Mücadele umuttur, Boğaziçi direniyor

Boğaziçi Üniversitesi'nin direnen akademisyenlerinden Can Candan, Boğaziçi Direnişi'ni ve rektör şikayetiyle tutuklanan öğrenciler Enis Berke Gök ve Caner Perit Özen'in tutukluluk koşullarını anlattı.

Google Haberlere Abone ol

Zafer Kıraç* [email protected]

‘Üniversitenin kurumsal özerkliğini, akademik özgürlükleri ve demokratik işleyişlerini hedef alan bir saldırılar silsilesi ve buna karşı barışçıl protestolar ve diğer eylemlerle, yazarak, çizerek, sözünü her şekilde söyleyerek ve yirmiye yakın dava ile hukuk mücadelesi de vererek direnen müthiş kalabalık bir Boğaziçi Üniversitesi camiası görüyoruz.’

10 Aralık, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 1948 yılında Birleşmiş Milletler tarafından onaylanması sonucunda her yıl Dünya İnsan Hakları Günü olarak kutlanıyor. Bildirge her bireyin özgürce, eşitçe ve onurlu bir şekilde yaşayabilmesinin ancak devletlerin uluslararası bir belge etrafında bir araya gelmesiyle mümkün olacağı düşüncesine dayanıyor. Irk, renk, din, cinsiyet, dil, siyasi veya diğer görüşler, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğum veya diğer statüler sebebiyle ayrımı gözetmeksizin hepimizin doğal insan haklarına sahip olduğunu söylüyor.

Yaşama hakkımız başta olmak üzere tüm haklarımıza insan onuruna yaraşır bir şekilde erişmemizi hedefleyen bildirgeyi Türkiye 1949 yılında imzalayarak bütün bu esasları kabul etmiş oldu. Ancak, Uluslararası kurumlar Türkiye’yi “kısmen özgür” ülkeler kategorisinde değerlendiriyor. Son bir yıla baktığımız da artık kısmen özgür demek de zorlaşmış durumda.

Türkiye, basın ve ifade özgürlüğü olmayan bir ülke olarak değerlendiriliyor. Akademisyen, gazeteci, milletvekili ve diğer muhaliflerin tutuklanması ve ceza alması Türkiye’nin özgürlük karnesini kötü etkiliyor. Örgütlenme hakkı, yolsuzlukla mücadele ve hukukun üstünlüğü alanları Türkiye’nin en sorunlu olduğu alanlar.

Siyasi nedenlerle binlerce insan hapsedilmiş durumda. Bunlardan biri olan Osman Kavala, tutukluluğuna ilişkin “Siyasi amaçlarla içeride tutulduğumu biliyorum. Çok kötü bir kurguya dayalı iddianamelerle cezaevinde tutuluyorum. Demokrasi ve hukuk adına çok üzgünüm” diyor.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı'nın (TİHV) “Kuşatma Altındaki Yurttaşlık Alanı - Susturma, Baskılama ve Suçlulaştırma Pratikleri” çalışmasına buradan ulaşabilirsiniz. Türkiye’de ifade, medya, toplantı/gösteri ve örgütlenme özgürlüklerinin sistematik bir saldırı altında olduğuna dikkat çekiliyor ve “Sorunun temelinde sadece uygulamaya ilişkin yanlışlar değil, fakat esas olarak mevcut siyasi yapının ―iktidarın ve rejimin― kendisi vardır” tespiti yapılıyor

Direniş başladıktan kısa bir süre sonra burada ‘En temel insan hakkı: Protesto’ isimli bir yazım yayınlanmıştı. Boğaziçi Üniversitesi'nin direnen akademisyenlerinden Can Candan ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

'BULU'NUN ATANMASI HAYIRLI OLDU, ÜZERİMİZDEKİ ÖLÜ TOPRAĞI KALKTI'

Söyleşi için çok teşekkür ederim. Boğaziçi Direnişi'ni başlangıcından bugüne kronolojik olarak beş adımda özetlersek, ortaya nasıl bir tablo çıkıyor?

