Mobilya sanatına yön veren padişah: Usta marangoz II. Abdülhamid
Marangozluğa olan kişisel tutkusunu hükümdar olduktan sonra bir adım daha ileriye taşıyan II. Abdülhamid, Batı tarzı mobilyaları imparatorluk geneline tanıtmayı adeta bir politika haline getirir.
Yüzlerce yıldır geleneksel iç mekan ve donatı kimliği içinde yaşamını sürdüren Osmanlı İmparatorluğu’nda modernleşme ile birlikte bir kırılma yaşanmış; kerevetten sandalyelere, döşekten yatağa, sedirden koltuklara, yüklükten dolaplara, yer sofrasından yemek masasına doğru bir yöneliş gerçekleşmişti.
Hemen herkesin tahmin edebileceği gibi Batı tarzı mobilyaların ilk sahipleri sultanlar iken kullanıldıkları yapılar ise saray olmuştu. Önce hediyeleşme daha sonra satın alma yoluyla Topkapı Sarayı’nın hayatına dahil olan Batı tarzı mobilyalar, modernleşme ile eş zamanlı olarak ilginin de artması ve yönetimin Dolmabahçe’ye taşınmasıyla iç mekanlarda artık başrol oynamaya başlamıştı. Bu değişimi imparatorluğun en pahalı ve en gösterişli mobilyalarına ev sahipliği yapan Çırağan Sarayı, Yıldız Sarayı ve hanedana ait diğer köşk ve kasırlar takip etti.
Sarayları bir kenara bırakıp örneğin, Pera ve Eyüp’ü düşünecek olursak, Batı tarzı mobilyaların hanelerin iç mekanlarında kabul görmesi ve yer alması modernleşmenin dışında elbette statü ve ekonomi ile de alakalıdır. İster apartman ister konak ya da yalı olsun, hevesle kucaklanan ya da mesafeli yaklaşılan bu yeni misafirler, zaman zaman iç mekanlarda kullanıma dayalı kafa karışıklığına da sebep olabiliyordu. Çalışma masalarının üzeri gereksiz süs eşyaları ile doldurulmuş, vestiyer komodin ve konsollar salonlara taşınmış, yemek salonlarına divanlar yerleştirilmişti.
Hanedan haricindeki insanların kendi konutları dışında Batı tarzı mobilyalar ile karşılaştıkları ve onları deneyimledikleri yerler, dönemin yeni işlevli yapıları ve iç mekanları olmuştu. Devlet kurumları, oteller, pasajlar gibi yeni işlevli yapılara ait iç mekanlar bu mobilyaları görmek ve tecrübe etmek isteyenlerin adeta deneme sahası iken, özellikle Beyoğlu’nda birbiri ardına açılan mobilya mağazaları ve süreli yayınlardaki reklamlar bu ilgiyi tüketime teşvik eden aracıların başında geliyordu.
Pera Palas ya da Markiz gibi dönemin meşhur kamusal mekanları ziyaretçilerini sadece sundukları eşsiz tatlar ve dört dörtlük hizmetlerle değil aynı zamanda iç mekanlarını süsleyen mobilyaları ile de büyülüyordu. Vapurlar ve berberler ise belki de dönemin kamusal iç mekanları adına en az bilinen örnekler olmuştu. Örneğin, Boğaziçi’nin yeni teknolojik sakinlerinden olan Şirket-i Hayriye, Batı tarzı mobilyaları imaj temsili olarak gördüğü için 1894’te Adalar için satın aldığı geminin meşe ve cevizden yapılmış aksana sahip yolcu salonlarının oturma gruplarını mavi kadife ile kaplamıştı. Aynı zamanda berberler de yeni alafranga saç ve sakal modellerini elbette kahvehane köşelerine kurdukları eski sistemle yapamayacaklardı. Yeni yapılarda kendi dükkanlarını açan berberler iç mekanlarını Batı tarzı mobilyalar ile döşeyerek kullandıkları aletleri de yenileyeceklerdi.
