Mısır Koçanlarını Kızartan Koku: Gerçeğin kurgusu, kurgunun gerçeği
Nibel Genç'in ilk romanı 'Mısır Koçanlarını Kızartan Koku', 2017 yılında Nota Bene Yayınları tarafından yayımlandı.
Gülsen Ç. Saçık
Şiir gibi adı dikkatimi çekiyor ilkin; 'Mısır Koçanlarını Kızartan Koku'. Kendi içinde müzikal bir ahenk taşıyor. Siyah fon üzerine ince el işçiliği ile işlenmiş sıra dışı -farklı yorumlara açık- kapak resmi, kadın elinin değdiğini fısıldıyor kulağıma.
İçeriği hakkında fikir yürütemiyorum. Ama adından ve kapağından biçime odaklandığını sezer gibiyim. Kitabın üzerinde türünün roman olduğu yazıyor. Öyle bir roman ki, aynı anda bağımsız olarak da okunabilen, birbirine el vermiş on beş parça hikâyeden oluşuyor. Bir anlamda bütünlüklü olmayan parçalanmış bir roman, diğer anlamda geçmişte yaşananların belirli nesneler tarafından çağrışımlarla anımsandığı, yarım kalan, okurun zihninde süren hikâyeler… Yazar belki de şunu söylemek istiyor, diye düşünüyor insan: Hikâyeler sonsuzdur. Hele ki ilk anlatılan aynı adlı hikâyeye dönülüyorsa… Aynı adla da olsa değişik içeriklerle hikâye devam edecek diyordur belki… Olamaz mı?
Okudukça susmayan iç sesim bu kitap hakkında yazmamı söylüyor bana. Yazarın ilk kitabı olduğu halde hayranlık verici, özgün, şaşırtıcı, acemi olmayan üslubu beni kendine çekiyor. Kitabın başında ve sonunda yer alan aynı adlı fakat belirli farklar içeren iki hikâyeye postmodernizm açısından bakmak istiyorum.
KEÇİ KILINDAN HEYBE - İLK
Yazar, on bir yaşındaki kız çocuğu Ezima’yı bir bahçede, 'Mısır Koçanlarını Kızartan Koku'nun içinde, -bir yakada gerçek, diğer yakada kurgu olan köprüde- özellikle bırakarak giriyor anlatıya. Daha sonra bu köprünün iki yakasını birbirinin üzerine katlıyor; gerçek ve kurmacayı iç içe geçiriyor. Başkarakter Ezima, genzini yakan, acıtan, terleten, öksürten bu istilacı kokuyla gerçeklikten kopup kurmacaya doğru yol alıyor. “Ezima yedi yıl sonra, o birkaç saniye içindeki yaşadıklarını bir hikâyenin ilk paragrafına benzetecekti.” (s.7) Metin, anlatıcı Ezima’nın –yazarın- zihninde gerçeklik ve kurmaca arasındaki bu belirsizlik, bölünmüşlük çatışmasıyla kuruluyor.
Ne yapmak istediğini iyi bilen bir yazar Nibel Genç. Yukarıda kendinin olduğu bir üst kurmaca ile çerçevelendiriyor hikâyesini. Ara sıra metne girip çıkarak okuru yönlendiriyor ve ilerleyen sayfalarda yazar olacak Ezima’nın gözünden üçüncü tekil şahısla, “O” perspektifiyle anlatıyor. “Gerçek olanla olmayan iç içe geçmiş ve Ezima’yı bir hikâyenin içine yerleştirmişti. Ezima da kurgunun önüne çıkardığı patikada yürürken sayısız şeyin içinden mısır koçanlarını seçmişti.” (s.7)
Nibel Genç, metnin başlangıcında hikâyesini oluştururken metni yaratma sürecini de net bir biçimde metnine katıyor böylelikle. Bir yandan okura sen kurgulanmış bir metnin içindesin bunu unutma derken; öte yandan belirli bir tarih verip -3 Eylül 1994, “Mısır Koçanlarının Kızardığı Gün”- diyerek okuru gerçekliğe ikna etmek istercesine tersini yapıyor.
Metnin içine girdiğimizde “Mısır koçanlarını kızartan koku ne?” sorusu zihnimizde dolaşıyor. Bu merakla Ezima’nın damarlarında kan yerine dolaşan, onu esir alan, içini yakıp kavuran kokunun peşine düşüyoruz onunla birlikte. Yazar bu arada tekrar giriyor metne ve bize Koku’nun bu hikâyede temel izlek olduğunu söylüyor.
Koku sözcüğünü kırk yerde geçirerek bu izleği Ezima’ya ve okura metin boyunca takip ettiriyor. Hikâyenin her yerine yayıldıkça yayılan koku, kâh kızgın saca yapışan kedi tüyünün kokusu oluyor, kâh yaralı bir katırın közlerin üstüne düşen kanının kokusu… Adeta özneleştiriyor bir yerde; “… kokunun mısır koçanları içinde bir şey aradığını düşündü,” (s.13) Kokunun Meyman köyünü yok ettiği, Ezima’nın çocukluğuna el koyduğu gün milat oluyor. Ezima bu kokuyu tadıyor (acıdır), duyuyor (iliklerine kadar), görüyor (mısır koçanlarını bile kızarttığını), kokluyor, tüm hücreleriyle ve ruhuyla hissederken o gün büyüdüğünü anlıyor.