İlginç bir soru bu. Hiç böyle düşünmemiştim. İlk döneme şok dönemi diyebiliriz belki. Yeni yıl sürprizi olarak, tanımadığımız, bilmediğimiz, okul dışından birisi bir nevi paraşütle okulumuza indiriliyor ve 'Alın size yeni rektör' deniyor. Bunu beklemiyorduk. Bir önceki atanan Rektör Mehmed Özkan'ın tekrar atanacağını varsayıyorduk nedense. Hatta Mehmed Özkan'ın dönemi biterken rektör seçimi bile organize etmemiştik. Yani bir şekilde içeriden birinin seçilmeden atanmış olmasını kabul ettiğimiz gibi, bunu devam ettirmeyi de ümit ediyorduk. Derken beklenen olmadı ve bir şok... Melih Bulu'nun atanması çok hayırlı bir şey oldu. Üzerimizdeki ölü toprağı kalktı, kendimize geldik. Hemen geniş katılımlı bir akademik forum yaptık ve üniversite senatomuz tarafından da tasdik edilmiş ilkelerimize sahip çıkmaya karar verdik. Kendi yöneticimizi aramızdan kendimizin seçmesi irademize yapılan müdahaleyi kabul etmediğimizi, ilkelerimizden ve mücadeleden vazgeçmeyeceğimizi dünya aleme söylemeye başladık. Bu dönemde hâlâ devam etmekte olan, her iş günü arkamızı rektörlük binasına döndüğümüz nöbetimiz ve öğrencilerin eylemleri ve mezunların kampanyaları başlamış oldu.

Belki ikinci döneme "Melih Bulu Hasarları Dönemi" diyebiliriz. Bulu'nun ilk icraatlarından biri öğrencilerin barışçıl protesto haklarını kısıtlamak, onları kolluk ve yargı marifetiyle cezalandırmak oldu. Daha sonra öğrencilerin okulda açtıkları sanat sergisini suçlu göstermek, toplumdaki homofobi ve transfobiye hitap edip, bir nefret kampanyası eşliğinde öğrencilerin LGBTİ+ kulübünü kapatmak oldu. Bu arada bu kulübün akademik danışmanı da benim. Bu dönemde seçilmiş yöneticilerin atanmaması, onaylanan derslerin açılmaması, Cinsel Tacizi Önleme Ofisi'nin kapatılması gibi çok sayıda hasar aldık. Üstüne üstlük bir de yine bir gece yarısı kararnamesi ile üniversitemize sorulmadan iki yeni fakülte açıldı ve bunu takiben bu fakülteler üzerinden kadrolaşma ve üniversitenin yönetim organları olan senato ve üniversite yönetim kurulunun ele geçirilme çabaları ile uğraşmak zorunda kaldık.

Melih Bulu hasarları devam ederken, belki de bir kilometre taşı olarak direnişin 100. gününü görebiliriz. Ocak başında başlayan ve hiç soluksuz devam eden barışçıl protesto eylemleri 100. gününü tamamladığı zaman kampüste kalabalık bir şekilde bir araya geldik. 100. gün buluşmamızda akademisyenlerden oluşan 'Bulu'suzluk Özlemi' isimli müzik grubu da bir konser verdi. O gün, tüm bileşenler olarak direnişten vazgeçmeyeceğimizi göstermesi açısından önemliydi.

15 Temmuz'da Melih Bulu'nun kendisine de sürpriz bir şekilde görevden alınması ve Naci İnci'nin vekaleten rektör atanması ile "Naci İnci Hasarları Dönemi"ne girdiğimizi söyleyebiliriz. Bu dönemde hasarlar artarak devam etti. 14 yıllık tam zamanlı ve kadrolu bir öğretim görevlisi olarak benim de mesnetsiz, hukuksuz ve haksız yere görevden alınmam Naci İnci'nin ilk icraatı oldu. Bunu Film Çalışmaları Programımızda uzun yıllardır yarı zamanlı ders veren hocalarımız Feyzi Erçin, Özcan Vardar, Seda Binbaşgil'in okuldan uzaklaştırılması takip etti.

