’ın bir şarkısını dinletip onun kadar cesaretli olmamakla suçluyor. Sam ise Malcolm’un keskinliklerini, radikalizmini eleştiriyor. Elijah Muhammed’in artık saklanamayan ahlaksızlıklarını gözler önüne seriyor ve bunlara göz yumduğunu anlatmaya çalışıyor. Sam’in sinirlenip odayı terk ettiği, Clay’ın da peşinden gittiği bölümde ise Jim Brown ile Malcolm’un daha düşük yoğunluklu bir tartışması başlıyor. Ki, Jim Brown’un beyazlar tarafından bahşedilen ‘özgürlük’ üzerine söyledikleri oldukça manidar. Bütün bu gerilim içerisinde Clay ise Müslümanlığa geçiş aşamasındaki kafası karışık genç olarak dikkat çekiyor. Bir yandan bütün geçmişini geride bırakıp yeni bir hayata başlama isteği, diğer yandan Malcolm’ın keskinliklerinden duyulan endişe var. Bir noktada Malcolm’un korumalarından birisinin İslam Birliği’ne katılmakla bir çeteye katılmak arasında fark görmediğini söylemesi de kafaları karıştırıyor.

“Miami’de Bir Gece”, dönemin güçlü ve şöhretli dört siyah erkek karakteri üzerinden onların güvensizliklerini ve yer yer çıkışsızlıklarını anlatıyor aslında. Birbirleriyle dayanışarak var ettikleri ilişkilerinin, yaşadıkları eşitsizlikle mücadele ederken nasıl bir yol izleyecekleri konusunda yaşadıkları farklılıklarla aldığı yaralara dair bir hikaye aynı zamanda film. Yüzlerce yıl ezilmiş bir ırkın birikmiş öfkesini nereye kanalize edeceğine dair de felsefi bir tartışma aynı zamanda. Malcolm X gibi siyasal alana ya da Clay gibi ringlere mi taşınmalı bu öfke? Yoksa spor, müzik vb. siyahların kendilerini var edebilecekleri alanlarda ilerleyerek özgürlük alanları mı yaratmalı? Ya da hepsi birden mi? En nihayetinde herkes kendi yoluna doğru savruluyor. Film hiçbir karakterine hak vermiyor, hiçbirisini de yargılamıyor. Bu dört karakter ve dört ayrı yola dair hükmü hem tarih hem de bugünün siyah hareketi vermiş durumda zaten.

Kemp Powers’ın ustaca kaleme aldığı bu inişli çıkışlı metni, ilk uzun metrajında ustalıkla perdeye aktaran Regina King’i not ediyoruz bir kenara. Kingsley Ben-Adir (Malcolm X), Eli Goree (Clay), Leslie Odom Jr. (Sam Cooke) ve Aldis Hodge’ın (Jilm Brown) hakkını vermeden geçmeyelim. Sinema salonlarının kapalı olduğu bu dönemde Amazon Prime’de yayınlanan film yılın ilk sürprizi olarak görülmeyi hak ediyor.