Dalga dalga yayılan Batı tarzı mobilya kullanımı romanların, tuval resimlerinin ve de 19’uncu yüzyılın önemli buluşlarından biri olan fotoğrafın da vazgeçilmez bir parçası haline gelmişti. Aileler, askerler, memurlar... sebepleri ne olursa olsun anılarını ölümsüzleştirmek isteyen bu insanların dekorunda hep Batı tarzı koltuklar, sehpalar, masalar ve sandalyeler yer almıştı.

Dönemin ruhu içerisinde iç mekanları süsleyen Batı tarzı mobilyalarından söz ettikten sonra asıl konumuz olan II. Abdülhamid’e odaklanmanın vakti geldi: Osmanlı İmparatorluğu’nu yönetmiş sultanlar içinde hakkında en çok yayın bulunan şahsiyetlerden biridir II. Abdülhamid.
Kişiliği ve yürüttüğü politikalarla ilgili tartışmaları bir kenara bırakacak olursak sanat hamiliği kapsamında müzik, tiyatro, fotoğraf, resim ve arkeoloji gibi farklı dallarla yakından ilgilenmiş olmasının yanında tasarımcı yönü de bulunan II. Abdülhamid sipariş verdiği sanatçıların üretimlerinde yönlendirmeler, değişiklikler hatta verdiği siparişleri iptal etmesiyle de ünlüdür. Öyle ki bu tavrı nedeniyle İtalyan mimar Raimondo D’Aronco’nun özel yazışmalarında sultandan dert yandığı da bilinen bir gerçektir.
‘PADİŞAH OLMASAYDI DÜNYACA ÜNLÜ MARANGOZ USTASI OLURDU’
Bir müddet resim ve hat yapan, piyano ve hatta kemanla ilgilendiği de bilinen II. Abdülhamid’in sanatla olan bağını ve sanatkarlığını tanımlayacak vurucu nokta marangozluğa olan yoğun ilgisi ve üstün kabiliyetidir. Sultan bu konuda babası Sultan Abdülmecid’den etkilenir. On yaşlarında babasının da ustası olan sanatkar Halil Efendi’den eğitim alan sultan, boynuz kulağı geçer misali zamanla babasını gölgede bırakarak usta bir marangoza dönüşür. Elbette aldığı eğitim ve kabiliyetinin yanı sıra amcası Abdülaziz’e eşlik ettiği 1867 Avrupa seyahati, farklı ülkelerden toplattığı mobilya katalogları ve piyasayı takip etmesi onun tasarımcı yönünün gelişmesinde etkili olmalıdır. İlber Ortaylı’nın “Eğer padişah olmasaydı dünyaca ünlü bir marangoz ustası olurdu” dediği II. Abdülhamid’in günlük hayatının bir parçası hep marangozluktu. Çocukluğundan itibaren ikamet ettiği her yerde hatta sürgüne gönderildiği Selanik’te bile sultan bu tutkusundan vazgeçmeyerek kendine marangoz atölyesi kurmayı ihmal etmez. Yıldız Sarayı bünyesinde yer alan şahsi atölyesi ise sultanın atölyeleri arasında elbette en önemlisidir.
Marangozluğa olan kişisel tutkusunu hükümdar olduktan sonra bir adım daha ileriye taşıyan II. Abdülhamid, Batı tarzı mobilyaları imparatorluk geneline tanıtmak ve öğretmek amacıyla önemli girişimlerde bulunmayı adeta bir politika haline getirir. Marangozluk alanındaki gelişmeleri yakından takip eden sultan, Yıldız Sarayı’nda yer alan şahsi atölyesi ve Tamirhane-i Hümayun’u çeşitli ve güncel aletlerle donatır, üretim için farklı bölgelerden ham madde temini sağlar. Ayşe Ersay Yüksel’in Abdülhamid’in marangozluk tutkusunun endüstriyel bir yansıması olarak tarif ettiği Tamirhane-i Hümayun dönemin ihtiyaçlarını ve estetik beğenilerini karşılayacak üretimlere imza atılan bir yer olması açısından önemlidir.

