Mimar Gül Köksal: Kent suçlarında gizlilik imzası attırılıyor

Mimar Doç. Dr. Gül Köksal, kamu kaynaklarının kullanıldığı büyük projeleri “kent suçu” olarak değerlendiriyor. Bu suçun yöntemini ise “Bu projelerde görev alan kişilere, mimarlık ofislerine kamuoyuyla bilgi paylaşamayacakları yönünde şartlar koşulup, imzalar attırılıyor” diyerek anlatıyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Son yıllarda “kent suçları” diye anlatılan tahrip ve yıkımların failleri şirketler mi? Suç olarak değerlendiriliyorsa sorumlu olarak kim ya da kimler görülmeli? Başarısız restorasyon örnekleri o tarihi yapının değerini azaltıyor mu? Örneğin Beyoğlu İstiklal Caddesi’ndeki Narmanlı Han yepyeni haliyle hâlâ bir tarihi eser midir?

Özellikle kamu kaynaklarının kullanıldığı büyük projelerde görev alan kişilere, mimarlık, mühendislik ofislerine ne gibi sorumluluklar yükleniyor? Proje hakkındaki bilgileri kamuoyuyla paylaşmama koşulunu dayatan “gizlilik anlaşması” ile ne sağlanıyor?

İstanbul Teknik Üniversitesi'nde koruma alanında yüksek lisans ve doktora eğitimini tamamlayarak, endüstri mirasının korunması ve restorasyonu alanında uzmanlaşan, 2006 yılından bu yana Kocaeli Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi'nde öğretim üyesi iken “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisini imzaladığı için görevinden ihraç edilen Doç. Dr. Gül Köksal’a bu soruları sorduk.

Doç. Dr. Gül Köksal

'Kent suçları' deniliyor. Örneğin İstanbul’da nerede hangi suç işlendi ya da halen işleniyor?

Kent bünyesinde yaşayan her canlının refahı, sağlığı, gelişimi ve benzeri tüm temel hak ve özgürlüklerin eşit ve adil bir biçimde gözeten anlayış karşısındaki her hareket, kent suçu olarak sayılabilir. Bu bağlamda öncelikle 'mega proje' olarak sunulan işleri saymakla başlamak gerekiyor. İlk akla gelen Kanal İstanbul. Haliçport, Galataport projeleri de keza. Bütün karşı çıkışlara, açılmış davalara, itirazlara rağmen sürecin kesintisiz devam etmesi de suç teşkil ediyor.

Bunların kent çevre sağlığına, ekosisteme verdiği zararların yanı sıra bir de bu salgın döneminde işçi sağlığı, iş güvenliği düşünülmeden yapılmalarını da unutmamak gerekir. Projelerin ihalesi ve başlatıldığı günden bittiği güne kadar her kademesinde suç işleniyor.

Kent suçlarının faili belirsiz diyebilir miyiz? Şirketler mi? Plancılar, mimarlar, mühendislerin de işin içinde olduğu bir durumdan bahsediyoruz.

Biliyorsunuz artık torba yasalarla orman yasasından, koruma yasasına kadar her şeye müdahale ediliyor. Bütün bunlar merkezi yönetim tarafından alınan kararlar. Dolayısıyla tüm bunların hükümet ve sermaye ilişkisi ile sürdüğünü biliyoruz. Belli başlı firmaların, şirketlerin ihaleleri aldığını da biliyoruz. O yüzden 'faili belirsiz' denemez kanımca.

Suç dediğimiz şey tepeden daha alt kademelere yayılıyor. Şirketler ihaleleri alıyor, taşeronlara veriyor, en sonunda da ekmek kazanma derdinde, başka hiçbir şekilde iş bulmayacak konumdaki işçilerin, emekçilerin, mimar, mühendis, plancıların da bu suçların parçası olması sağlanmış oluyor. Beni en çok düşündüren ve rahatsız eden şeylerden biri de bu. Meslektaşlarım gizlilik sözleşmeleri ile projelerde tutuluyorlar.

‘MESLEK ODALARI DA DAHİL OLMAK ÜZERE, YANIT ALAMIYORUZ’

Gizlilik sözleşmesi dediğiniz nedir?

Kamu kaynaklarının kullanıldığı bu tür büyük projelerin takip edilebilir olması gerekiyor. İhalelerin belirli usullere uygun olması gerekiyor. Fakat böyle yapılmıyor, bu projelerde görev alan kişilere, mimarlık ofislerine 'kamuoyuyla bilgi paylaşamayacakları' yönünde şartlar koşulup, imzalar attırılıyor. Böylece mimar, mühendislik ofisi projenin detaylarını, bütçesini, yolunu-yöntemini kamuoyuyla paylaşmama koşulunu baştan kabul etmiş oluyor. Başka türlü işe alınmıyorlar.

Örneğin biz Haliçport projesi için isimlerini çokça duyduğumuz meslektaşlarımıza çağrıda bulunduk. Bu projenin detaylarının kamuoyuyla paylaşılmasını istedik. Çünkü ne yapıldığını bilmiyoruz. Meslek odaları da dahil olmak üzere, yanıt alamıyoruz.