Okur da alıyor Ezima’nın benliğine işleyen kokuyu. Aslında metafor olan koku; metafordan çok daha fazla şeyi temsil ediyor. Öyle bir koku ki hikâye boyunca üzerine siniyor, okuyanın burnunun direğini kırıyor adeta. Yazar “Keçi Kılından Heybe”de 'Mısır Koçanlarını Kızartan Koku'nun hikâyesini kurmacanın hakikatini üreterek estetik bir biçimde seriyor göz önüne.
Özenli bir dil işçiliği var Genç'in. Bu akıcı dili her satırda okuru sarıp sarmalıyor. Kelimelerle öyle içli dışlı ki Ezima, nesnelerin rengini kendi sözcükleriyle yeniden belirliyor. “Kokunun kelime rengi kahverengiydi.” (s.12) Ezima kendi kurallarını kendi koyan düş gücü sınırsız bir çocuk. Kimliğini kendi diliyle, kendi sözcükleriyle tanımlıyor.
Nibel Genç, anlatıcı Ezima’ya bir masal içinde olduğunu düşündürüyor. Hayalbaz küçük bir kız o; ortasında kaldığı, mısır koçanlarını kızartacak kadar zehir kokan savaştan nefret ediyor. Yaşadığı katı gerçeklikle ancak hayalinde masallar, oyunlar, hikâyeler uydurarak hayata tutunarak baş edebiliyor. Hatta uydurduğu masalların birinde kendi acısını sadece Zeze’nin anlayacağına inanarak ikisini aynı yazgıya ortak ediyor ve aynı masalın içine hapsediyor. O, kendi gerçeğini kurmaca üzerinden kelimelerle ilmek ilmek örüyor. Üretiyor. “Ezima kurmacaya inanabilirdi,” … “Gerçek kurmacaya benzerse ağırlığı hafifleyebilir, kesinlikleri belirsizleşebilirdi.” (s.20)
Metin çok sesli. Anlatıcı Ezima’dan başka, yazarın sesi var. Ayrıca hikâyedeki karakterlerin her birinin sesi var. Aynı addaki diğer “Keçi Kılından Heybe” hikâyesine kadar Ezima’ya el veren kişilere –görünüşte aile bağları ile birbirine bağladıklarına- kendi hikâyelerini anlattırıyor yazar.
Genç, hem realist hem sürrealist açıdan anlatıyor metnini. Hikâyenin başında anlamlandırma bulanıklığına düşürüyor okuyucuyu. Hoş bir bulanıklık bu. “Nasıl?”, “Ne?” sorularını sorduruyor. Metne aktif olarak katılan okur anlatıcıyla eş zamanlı o soruların peşinden koşuyor.
Ezima’da, hayalinde geriye dönüp, yaşadıklarının farklı olabileceği olasılıkları hesaplayarak, şimdiyi dönüştürme çabası var. Borges’i selamlama gibi… Ayrıca Sait Faik’i 'Semaver’le anarken, “Tütün Tabakası” adlı öyküsündeki -İ- (İsyan-İskân-İmza) üçgenleri, Kafka’nın metinlerindeki otorite (İktidar-Baba-Anne ya da iktidar-bürokrasi-evrak) üçgenlerini akla getiriyor.
Yazar her ne kadar Meyman (yok ama var) Köyü’nü, İsviçre’de bir kasabayı ve İstanbul’u mekân olarak işaretlese de asıl mekân Ezima’nın zihni. Zaman da mekâna koşut olarak ileri geri sıçrayarak Ezima’nın belleğinde esniyor, genişliyor ve bükülüyor. Her postmodern metinde olduğu gibi zaman da, mekân da ön planda değil.
Yazar, karakterine ayna karşısında çirkin yüz oyunu oynatıyor. Ezima başkalarından aldığı organlarla yüzünün görünümünü eğiyor, büküyor, çarpıtıyor. Tıpkı dünya gibi karmakarışık, birbiriyle uyumsuz, parçalı hale getiriyor. Ayna artık bu parçalanmış dünyada gerçeği yansıtmıyor tabii ki... Ezima, “Kimi zaman başkası olmak kimi zaman da kendine başkası olmak istiyordu.” (s.23) Nibel Genç'in bir başarısı da karakterini, böyle, olmak istediği gibi aktarabilmesi.
KEÇİ KILINDAN HEYBE – SON
Ezima, anlatıyı başa döndürür. Bütün bu anlattığı hikâyelerin aslında Ezima’nın zihninde yaratılıp şekillendiğini söyler yazar. “Keçi Kılından Heybe”nin hem metafor hem hikâye adı olduğunu ifade eder. Ezima masa başındadır şimdi ne ki zihni bir Meyman’da bir şurada bir burada hikâyeden hikâyeye, zamandan zamana sıçramaktadır. Aslında Ezima hiçbir yerdedir. “Ezima ne de olsa bir roman karakteridir.” (s.187) Ezima yine, -Mısır Koçanlarını Kızartan Koku’nun olduğu- güne bakar zihninin penceresinden: Dedesinin kardeşine Waye İvrayim’in alevlere doğru koşuşunu görür. Aynı zamanda ona “Gitme!” -diye bağırıldığını da duyar…
Keçi kılından heybenin içi Ezima’nın anlattığı hikâyelerle dolmuş taşmıştır. On beşini anlatmıştır. Daha da anlatacakları vardır. Bu metinler hikâye olur, roman olur. Hangi türü uygun görürse yazar.