Moskova Yazıları | Bir sonraki istasyon: Sosyalist gerçekçilik
Böyle depresif, dejenere bir dünyada birinin ötekine benzemediği renkli, alt metni derin Moskova Metrosu tasarımları; tek desturu kâr hırsı olan günümüzün, monoton ve gri şehircilik anlayışına kılıç çekiyor. Gündelik hayatın nasıl tam içine engin bir ufkun sığabileceğini hatırlatıyor.
Günümüzde güzel bir kenti tescillemenin ölçütü, baş döndürücü bir fotoğraf karesidir. İstanbul, Paris ya da Venedik gibi ‘fotojenik’ kentler, pidecilerin duvarlarını süsler. Ya da bir şehrin ‘şahin tepesine’ çıkıp çektiğimiz fotoğrafları arkadaşlarımıza gösteririz ve “Bak,” deriz “ne de güzel bir şehir burası”. Oysa güzellik çoğu zaman kusursuz bir kadrajın ötesindedir.
Moskova, kesinlikle bu şehirlerden biri. Bir meydan, bir katedral, nehir kenarından çekilmiş bir saray panoraması şüphesiz bize alışıldık bir ‘güzellik’ tablosu çizer. Fakat Moskova tablosunda tüylerimizi diken diken eden güzellikler, en beklenmedik yerlerinde kendisini gösteriyor.
Kütüphaneler, metro istasyonları, mezarlıklar, yerin hep metrelerce altında bulunan lokantalar… Bunlar, popüler tatil destinasyonları lunaparkında ‘gezdiğini’ zanneden bir turist için pek de albenisi olan yerler değil. Ancak alelade bir şehrin gezi rehberine asla girmeyecek yerler, burada şehrin kalbini bize işaret ediyor: Güzelliğini gözlerden uzak muhafaza etmeyi başaran Moskova’yı anlamak için, onu kendi ritmiyle gezmemiz gerekiyor.
Rotamızın ilk durağı, metro durakları. Moskova’ya geldiğinizde bir gününüzü sadece metro duraklarını gezmeye ayırın desek yeridir. Dünyanın en büyük metro hatlarından birine sahip olan Moskova’da toplam 300 durak bulunuyor. Fakat Moskova Metrosu’nu ilginç kılan, nicel büyüklüğü ya da ‘en’leri değil; ayrıntılı tasarımı. Sovyetler Birliği’nin 1930’larda kullanıma açtığı metronun her bir durağı bambaşka bir kompozisyona sahip.
BİR ANIT OLARAK METRO DURAĞI
Her şey metronun ‘dışında’ başlıyor. Özellikle eski metro hatlarına, yer üzerindeki gösterişli yapılardan giriliyor. Kimisi neoklasik, kimisi konstrüktivist, kimisi gotik, kimisi klasik izler taşıyan bu girişler, Moskova Metrosunun bize sunacağı renkli maceranın sanki bir fragmanı gibi.
İçeri girer girmez alışılmışın dışında bir manzara ile karşılaşıyorsunuz. Örneğin kentin biraz dışında kalan Partizanskaya Durağı’ndaki merdivenlerin başında gösterişli bir Partizan anıtı ile burun buruna geliyorsunuz. Durağın adından da anlaşıldığı üzere burası Nazilere karşı savaşan partizanlar anısına inşa edilmiş. Kimi yolcular bu anıtın altına çiçek bıraktıktan sonra peron katına iniyorlar.
Aşağıda bir tarafta 18 yaşındayken kurşuna dizilen genç komünist Zoya Kosmodemyanskaya’nın heykeli bulunuyor. Diğer yakada ise Nazilere mihmandarlık yaparken onları tuzağa sürükleyen ve böylece canından olan 83 yaşındaki köylü Matvey Kuzmin’in heykeli bizi karşılıyor.
Sütunların üzerinde ise, orak tutan bir kadın ile çekiç tutan bir erkek figürünün arasında partizanlar selamlanıyor.
DEVRİMİN DÜNDEN GELECEĞE SEYRİ
Sırada belki en ünlü metro durağı olarak görebileceğimiz Ploshchad Revolyutsii yani Devrim Meydanı var. Yine görkemli sütunların içerisinden girerek merdivenlere ulaştığınız durağın girişinde önce Lenin’in mozaik portresiyle karşılaşıyoruz. Fakat asıl sürpriz peron katında. Kırmızı mermerden kemerlerin altında toplam 76 bronz heykel bulunuyor.