Naci İnci dönemi hasarları artarak devam ederken direnişin 300. günü ise direnişin dördüncü mevsimini yaşadığımız Kasım ayı başında bir kez daha tüm bileşenlerin, özelliklede ailelerin katılımıyla bir araya geldiği bir gün olarak, direnişin devamlılığı açısından önemli bir kilometre taşı olarak düşünülebilir. Bu dönemde iki öğrencimiz Berke ve Perit tutuklanmış; benim ve Feyzi Erçin'in kampüse girişi yasaklanmış ve davet edildiğimiz akademik etkinlikler iptal edilmekteydi.

Tüm bu dönemlere baktığımızda ortaya çıkan tablo, 2 Ocak'ta başlayan ve bugün de devam eden, üniversitenin kurumsal özerkliğini, akademik özgürlükleri ve demokratik işleyişlerini hedef alan bir saldırılar silsilesi ve buna karşı barışçıl protestolar ve diğer eylemlerle, yazarak, çizerek, sözünü her şekilde söyleyerek ve yirmiye yakın dava ile hukuk mücadelesi de vererek direnen müthiş kalabalık bir Boğaziçi Üniversitesi camiası görüyoruz. Ortada çok ciddi bir kamu zararı var ve failleri de belli.

Boğaziçi Direnişi bileşenleri kimlerden oluşuyor? 

En klasik anlamda üniversitede bir arada bulunan ve birlikte çalışan, o mekanı canlı kılanlarla başlayabiliriz. Yani öğrenciler, akademisyenler ve diğer çalışanlar. Buna ek olarak mezunlar da önemli bir bileşen. Bir de bu bileşenlere dahil olan sendikamızdan yani Eğitim Sen'den bahsetmek gerekir. Yaşadığımız süreç bize şunu da öğretti, bir diğer bileşenimiz ise aileler, özellikle de öğrencilerimizin ve mezunlarımızın aileleri ve yakınları. Dünyanın bin bir köşesinde kalbi bizimle atan müthiş bir kalabalıktan bahsediyorum. Bileşenlerden sayılmasalar da Türkiye'de ve dünyada bizi destekleyen sayısını tahmin bile edemeyeceğim insanları da düşününce bu direnişi sahiplenenlerin ne kadar fazla ve güçlü olduğunu görebilirsiniz. 

'BİRİMİZ YORULSAK BİR DİĞERİMİZ İLERLETİYOR MÜCADELEYİ'

Direnişin en aktif kişilerinden biri olarak motivasyon kaynağınız nedir?

Direnişin en aktif kişilerinden biri değilim. En az benim kadar aktif olan onlarca akademisyen var. Belki belgesel sinemacı olarak bir miktar tanınan, basına konuşurken ve sosyal medyada sözünü sakınmayan biri olduğum için direnişin görünen yüzlerinden biriyim diyebilirim. Direnen tüm akademisyenler olarak yaklaşık bir yıldır çok yoğun bir emek veriyoruz bu mücadelede. Herkesin olduğu gibi benim de yorulduğum zamanlar oluyor tabii ki. Yorulmamak mümkün mü? Başından beri bu mücadelenin bir maraton olduğunun bilincindeydik. Yorulsak da ara sıra biraz dinlenip yolumuza devam ediyoruz. Bir yandan da o kadar çoğuz ki, birimiz yorulsak, bir başkası ilerletiyor mücadeleyi. Vazgeçtiğim anlar ise olmuyor. Vazgeçmemiz mümkün değil çünkü. Bu bir sorumluluk meselesi. Akademisyen olarak kendimize, öğrencilerimize ve kendimizi ait hissettiğim topluma karşı sorumluluğumuz bu. Başta eğitim hakkı olmak üzere, anayasal haklarımızın bilincinde ve ışığında bu meşru ve doğru mücadeleyi vermek durumundayız. En büyük motivasyonum öğrencilerim ve Türkiye'nin her yerindeki öğrenciler. Ben onları da kendi öğrencilerim olarak görüyorum. Tüm öğrencilerin yüksek kalitede, çağdaş ve özgürlükçü bir eğitime erişim hakkı olduğuna inanıyorum ben, bu inanç da beni motive ediyor. Bir de tabii tarihin akışı içinde doğru tarafta olmanın ve geleceğe yönelik bir etki yaratmanın getirdiği tatmin duygusu.