Mobilya sanayisi ve istihdam için de önemli olan bu fabrika sayesinde yerel üretimli mobilyalar iç mekanlarda görülmeye başlar ve böylece devlet için yurt dışındaki mağazalardan alınan mobilyaların sayısında azalma yaşanır. Sanayi Nefise Mektebi ve imparatorluğun genelinde açılan sanayi mektepleri ise Batı tarzı mobilyaların eğitim ayağında yer alacaktır.
ESERLERİNE KİMİ ZAMAN TUĞRASINI BASARDI
II. Abdülhamid’in talaş tozlarına karışarak bizzat kendisinin hayat verdiği mobilyaların sayısı ve tespiti tartışmalıdır. Sultan, eserlerine kimi zaman tuğrasını ya da Osmanlı armasını basar, kimi zaman da Arapça harflerle Abdülhamid ya da Latin harfleriyle AH yazar. Hem kendi atölyesinde hem de fabrikada çalışan ustalar ile dirsek teması içinde olan II. Abdülhamid’in yoğunluğunu düşünürsek yemek odası takımı gibi birden çok parçaya sahip olan mobilyaların bazı kısımlarının üretiminde ustalar ile paslaşmış olması muhtemeldir.
İster Osmanlı tebaasından ister yabancı olsun marangoz ustalarının sultan ile çalışmasının önemi elbette tartışılmaz. Örneğin, Yıldız’daki atölyede sultanın emrinde olan Mihal Raftakis ve Stamatis Vulgaris, kendi çıraklarına “zanaatın gözlerini padişah patronlarından kaptıklarını” anlatıp dururlarmış. Ustalar arasında Sultan’ın yanında çalışmayı sadece anı olarak değil de etiket amacıyla kullananlar da olmuş tabii. Bir zamanlar Sultan’ın yanında çalışan Rum marangoz Raftakis’in kendini piyasaya Abdülhamid’in çırağı olarak tanıttığı da bilinir.
Hem geleneksel hem de modernleşmenin sembolü olan Batı tarzı mobilyalar sultanın maharetli ellerinde bir bir şekilleniyordu. Sultan, ürettiği mobilyaların çoğunu; hanedan ailesine, devlet görevlilerine, elçi ve hükümdarlara hediye ediyor, çeşitli kurum ve kuruluşlara bağışlıyordu. Rahle, sanduka, kavukluk, sehpa, paravan, ayna, yemek odası takımları, yazı ve çalışma masaları, farklı işlevdeki dolaplar, koltuk, sandalye ve kitaplık olarak sıralayabileceğimiz mobilya örneklerini günümüzde başta Milli Saraylar olmak üzere çeşitli müzeler, kurumlar ve özel koleksiyonlarda görmek mümkün.
KÜSTÜM KOLTUĞU SULTAN’IN İLGİNÇ TASARIMLARINDAN BİRİ
Elbette Sultan’ın mobilya tasarımları içinde ilginç örnekler de mevcut. Örneğin, aynalı döner kapı ve şifreli çekmecelere sahip masa, birçok işleve cevap veren hileli mobilyalardır. Aslında Sultan’ın aşırı şüpheci kişiliği ve kontrol bağımlısı olma özelliklerini göz önüne alırsak Sultan’ın bu tasarımlarına şaşırmamak gerekir. Yıldız Sarayı Sedefli Salon’da yer alan küstüm koltuğunu Sultan’ın ilginç tasarımlarından bir diğeri olarak görebiliriz. Feryal İrez’e göre Sultan bu tasarımında Paris’ten Saray’a gönderilen bir katalogdaki XV. Louis üslubunda yapılmış kanepe, koltuk ve komodinden esinlenmiş. Bir masa ve üzerine yerleştirilmiş kitaplıktan oluşan rahle tasarımında ise Sultan, geleneksel rahle tipolojisinden uzaklaşırken belki de bu yaklaşımını modernleşmenin etkisi olarak okuyabiliriz.