Merdiven inip peronun sonuna doğru yürüdüğünüzdeyse kronolojik bir anlatının içerisine giriyorsunuz. Öyle ki ismini Ekim Devrimi’nden alan bu istasyonda, devrim öncesi Rusya’sından o günün Sovyetlerine doğru bir geçiş yapıyorsunuz. Finalde ‘geleceğin Sovyetlerine’ ait figürlerle bu gotik yolculuğun sonuna geliyorsunuz. Her kemerde iki farklı figür bulunuyor. Aynı figürler sütunun diğer köşelerinde tekrar ediyor.
Kronolojiyi daha açık bir şekilde anlatmak gerekirse heykelleri sırasıyla tanıtabiliriz: İşçi ve asker devrimciler, çiftçiler ve denizciler, kadın pilot, köpekli bir keşif askeri (ki en ünlü heykel budur) ve kadın keskin nişancı, erkek ve kadın çiftçiler, erkek ve kadın öğrenciler, erkek futbolcu ve kadın atlet, mayolarını giymiş anne ve baba, çocuklar.
METRO ‘ANKSİYETESİNE’ ALTERNATİF BULMA ÇABASI
Şehrin kalbinde yer alan bu metro, 1938 yılında kullanıma açılır. Mimarı ise Moskova metrosunda büyük izler bırakan Alexey Duşkin’dir. Duşkin’in mimarisindeki kilit nokta ise ‘metro anksiyetesiyle’ mücadeledir. Çünkü 1930’larde, henüz metro toplum hayatında son derece yeni bir ulaşım aracıdır. Trenlerin yer altından gidiyor oluşu da haliyle çoğu kişide insani bir ‘kaygıya’ neden olur.
Şöyle bir düşünecek olursak, toprak üstünde yaşamaya alışmış biz insanlar için yer altında olmanın ilk bakışta çekince uyandırması kadar anlaşılabilir bir şey olamaz. Hatta bırakalım 1930’ları ve çağımızı ele alalım. Örneğin, on yıllardır İstanbul’da metro olmasına karşın suyun altından giden Marmaray ilk açıldığında kimileri denizin altından gitme fikrine tedirginlikle yaklaşmıştı ve insanların alışması zaman almıştı. Başlı başına metronun toplum hayatında yeni bir şey olduğu zaman uyanacak hisleri siz düşünün!
İşte bu yüzden Duşkin’in mimariye kattığı bazı yeniliklere rastlıyoruz. 1930’larda mimarlar kemerli kolonları daha ‘ince’ göstermenin insanlardaki kaygıyı azaltacağını düşünür. Duşkin ise bu kemerli kolonların köşelerine koyduğu heykellerle aynı algının sağlanabileceğini savunur, nitekim Ploshchad Revolyutsii’de bunun örneğini verir.
YERALTINDAN GÖKYÜZÜNE AÇILAN PENCERELER
Duşkin’in bir diğer ünlü metro durağı tasarımı olan Mayakovskaya Durağı’nda da benzeri bir anksiyete azaltma kaygısına rastlıyoruz. Ancak bu sefer sadece biçimsel olarak değil aynı zamanda ‘içerikte’ de bir ferahlık arzusunu görüyoruz.
Öncelikle bu durak adını fütürizmin öncü isimlerinden şair ve sanatçı Vladimir Mayakovski’den alıyor. Şairin şiirlerinden dizeleri metro istasyonunun girişinde tavanda bulunuyor. Ancak Mayakovski’nin şiirlerinde kullandığı ‘çelik’ gibi imgelere de dolaylı olarak rastlamak mümkün. Burada kemerlerde paslanmaz çelik dikkatimizi çekiyor. Nitekim Moskova Metrosu’nun ‘neoklasik’ mimarisi burada yine Mayakovski’nin kendisiyle uyumlu şekilde avangart bir dokunuş kazanıyor.
Peronların arasında 33 görünür kubbeler ise bize hem Mayakovski’nin sanatını hem de ferahlık hissini düşündürüyor. Kubbenin tam orta yerinde Sovyet ressam Alexander Deineka’nın ‘Sovyet Gökyüzünde Bir Gün’ isimli mozaik eserleri yerleştirilmiş. Bu eserler Mayakovski’nin de işlediği temalardan esinlenirken aynı zamanda insana kubbenin üzerinde toprak değil de bir gökyüzü olduğu hissini veriyor.
Uçaklar, fabrikalar, paraşütler, ağaçlar, dalgıçlar, biçerdöverler, çiçekler, elektrik telleri, top oynayan çocuklar… Tüm tablolar bakanın kendini yere uzanmış hissettiği bir perspektifle işlenmiş. Dolayısıyla kubbe adeta yeryüzüne açılan bir cammış gibi hissediyorsunuz.