'Restorasyon' sonrası Narmanlı Han

‘TRAJİKOMİKTİR, NARMANLI HAN’A KEDİ HEYKELİ YAPILDI’

Narmanlı Han’a yapılan aklıma geldi. Yeni haliyle yaş pasta gibi İstiklal’de duruyor. Yapılamayan, başarısız restorasyonlar sonucunda tarihi yapılar, eserler değerlerinden kaybediyor mu? Örneğin Narmanlı Han hâlâ tarihi bir yapı mı?

Kanımca değil çünkü yıkılıp yerine yepyeni bir yapı yapıldı. Yani tarihi yapının kopyası yapıldı. Kandırmaca aslında bu.

Bir yapıyı değerli kılan o yapının bütün yaşanmışlığı, orada biriktirdiğimiz anılar, yapının aynı zamanda teknik biçimlenişi, mimarisi, çevresi ile kurduğu ilişkidir. Tabii ki yapılar zaman içinde eskiyecektir. Bakıma, onarıma ihtiyacı olacaktır. Narmanlı Han yıllarca bakımsız bırakıldı.

Narmanlı Han’da amaç orada imar hakkı elde etmekti. Bütün Beyoğlu’nda bu yapıldı. Trajikomiktir, kedi heykeli yapıldı oraya. Tarihin belirli dönemlerinde orada yaşayan önemli isimlerin tabelaları konuldu. Bütün bunlar korumanın sürdürüldüğü iddiası ile yapıldı.

Galataport’ta aynısı oldu. Postane binası yıkıldı. Halihazırda yapının dört duvarı kalmış, içi boşaltılmıştı. Orada da hotel yapmak için imar arzusu vardı. Haliçport’ta da aynı şey söz konusu. Hatta orada daha çok imar isteniyor. Daha çok katlı yapılar, yerin beş kat altında inecek kadar yapılar isteniyor. Bunlar kim için yapılıyor? Yurttaş için olmadığı açık.

‘KENT SUÇLARI EŞİTSİZLİKLERİ YENİDEN YARATTI’

AK Parti dönemi kent politikaları genelde olumsuz örnekler üzerinden konuşuluyor. İyi örnekler yok mu?

Düşünüyorum hakikaten yanıt ne olabilir diye… Ne olabilir?

Bir şeyi yapmaktan ziyade, yapılış süreci, yönteminin de önemli olduğunu düşünüyorum. 'İyi mimarlık' derken sadece fiziki yapının iyi olmasından bahsetmiyoruz. Aynı zamanda orada yaşayan insanların hak ihlaline uğramayacağı şekilde, mutabakata varılarak yapılması gerek. Bu olmadığı sürece bir anlam ifade etmiyor. Sol bir parti icraatı da bu şekilde olsa, yaklaşımım aynı olur.

Büyük dönüşüm projelerinin olduğu yerdeki yoksul insanlar, göçmenler, mülk sahibi olmayan kiracılar, bu projelerde çalışmak zorunda kalan işçiler, bu ofislerde çalışmak zorunda olan mimar, mühendisler… Kent suçları eşitsizlikleri yeniden yarattı. 'Ben yapmazsam, diğeri daha kötüsünü yapacak' diye bu projelere giren meslektaşlarım var. Kendilerinin daha iyi yapacağını düşünüyorlar.

Sorunuz için iyi örnekler inanın aklıma gelmedi.

‘KENT SUÇU PROJELERDE AKADEMİSYENLER DE VAR’

İhraçlar mimarlık fakültelerini etkiledi mi? Türkiye üniversitelerinde mimarlık eğitimi nasıl?

Hayır, ihraçların etkilediğini söyleyemem. Zaten bu kadar mimarlık fakültesinin olmasının değeri yok. Fransa’da mimarlık fakültesi 30 tane bile değil. Bizde 200’e yakın mimarlık fakültesi var. Her yıl 2 bine yakın mimar mezun oluyor. Şu an 100 bine yakın mimar var ama bu mezunların çoğu kendi mesleğini yapamıyor. O kadar iş imkânı yok. Zaten hepi topu bu işleri alan ofisler belli.

Nitelikli olmayan bir mimarlık eğitimi veriliyor. Haklı olarak üniversiteye çok fazla anlam atfediyoruz, ama üniversite dediğiniz mevcut eğitim sisteminin yani ilk, orta, lisenin devamı. Eğitimin oralarda nasıl başarılamadığını biliyoruz. Üniversite ayrı bir dünya değil.

Şu an hatırı sayılır üniversiteler de saldırı altında. Ciddi yönetim krizi yaşanıyor. Üniversitelerde özgür, özerk, bilimsel bir söz üretiliyor mu? Hayır. Bugün kent suçu olan projelerin büyük bir kısmında bilirkişi, danışman ya da imza yetkisi olanlar arasında akademisyenler de var. En son Kanal İstanbul projesinden bir bilim insanı bilirkişilik unvanından çekildi.