MOBİLYALARI EKLEKTİK ANLAYIŞA SAHİPTİ
II. Abdülhamid’e atfedilen mobilyalar genel olarak ortak bir dile sahiptir. Bu ortak dil başta mimari olmak üzere dönemin sanat üretimlerinde etkili olan eklektik anlayıştır. Sultan ister geleneksel ister Batı tarzında tasarladığı mobilyalarda Selçuklu, Osmanlı ve diğer İslami ögeleri yoğunluklu olarak kullanırken tasarımlarına Batılı unsurları da dahil eder. Sultan’ın vazgeçilmezleri ise özellikle sedef kakma ve oyma tekniğidir. Zaten Sultan’ın marangozluk aletleri incelendiğinde bu tekniklere yönelik aletlerin yoğunlukta olduğu görülür.
Mobilyalarını bitkisel, geometrik ve yazı ögeleri ile bezeyen II. Abdülhamid, merdivene dönüşebilen koltuk tasarımı ile kendi üretimleri içinde özel bir parçaya imza atar. II. Abdülhamid’in kızı Ayşe Osmanoğlu’nun anıları sayesinde haberdar olduğumuz Sultanın bizzat kendi yaptığı ve üzerini köy manzarası ile süslediği dolapta figür kullanmış mıdır bilinmez. Ancak merdivene dönüşebilen koltuk tasarımında Sultan ilk ve tek olarak yunus balığı ve aslan figürü tercih etmiş. Süsleme açısından diğer ilginç örnek ise Sultan’ın silah müzesi için yaptığı salon takımıdır. Koltuklar, küçük sandalyeler, yuvarlak küçük masalar ve kanepeden oluşan takımın kafes gövdelerine ve eklerine çeşitli silahlar oymuştur. Belli ki Sultan bu takımı tasarlarken söz konusu müzenin koleksiyonlarından ilham almıştır.

II. Abdülhamid iktidarının önemli ideolojik sembollerinden biri olarak kullandığı mimari dili, mobilya tasarımlarına yansıtmayı ihmal etmez. 2014 yılında Czerny’s International Auction House S.r.l tarafından satışa sunulan ve zengin süslemeleriyle dikkat çeken dolap ile Dolmabahçe Sarayı’ndaki çalışma masası soğan kubbeleri, mukarnasları, at nalı biçimindeki açıklıkları ve balkon korkuluklarını andıran düzenlemeleriyle adeta oryantalist üsluptaki bir yapının ön/ giriş cephesi gibi tasarlar. Sultan’ın bu tasarımları döneminde etkili olmalı ki İzmir Sanayi Mektebi öğrencileri kendi okul yapılarının ön cephesini kopya ettikleri bir dolabı Sultan’a hediye ederler.
MOBİLYA SANATI VE SANAYİSİ ADINA ATTIĞI ADIMLAR ALKIŞI HAK EDİYOR
Rekabetçi bir ruha da sahip olan II. Abdülhamid elbette mobilya tasarımları ve üretimlerinde sadece kendisi ile yarışmaz. Beyoğlu’nun ünlü mağazalarından biri olan Şaven’de sergilenen ve dilden dile dolaşan yazıhaneden haberdar olan Sultan, derhal yazıhaneyi saraya aldırır ve üzerinde günlerce çalışır. Bir süre sonra Saray’a davet edilen mağaza sahibi kendi mobilyasının Sultan tarafından büyük bir incelikle birebir aynısının yapıldığını görünce Sultan’ın becerisine olan şaşkınlığını ve hayranlığını gizleyemez.
Milli Saraylar Koleksiyonu’nda en çok onun devrine ait mobilya kaydı bulunan usta marangoz II. Abdülhamid’in en iyi teknik ve malzemelerle ürettiği birinci sınıf mobilya üretimleri, yeni şekillenmeye başlayan mobilya sanatı ve sanayisi adına attığı önemli adımlarla alkışı hak etmektedir.
*Sanat Tarihçi, Hacettepe Üniversitesi, Sanat Tarihi Bölümü