İşin daha da ilginci Naziler Moskova’ya yaklaştığında bu durağın en önemli sığınaklardan biri oluşudur. Şüphesiz o günlerde kubbelerin pek çoğunda yer alan uçaklar, Moskovalıların içerisine daha farklı duygular serpmiştir.
GELENEKSELİN YENİLİKÇİLİĞİ
Böylece yine taşıdığı isimle kazandığı konsept ile bize uyumlu oyunlar oynayan Mayakovskaya’dan ayrılıp başka duraklara durağa geçiyoruz. Yeri gelmişken söylemeden geçmeyelim: Metrolar dakikada bir geldiği için metro durağını treni beklerken incelemek her zaman mümkün olmuyor. O nedenle birkaç seferi kaçırmayı göze alarak peronları geziyoruz.
Her ne kadar her metro durağı birbirinden farklı olsa da Moskova Metrosu’nun estetiği dediğimizde herkesin aklına gelen bir ‘gelenek’ bulabiliriz. Bu da geleneksel Rus mimarisinin şiddetli bir şekilde hissedildiği bazı duraklarda karşımıza çıkıyor. Bağlamları farklı olsa da devasa avizeler, süslü kolonlar ya da parlak renkli tavanlar bize Moskova’nın toprak üzerindeki merkezinde gördüğümüz geleneksel mimariyi hatırlatıyor. Novoslobodskaya Kiyevskaya yada Komsomolskaya bu tarzdaki istasyonlara örnek olarak sayılabilir.
Ancak ‘geleneksel’ diyorsak yanlış anlaşılmasın, buradaki ‘gelenek’ metrolara ait bir gelenek değil. Kültüre ait bir gelenekselden bahsediyoruz. Kulağa paradoksal gelse de geleneğin böylesi bir şekilde metroya aktarımı ‘yenilikçi’ bile sayılabilir. Zira dünyada eşine rastlamıyoruz.
GÜNDELİK HAYATI SIRADIŞI KILMAK
Moskova’da gezilecek, hikayesini kazıdıkça bizi şaşırtacak daha o kadar fazla metro istasyonu var ki bir yazıya sığdırmak imkansız. Turumuzu burada sonlandıralım. Eğer yolunuz Moskova’ya düşerse, sadece rastgele metro istasyonları gezerek bir gününüzü geçirin. İnanın bu gezinizde aklınıza pek çok farklı soru gelecektir.
Örneğin neden bugün benzeri bir özgünlükten uzaktayız? Büyükşehirlerde yaşayanların gün içerisinde kamusal alanda belki en fazla içerisinde bulunduğu mekanlar metro istasyonları. Buna rağmen neden metro istasyonları sermaye tarafından sömürülen monoton yaşamlarımızın, bir o kadar kasvetli yansımaları olarak karşımıza çıkıyor? Bırakın ruhsuzluğu, hiçbir hikayesi olmayan metro istasyonlarının isim hakkı bile satılığa çıkartılabiliyor.
İşte aradığımız ve bulduğumuz güzellik burada, yerin altında. Hem en çok bulunduğumuz hem de en umursamadığımız mekanda. Böyle bir depresif, dejenere bir dünyada birinin ötekine benzemediği renkli, alt metni derin Moskova Metrosu tasarımları; tek desturu kâr hırsı olan günümüzün, monoton ve gri şehircilik anlayışına kılıç çekiyor. Gündelik hayatın nasıl tam içine engin bir ufkun sığabileceğini hatırlatıyor.
Moskova’nın güzelliğini keşfetmeye bir sonraki yazıda devam edeceğiz.
Kavel Alpaslan Kimdir?
1995'te İzmir'de doğdu. İzmir Saint Joseph Fransız Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü'nde eğitim gördü. Gazeteciliğe 2014 yılında Agos’ta başladı. Gelecek/Umut Gazetesi’nde çalıştı. 1+1 Express Dergisi’nde yazıyor. 2016 yılından bu yana Gazete Duvar’da yazı ve haberleri yayınlanıyor. "Aynı Öfkenin Çocukları: Dünyadan Devrimci Portreleri" kitabı 2023 yılında Sel Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır.
İsrail işgalinin cephe gerisi: Lübnan’da iç çatışma ihtimali 23 Ekim 2024
Bayraklı bir ucuz emek hikayesi: Bantustan 19 Ekim 2024
‘Lübnanlılar Hizbullah’ı İsrail’e karşı savunma gücü olarak görüyor' 16 Ekim 2024
Fahri İzmirli Sovyet Generali Voroşilov’un bulvarı nasıl Plevne oldu? 12 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI