'Mucize'leri metalaştırmak
Dün gece bir online alışveriş sitesinde depremin mucize simgesi haline gelen, arama-kurtarma çalışanının elini tutan Elif Bebek’in elinin bir illüstrasyonu kalemlik, çerçeve, bardak, gibi çeşitli tüketim eşyalarının üzerine resmedilerek satışa sunuldu. Bu durum pek çok kişinin tepkisine sebep oldu ve bu sabah itibari ile satışın durdurulmasını sağladı. Konuya sosyolojik bir perspektiften bakarak, kendimize ve içinde yaşadığımız topluma bu vesile ile bir özeleştiri getirmek mümkün.
Işıl Avşar Arık*
30 Ekim 2020’de gerçekleşen İzmir depremi ve sonrasında yaşananları tüm Türkiye merakla ve ilgiyle takip etti. Her geçen saniyenin insan ömründen çaldığı bir ortamda adeta zamanla yarış başladı. “Elif Bebek” ve “Ayda Bebek” ise bir anda medya tarafından depremin “mucize”leri ve simgeleri haline getirildiler. Çünkü o küçücük bebeklerin onca saat hareketsiz, aç ve susuz, karanlıkta ve soğukta incecik kıyafetlerle hayatta kalması, günler sonra enkaz altından sağ salim çıkarılması olsa olsa bir mucize olabilirdi! Hemen kurtarılma anlarının neredeyse tüm detayları; fotoğraflar ve videolar gerek sosyal medyada gerekse ana akım haber kanallarında paylaşılmaya başlandı. Bir yandan bu paylaşımlara medya temsilleri tarafından eleştiriler getirilirken bir yandan da bu görseller halkın birçoğu tarafından kendi sosyal medya hesaplarında sevinçle paylaşılmaya devam etti ve herkesin “oturduğu yerden” destek olması fikrine evirildi. Böylece herkes kurtarılan her birey için hem mutluluğunu ifade etti hem de bir nevi depremden etkilenen depremzedelere “birlik, beraberlik” mesajlarını iletmek istedi.
Dün gece ise bir online alışveriş sitesinde depremin mucize simgesi haline gelen, arama-kurtarma çalışanının elini tutan Elif Bebek’in elinin bir illüstrasyonu kalemlik, çerçeve, bardak, gibi çeşitli tüketim eşyalarının üzerine resmedilerek satışa sunuldu. Hatta üstelik bir de “indirimden” satışa sunuldu. Bu durum pek çok kişinin tepkisine sebep oldu ve bu sabah itibari ile satışın durdurulmasını sağladı. Konuya sosyolojik bir perspektiften bakarak, kendimize ve içinde yaşadığımız topluma bu vesile ile bir özeleştiri getirmek mümkün. Böylesine hassas bir olay kapitalist aklın rasyonel çıkarları peşinde koşmasının; değerlerini, maneviyatını, duygularını metalaştırıp onları tüketim nesneleri haline getirmesinin en basit ve açık örneklerinden bir tanesidir. Ölümle yaşam arasına sıkışmış küçücük bir bebeğin duygularının, yaşama sevincinin, hayata tutunuşunun bir endüstri ürünü haline getirilip, hesaplar ve çıkarlar içerisinde tüketime sunulmasıdır. Bir bebeğin yaşam savaşının, bir kurtarma çalışanının emeklerinin ve çabasının para ile satın alınabilecek bir eşya haline getirilmesidir. Aslında bu bir nevi bu duyguların popüler kültür ögesi haline getirilmeye çalışılması ve böylelikle tüm bu duyguların içinin boşaltılması, anlamsızlaştırılması demektir. Böyle bir şey bu “mucizeyi” bir anı haline getirme düşüncesi etrafında öbekleşerek bu anının tamamen anlamsız hatta değersiz bir hale gelmesine yol açacaktır. Elbette bu tür ürünlerin birer popüler kültür nesnesi haline getirilmesinde medya ve iletişim teknolojilerinin rolü büyüktür. Aklın ve teknolojinin ortak üretimi olan iletişim araçları rasyonel çıkarları yaymanın en temel kanalı konumundadır. Sosyolojide Eleştirel Okul veya Frankfurt Okulu olarak bilinen ekolün temsilcileri ise tam da bu noktada kültürel ögelerin ve aklın kullanıma yönelik bir eleştiri getirirler. Aklın eleştirel bir şekilde kullanımından ziyade araçsal bir şekilde kullanmasının bir sonucu olarak, her türlü kültürel ve manevi değerler kâr getirebilecek birer tüketim nesnesi haline getirilmeye çalışmakta, rasyonel bir standardizasyon ile kitle tüketimine sunulmaktadır. Bunun bir sonucu olarak ise manevi değeri olan ögeler maddi değeri olan metalar şeklini almaktadır. Araçsal akıl tamamen hesap peşinde koşarak, her şeyi kapitalist bir meta haline getirmeye elverişlidir. Böylelikle onun tek derdi sadece ve sadece tüketim nesneleri üretmektir; para kazanmak, kâr elde etmektir. Aklın bu şekildeki kullanımı Elif Bebek’in ve kurtarma çalışanın ellerinin birlikte çekildiği fotoğraftan okunabileceği gibi, pek tabii resmin daha büyük kısmına bakılarak, depremde yıkılan binaların üzerinden de okunabilir. Kapitalist kâr hırsı en nihayetinde insan hayatının da kendisini değersiz bir konuma indirgemekte, onları birer “sayı” olarak göstermektedir.
İzmir depreminin yaraları henüz sarılmamışken bu durum konut inşa süreçleri ve kullanılan malzemelerin niteliği, deprem vergileri ve deprem farkındalığı, hak ihlalleri, çocuk hakları ve istismarı gibi konuların ve daha pek çok benzer konunun tartışmaya açılmasının ve halkın bilinçlendirilmesinin, bu konuda bir kamuoyu oluşturulmasının gerektiğini bizlere bir kez daha göstermiştir.
*Uzman Sosyolog