Mimar Kadir Topbaş'a ne sorardım?
Kadir Topbaş hayatta olsa ve kendisiyle bir meslektaşı olarak röportaj yapma fırsatı bulsam şu soruyu sorardım: “Tüm mesleki birikiminize karşın, İstanbul’a karşı işlediğiniz sayısız kent suçu ile anılıyorsunuz. Döneminizde İstanbul’un tarihi, kültürü, doğası büyük zarar gördü, kent rant ekonomisine teslim oldu ve betona gömüldü. Geriye baktığınızda kendinizi bir mimar olarak nerede görüyorsunuz ve asıl ne hissediyorsunuz?”
Düşünün mimarsınız, ayrıca “sanat tarihi ve arkeoloji” alanında doktora tezi yazmışsınız, yani kente, mimarlığa, doğaya, tarih ve kültüre dair derinlemesine bilgiye sahipsiniz, ayrıca ülkenin en uzun süre iktidarda kalan partisinin siyasi desteğini arkanıza almış ve Türkiye’nin en büyük kentinde üç dönem belediye başkanlığı yapmışsınız.
Ve tekrar düşünün, ne büyük fırsat! Elinizde daha önce hiçbir belediye başkanının sahip olmadığı bir süre olmuş ve kısa vadeli popülist projeler yerine uzun vadeli, sürdürülebilir, kamu yararına gerçekçi projeler geliştirebilirdiniz.
Evet, geçenlerde vefat eden Dr. Mimar Kadir Topbaş’tan bahsediyorum.
Kadir Topbaş, Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Bölümü mezunu; İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi ve Arkeoloji Programı’nda “Hidiv Kasrı ve Boğaziçi Sivil Mimarisindeki Yeri” başlıklı bir tez hazırlayarak “doktor” unvanı aldı; 2004 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı seçildi ve üç dönem üst üste seçilerek tam 13 yıl belediye başkanlığı yaptı.
Hepimizin bildiği gibi Topbaş, belediye başkanlığının üçüncü dönemini tamamlayamadan 2017 yılında istifa etti, daha doğrusu istifa ettirildi. İşin siyasi boyutunu, cevaplanmamış sayısız soruyu siyaset bilimcilere bırakarak yazıya devam ediyorum.
Önce Topbaş’ın her biri “kent suçu” olarak tarif edilen ve İstanbul’a geri dönüşü olmayan zararlar veren icraatlarının birkaçını hatırlayalım:
- 1999 depreminin ardından İstanbul’da “Afet Acil Eylem Planı” çerçevesinden belirlenen toplanma alanları sayısı 493’ten 77’ye düştü.
Örneğin Bakırköy’de Marmara Forum’un üzerinde bulunan arazi deprem toplanma alanı idi. Proje imar planına aykırılık nedeniyle mühürlenmesine rağmen inşaata devam edildi ve 2011 yılında açıldı. 2016 yılında Marmara Forum Garden Office binası İBB’ye bağışlandı ve böylelikle AVM, İBB’ye şartlı bağış karşılığında yasallaştı.
- Kıyıları halka kapatan Galataport ve Haliçport projelerine onay verildi.
- Üsküdar Meydanı’nı genişletmek amacıyla Boğaz’a kazıklar çakıldı, Boğaz’ın doğal görünümü değişti, ekolojisi zarar gördü.
- Yenikapı ve Maltepe miting alanları için denize dolgu yapıldı. Yenikapı miting alanı ile Tarihi Yarımada’nın doğal görünümü bozuldu.
- Kuzey Marmara Otoyolu, Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve İstanbul Havalimanı Topbaş döneminde hayata geçti. İstanbul’un iklimi bozuldu ve ekolojik düzeni tahrip oldu.
- Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi kapsamında meydan beton bir zemine dönüştü.
- Mecidiyeköy Ali Sami Yen Stadyumu ve Tekel Likör ve Kanyak Fabrikası arazilerine lüks ofis ve rezidans kuleleri dikildi.
- Sayısız orman arazisi imar değişiklikleri ile konut ve ticaret alanına dönüştü.
- Kentsel dönüşüm projesi adı altında bölge sakinleri kentin dışına sürüldü, Sulukule'de olduğu gibi.
Yukarıda sıraladığım ve sıralayamadığım her proje birer “kent suçu.” Hiçbirinde kamu yararı gözetilmedi. Her biri toplumsal muhalefete, ilgili meslek odaları ve STK’ların itirazları, hatta birçoğu mahkeme iptal kararlarına rağmen hayata geçirildi.
Fakat bütün bunları sadece Topbaş özelinde anlamlandırmak yanlış olacaktır. AKP iktidarında bir inşaat imparatorluğu kuruldu, muazzam boyutta bir rant ekonomisi oluştu, belirli gruplara haksız sermaye aktarımları yapıldı. Topbaş bu sistemin aktörlerinden sadece biri idi. Ayrıca sadece Topbaş dönemi değil özellikle 1980’den sonra neo-liberal politikalara teslim olan Türkiye’nin geçmişi unutulmamalı. Ancak Topbaş’ın belediye başkanlığı dönemi bu politikaların en vahşi şekilde uygulandığı dönem oldu.
Tabii asıl şu unutulmamalı: Kente karşı işlenen suçlar, basit birer “imar suçu” değil, patronaj ilişkileri çerçevesinde gelişen, siyasal popülizm ile beslenen, merkezi ve yerel yönetimler ile beraber ilerleyen bir sürecin uzantılardır.
Topbaş, İstanbul’un şimdiye kadarki tek “mimar” belediye başkanı, ama o, mesleki birikimini değerlendirmek yerine küresel sermayeyi İstanbul’a çekmek için hükümetin politikaları ile uyumlu olarak ambalajı cafcaflı bir kent yaratmak istedi. Fakat tüm bu süreçte geriye sınıf farkının ve yoksulluğun derinleştiği, tarihsel ve kültürel değerleri yiten, iklim değişiklikleri ile boğuşan, yaşanması zor bir İstanbul bıraktı.
Son olarak şunu söyleyeyim. Kadir Topbaş hayatta olsa ve kendisiyle bir meslektaşı olarak röportaj yapma fırsatı bulsam şu soruyu sorardım: “Tüm mesleki birikiminize karşın, İstanbul’a karşı işlediğiniz sayısız kent suçu ile anılıyorsunuz. Döneminizde İstanbul’un tarihi, kültürü, doğası büyük zarar gördü, kent rant ekonomisine teslim oldu ve betona gömüldü. Geriye baktığınızda kendinizi bir mimar olarak nerede görüyorsunuz ve asıl ne hissediyorsunuz?”