Mülkiye Büyük Ödülü, Boğaziçi Direnişi adına size veridi.

Tüm bileşenler adına. Türkiye'de ve dışında birçok kurumdan ödüller alıyoruz ve takdir görüyoruz. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü; İnsan Hakları Derneği’nin 19. Ayşe Nur Zarakolu Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü, Kuzey Amerika Orta Doğu Çalışmaları Derneği (MESA) 2021 Akademik Özgürlük Ödülü ve de 2021 Mülkiyeliler Büyük Ödülü. Mülkiyeliler Büyük Ödülü'nün Boğaziçi Direnişi adına bana verilmesi benim için büyük bir gurur ve motivasyon kaynağı. Çok mutlu oldum. Ankara'da Mülkiyeliler ile bir araya gelmek çok güzeldi. Tüm bu ödüller bize doğru yolda olduğumuzu ve verdiğimiz mücadelenin uluslararası akademide, sivil toplumda ve toplumun genelinde geniş kitleler tarafından desteklendiğini gösteriyor, dolayısıyla bize güç veriyor.

'BERKE VE PERİT, YARGI SUİSTİMAL EDİLEREK CEZALANDIRILIYOR'

Rektörün şikâyetiyle tutuklanan öğrenciler Enis Berke Gök ve Caner Perit Özen uzun bir süredir özgürlüklerinden mahrumlar. Kaç gün oldu ve iyiler mi? İnsan hakları bağlamında yaşadıkları ihlaller var mı? Sağlık, beslenme benzeri ihtiyaçları açısından sorunları var mı? Eğitim kayıpları olacak mı?

Berke ve Perit'in avukatlarından sürekli bilgi alıyoruz. Haksız ve hukuksuz yere özgürlüğünden mahrum bırakılan, eğitim hakkı engellenen iki genç insan hapishanede fiziksel ve ruhsal olarak ne kadar iyi olabilirlerse, o kadar iyiler. 66 gündür tutuklular. Ortada tutukluluğu gerektiren bir suç olmadığı için tutuklu olmaları en büyük insan hakları ihlali. Berke ve Perit yargı suistimal edilerek, hukuksuz bir şekilde cezalandırılıyorlar. Sağlıkları yerinde ama yeterli ve sağlıklı beslenemiyorlar tabii, özellikle de birinin vegan olduğunu düşünürseniz. Hareketleri de ciddi şekilde kısıtlanmış durumda. Okulda olmaları gerekirken Silivri'de tutsak bu iki öğrencimiz. Şu anda dönem devam ederken derslerini takip edemiyorlar, ders malzemeleri onlara sağlıklı bir şekilde ve zamanında ulaştırılamıyor. Bu devirde bilgisayara ve internete erişimleri yok. Eğitimlerine devam etmelerini sağlayacak bir sistem yok. Bu şekilde eğitim haklarının ihlal edilmesi kabul edebilir bir şey değil. En çok da ona üzüldüklerini düşünüyorum.

Son olarak hala bu direnişi anlamayanlara bir cümleyle nasıl seslenirsiniz.

Boğaziçi Üniversitesi bir kamu değeridir ve herkes ona sahip çıkmalıdır. Türkiye'deki tüm üniversitelerin en az bir Boğaziçi kalitesinde olmasını kim istemez? Bizim hedefimiz de hem Boğaziçi'ni kaybetmemek hem de yüksek öğrenimde kaliteyi yükseltmek. Bu da ancak üniversite özerkliğini, akademik özgürlükleri ve demokratik işleyişleri savunmam ile mümkün olabilir.

***

Bunca karanlık gidişatın içinde bir direniş yükseliyor, büyüyor ve sanırım hepimiz için umuda dönüşüyor.  

*İnsan Hakları Çalışanı